Melâmîlik

Soru: Melâmî tarikatı hakkında bilgi verir misiniz?

Melâmîlik mutasavvifîn yollarından bir yolun adıdır. Bazı sofiye, bunun da diğer tarikatlar gibi müstakil bir tarikat olduğunu söylerler. Melâmî olarak bilinen meşhur ve mümtaz sima Abdulaziz Mecdi Efendi “Melâmîlik diye bir tarikat yoktur.” der. Bu kanaatte olan daha başkaları da vardır.

Sofiler arasında melâmet, bâtında olanı dışa vurmama tavrının unvanı olagelmiştir. Yani onlar iç dünyaları itibarıyla derin, mâverâ-i tabiata açık, tavırları açısından ise laubali ve gayriciddî bir görüntü sergilemektedirler. Onlarda zikir, fikir ve kalbî hayat vardır ama taç, hırka, tekye, zaviye ve merasim yoktur. Diğer sofilerde ise bunların hepsi söz konusudur.

Üçüncü asırda Hamdun Kassar, şekil ve şemaile baş kaldırarak melâmet yolunu seçmiş; Osmanlı döneminde de Hacı Bayram Veli’nin çırağı Ömer Sikkin taç ve hırkayı yakarak şekilciliğe isyan edip melâmet yolunu seçmiştir.

Her grubuyla Melâmîler, tevhid-i ef’âl, tevhid-i sıfât ve tevhid-i zât konularında Muhyiddin-i Arabî’nin vahdet-i vücud anlayışını takip etmektedirler.

Melâmîlik’te tekye, zaviye ve ayin olmamasına mukabil ciddî bir sohbet sistemi mevcuttur. Bu sohbetlerde daha çok kendi inanç sistemlerini işler ve kalendarâne anlayışın yayılması, yaygınlaştırılması üzerinde dururlar. Onlar hakkında neler söylendiği, ayrı bir bahsin konusudur.

Ülkemizdeki müntesiplerince melâmet, insanın nefsini levm etmesi, kendini hor ve hakir görmesi mesleğidir. Bu mânâda melâmet her tarikatın ruhunda vardır. Evet, eğer melâmet, insanın nefsini kırması, kendini aşabilmesi mevzuunda başvurulan bir sistemse, eskiden nefsî enaniyeti kavî kimselere, tarikata gittiklerinde hazm-ı nefs edemedikleri için merkebe tersine bindirip şehirde elma armut sattırmaları türünden sayılabilir. Meselâ, paşazâdelerden biri, tarikat şeyhinin yanına geldiğinde, hazm-ı nefs edemeyeceği meselesi bahismevzuu olduğundan şeyh ona, “Git oğlum, kasaptan üç parça et al ve onları birbirine dokundurmadan bizim eve götür!” demiş. Bunun üzerine paşa, etin bir parçasını bir eline, diğerini öbür eline, üçüncü parçayı da mecburen ağzına alarak, o etleri bütün insanların göreceği şekilde eve kadar götürmüştür. Tabakat yazarları, Züfer b. Hüzeyl’in de böyle bir şey yaptığını söylemektedirler.

Şimdi, Melâmîliğin dünü ile bugününü ayırarak bir değerlendirme yapmak gerekirse, tefessüh etmemiş Melâmîler, kaçınılması mümkün olmayan cemaatle namaz dışındaki ibadetlerini ve Allah’a yakınlıkla ilgili hâllerini hep halktan gizleyegelmişlerdir. Dahası bunları açıktan riya saymışlardır. Gerçek derinliklerini sezdirmemek için halk içinde sıradan bir insan gibi giyinip kendilerini belli etmeden yaşamaya çalışmış, görünüş ve gösterişe değer vermemişlerdir. İnsanlara yalnız kötü taraflarını gösterip iyiliklerini gizlemede çok ileri gittiklerinden –Bu, irşad mesleğine uygun değildir– çevrelerince hep hakir görülmüşlerdir.

Ben, çocukluğumda bazı tarikatlarda bu tür melâmet mevzuunun yaşandığını görmüştüm. İhtimal kendim çok defa hazm-ı nefs etme adına ağzımla şeyhimin torununun meslerinin bağını çözmüş ve sigarasını yakmışımdır. O günkü anlayış öyleydi. Bugün buna uyar mıyım, uymaz mıyım bilemiyorum. Muhtemel, nefsim ve enaniyetim şimdi buna müsaade etmez. Bugün onu bir zillet sayar, belki de –Allah affetsin– pek tenezzül edemem.

