Mukaddes Azap

İnsanoğlu bu dünyada, kendini bulma, özüne erme uğrunda, tehlikeleri çok, geçidi yok; önünde sarp dağların, derin derelerin bulunduğu upuzun bir yolda, seyahata mecbur edilmiş garip bir yolcudur. O, bilmediği bu uzun yolda, karşısına çıkan güçlüklerle pençeleşerek, sıkıntıları göğüsleyerek, derbentleri aşarak, varıp kendisine gösterilen hedefe ulaşmak zorundadır. Zira böyle bir yolculuk, herkese ancak bir kere nasip olmakta ve her ferdin ölümsüzlüğe ermesi de bu biricik seferle temin edilebilmektedir.

Aslında böyle bir seyahat, sadece insanoğluna mahsus da değildir; belki derecesine göre her yaratık, daha ilk varlığa ererken, böyle çok meşakkatli bir sefer zarûretini de beraber getirir. Sonra da kendine has hüviyete ereceği, özüyle ortaya çıkacağı, hatta bazen ikinci bir varlığa dönüşeceği âna kadar da bir lâhza durup dinlenmeden, kalıptan kalıba dökülür ve şekil değiştirir durur... Izdıraplı, sıkıntılı ve her an birkaç defa ölüp dirilmek suretiyle...

Sular, hararet görmeden buharlaşıp duruluğa eremezler. Tohum, çatlayıp çürümeden sümbül ve başak hayatını netice veremez. Irmaklar çağlaya çağlaya, kayalara çarpa çarpa damınır, saflığa erer ve bulutun gözündeki damlalara denk hâle gelir... Kar-kış olmadan bahar gelmez; gelse de kadri kıymeti bilinmez. Altın, kıymet ve parlaklığını; çelik, mukavemet ve sağlamlığını, içinde eridikleri pota ve kazana borçludurlar. Kemikleşmiş toprak, tepesinde yıldırımların çaktığı nispette, dirilir, kabarır ve binbir çiçeğe dâyelik makamına yükselir. Karanlık, kendi zararına, aydınlıkları bağrında geliştirir; kış, mekiğini, hep bahar hesabına hareket ettirir. Bundandır ki her kışı bir bahar, her geceyi bir nehâr takip eder durur. Ölümler, dirilmek için, ızdıraplar da daha revnakdar bir hayata ermek içindir. Fert, hayatı boyunca, ellibin defa ölüp dirilmekle, 'egonun' karanlık ve yanıltıcı baskılarından kurtularak, rûhda ebediyete ulaşır. Cemaat, çektiği sıkıntılar ve karşısına çıkan gâilelerle pençeleşe pençeleşe pişer, olgunlaşır ve ölümsüzlüğe erer.

Ebedî varlığa ermek için, ölüp ölüp dirilmek ne zevkli; her hırpalanışı bir tenbîh sayarak silkinip kendine gelmek ne hoş; binbir bâdire içinde ümidini koruyarak, geleceği kucaklamak ne büyük kahramanlık!

Yaşadığı hayatı inanç ve şuurla yaşayanlar, düşüncelerinin aydınlığında ümitten kanatlarla, uçar gibi geçer giderler, bu mihnet yurdunu ve onun kandan irinden deryalarını. Bilirler durulup saflaşmak için buraya geldiklerini. Ve bu uğurda, Nesîmî gibi derilerinin yüzüleceğini, Mansûr gibi berdâr edileceklerini. Kahr u lütfu bir bildiklerinden, dermanı dert içinde gördüklerinden, başlarına gelenleri, zevk ve hayranlıkla seyreder ve kat'iyyen paniğe kapılmazlar. Paniğe kapılmak şöyle dursun, her yeni musîbet, onların sînelerinde, değişik nağmeler meydana getiren bir mızrap hâline gelir ve onları yeni yeni heyecanlarla coşturur. Tipi-boran, ulu dağların zirvelerinde ne ise onlar için ızdırap da aynı şeydir. Hatta bir bakıma ızdırapsız yaşamak, onlar için dayanılması güç bir azap ve ölümdür. Hele milletleri muzdarip ve millî değerleri de tahrip edilip duruyorsa!..

Hakk'ın en şanlı kulları, 'bir an belâ-yı dertten cüdâ' kalmadılar. Milletlerinin önüne düşüp onları aydınlığa çıkaranlar da... Günümüze kadar ter ü tâze fikirleri ve orijinal tespitleriyle insanlığın ölümsüz rehberlerinden biri sayılan Ebû Hanîfe, saygısızca hırpalandı, zindanlara atıldı ve inim inim bir hayat yaşadı. Ahmet bin Hanbel, âdi bir insan gibi tartaklandı ve bayağılardan bayağı işkencelere maruz bırakıldı. Hem de yıllarca!.. Serahsî, koca kâmûsunu (el-Mebsût) hapsedildiği kuyu dibinde te'lîf edip meydana getirdi. Ve daha çileli niceleri... Bu olgun rûhlar, âdeta preslerde sıkılıyor gibi işkencelere uğratıldıkça, başları gökler ötesi âlemlere yükseliyor ve aydınlanan gönülleriyle, milletlerin dirilişi yolunda, ebedî birer ışık kaynağı haline geliyorlardı. Campanella, zindanda; Cervantes esarette; Dostoyevski, kürek mahkûmu iken kendilerini keşfedebilmiş ve milletlerinin gönüllerinde ölümsüzlüğe ulaşmışlardı...

İnsanlığa hizmet düşüncesini taşıyan herkes, vazifesinin kutsi, seferin uzun, yolların da yokuş olduğunu ve bu yolda, çeşitli şirretliklerle karşılaşacağını,her köşe başında ölümle burun buruna geleceğini, bir canî, bir serseri gibi hakarete uğratılacağını; hattâ çok defa insanca yaşama haklarından mahrûm bırakılacağını bilip, bu kutsiler yoluna öyle baş koymalıdır. Yoksa, bir kısım çilesiz ham ruhların, çok ehemmiyetsiz sıkıntı ve mahrumiyetlerden ötürü, yol ve yön değiştirme ihtimâlleri vardır.

Âh miskin ruh! Yağmur yağsın, yalnız gök gürlemesin; etraf, zümrüt gibi yemyeşil olsun ama hiçbir tohum çürümesin, hiçbir dâne zâyi olmasın; analar çocuklar doğursun fakat ızdırap ve sancı çekmesin... Yani, feleğin geniş dairedeki çarkı ve hikmetli nizamı senin hendesene göre hareket etsin, istiyorsun!! Hayır, hayır! Sen bu dünyaya sırf keyif sürmek, heva ve hevesine göre yaşamak için gelmedin. İnsânî kabiliyetlerinin inkişâf ettirilmesi, mâhiyetindeki yüceliklerin tomurcuklaşıp ortaya çıkması, içinin aydınlanıp Hakk'ı aksettiren bir ana haline gelmesi için, tekrar tekrar potalara konup ateşe arz edilecek, defalarca iğneli fıçılardan geçirilecek, defalarca ırgalanacaksın!

Yol bu, töre bu, gerisi aldanma ve heves!
'Gevşeklik göstermeyiniz; tasalanmayınız,
İnanıyorsanız mutlakâ üstünsünüz!'
İşte yüreklere derman, diriltici nefes!

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.