Yukarıda da ifade edildiği gibi melâmet bir mânâda her tarikatın ruhunda mevcuttur. Ne var ki daha sonraları Melâmîlik farklı bir kulvarda özel yorumlarıyla baş başa kalmıştır. Eskiden bazıları, melâmet ruhuyla “Hakkımda hüsnüzan etmesinler, bana kötü adam desinler.” deyip meyhanenin önünden geçermiş. Bazıları da kendisi hakkında “Kumar oynuyor!” desinler diye kumarhaneye gidermiş.

Burada hemen bir parantez açıp şunu bir kere daha ifade etmeliyim ki bugün irşad ve tebliğde böyle bir yola kat’iyen başvurulmamalıdır. Böyle birisi daha sonra irşadda müessir olamaz. Evet, bugün irşadda bulunanların melâmet yoluna başvurmaları caiz değildir. Belki o günün şartlarında böyle bir şey olabilirdi; bugün o türlü şeylere “Evet” demek mümkün değildir.

Daha sonra melâmet mevzuu, suistimal edilerek meyhanelere, kumarhanelere ve demhanelere açık durur hâle gelmiştir. Bu anlayışı ifade sadedinde: “Orucumuz demhanede, iftarımız meyhanede, bayramımız puthanede, dem bu dem olur.” denmiştir. Bu, melâmetin tamamen şirazeden çıkması ve tefessüh etmesi demektir. Bu arada, o yola ve yönteme, kendi ruhuna uygun mensubiyetini devam ettirenler de vardır. Bir tarikatın âlî şekilde devamının şiarı, Resûl-i Ekrem’den bize intikal eden Sünnet-i seniyyeye riayetidir. Buna göre farzlar hassasiyetle yerine getirilecek, haramlardan kaçınılacak, vaciplerin edasına titizlik gösterilecek, sünnetler üzerinde tir tir titrenecek, müstehaplar yapılacak ve evrâd u ezkâra da devam edilecektir. Hz. İmam Rabbânî’nin ifadesi çerçevesinde, Sünnet-i seniyyeyi ihya etmeden tarikat olmayacaktır.[1] İşte bu şartlar içinde Melâmîlik de başımızın tacıdır.

Son zamanlarda Melâmîlik, bir bakıma pek çok yerde, akidede vahdet-i vücudu temsil eden bir sistem hâline getirilmiştir. Onlara göre “Sen, ben diye bir şey yok, her şey Allah’tan ibarettir.” Hatta meseleyi vahdet-i mevcuda götürmüş ve monistçe her şeyi “bir”e irca etmişler ve bu “bir”in verâsında da her şeyi maddeye irca etmişlerdir. Bu yönüyle de sapmış ve firak-ı dâlleye iltihak etmişlerdir. Amelde ibadet ü taati laubaliliğe bağlamışlar, “Mühim olan huzurdur. Huzurun ve sohbetin kazası olmaz, namazın kazası olur.” demiş, oturdukları yerde –bağışlayın– laklak etmiş, ibadet ü taati geçirmiş, ama laklakı terk etmemişlerdir. Yani günümüzde bazı şubeleriyle Melâmîlik amelde de bir laubaliliğin ad ve unvanı olmuştur. Aynı zamanda Melâmîlik gidip gulat-ı Şiaya iltihak etmiş ve Hz. Ali’nin karşısında yer yer Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve pakdâmen seyyidemiz ve validemiz Hz. Âişe’ye itâle-i lisanda bulunmuşlardır. Hz. Ali karşısında bulunan Hz. Zübeyr ve Hz. Talha’ya çirkin sözler söylemeye kalkışmışlardır. Bu arada Melâmîliğin gerçek ruhuna sahip çıkanlarını tekrar tenzih etmek istiyorum. Onlar beni bağışlasınlar.

Melâmîlik her şey gibi güzel başlamış, fakat zamanla bazı inhiraflarla dinin ruhuna aykırı bir hâl almıştır.

[1] İmâm Rabbânî, el-Mektûbât 1/134 (255. Mektup)
Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.