Hak Karşısındaki Konumu ve Duruşuyla İnsan (2)

İnsan, Allah'la münasebetlerinin yanında, Hakk'ın "emanet" dediği mükellefiyetin de biricik emanetçisi konumundadır. Keza, hilâfet pâyesi zımnında, mahlûkat üzerinde tasarruf ve hükümranlık hakkı da yine niyâbeten ona tevdî edilmiştir. Bu itibarla da, bütün mazhariyet ve mükellefiyetlerinin yanında ona emin, sadık ve ismet gayreti içinde olma gibi sorumluluklar da yüklenmiştir. O, Allah'a karşı emin, doğru; insanlara karşı güvenli, mûtemet; kendisine karşı sorumlu ve afîf; elinin altındaki her şeye ve herkese karşı da merhametli ve güvenilir olmalıdır ki, aslında hilâfet ruhu da işte bu esaslar üzerinde dönüp durmaktadır; dahası, insanoğlunun diğer canlılardan farklılığı da büyük ölçüde yine bu hususlara dayanmaktadır. İşte bunlarla o, varlık üzerindeki gerçek fâikiyetini ortaya koymuş olur. Bunlar sayesinde, hayatını gönlünün çizgisinde sürdürür. Bunlarla, ötelere ait istek ve beklentileriyle tavırları arasındaki farklılığı aşar.. ve bunlarla kendisine olumsuz bakanlara en ikna edici cevaplar vermiş olur.

Aksine o, böyle bir güven, doğruluk ve ismet gayreti sergileyemez, kendisine emanet edilen mâhiyet-i insaniyeyi insana yakışır şekilde koruyamaz, zâhir-bâtın hâsselerini yaratılış gayesi istikametinde kullanmaz/kullanamaz, din ve dünya işlerinde Hak rızasına kilitlenip elinden geldiğince mefsedetlerden uzak duramaz ve başta insanlar olmak üzere herkese, her şeye karşı bir halife ve emanetçi gibi titiz davranmazsa, potansiyel olarak yeri "a'lâ-yı illiyyîn" iken, bir hain, bir gâsıp, bir şakî, bir mütecaviz gibi aşağıların aşağısı mânâsına "esfel-i safilîn"e yuvarlanıverir.

Evet, bir insanın gerek ilâhî hak ve vazifeleri, gerek kendine karşı sorumluluk ve vecibeleri, gerekse başkalarının haklarına saygılı davranması... gibi hususların hemen bütünü onun insan olma farklılığıyla dünyaya gönderilmesine terettüp eden sorumlulukları cümlesindendir. Ne var ki, bunlara tam riayet edebilme de büyük ölçüde vicdanın hayatiyetine ve genişliğine kalmış bir şey. Vicdanı dar kimselerin bu sorumlulukları arızasız yerine getireceklerini beklemek beyhûdedir.

Vicdan, cehalet, kibir, gurur, bencillik gibi şeylerle daralır, büzüşür ve bir hodgâmlık dehlizine dönüşür. Vicdan genişliği, ilim, mârifet, muhabbet, mehâfet ve diğergâmlık hisleriyle mâmur gönüllere Allah'ın semâvî bir armağanıdır. Bir vicdan, bilgiye âşık, mârifet tiryakisi, muhabbet soluklu ve Yaratan'dan ötürü herkese karşı da alâka duyuyorsa, o vicdanda içtimaî ruh belirmeye başlamış demektir ki, biz buna vicdan genişliği veya inkişafı diyoruz. Böyle bir ruh-u içtimaîye, insanın her türlü bencilce tavırlardan sıyrılarak isminin özündeki ünsiyete yönelmesi demek de mümkündür. Böyle bir ünsiyetle o, Rabbini "Celîs ü Enîs" görür, O'ndan gelen rahmânî teveccühlerle bütün varlığın ünsiyet solukladığını duyar gibi olur. Her şeye ve herkese hep sıcak mukabelede bulunur. Derken, sadr u sinesi cihanları istiâb edecek kadar genişler; buna karşılık, ruhunda kibir, gurur, bencillik alanları da daraldıkça daralıverir. Bu suretle o, bir mahviyet ve tevazu insanı hâline gelirken, ferdî muhiti de birdenbire rûhânîlerin atmosferine dönüşür ve o atmosferde sürekli rûhânîlik esintileri duyulmaya başlar.

Aslında bir içtimaî heyette genişlik ve kuşatıcılık fertten başlar; fert, engin ruhlu ve engin vicdanlı ise, toplum da aynıyla o mükemmeliyeti aksettirir. Fert, duyguları itibarıyla dar, düşünceleri benlik çıkmazında ve mülâhazalarında da egosunu aşamıyorsa, bu tür parça ve parçacıklardan sağlam bir heyetin oluşması düşünülemez; hele büyük ve yüksek bir milletin teşekkülü asla.! Zira bir toplumu hakiki mânâda büyüten, yükselten, o toplumu meydana getiren fertlerdeki içtimaî ruh genişliğidir.. ve o toplumun istikbal vâdetmesi, uzun ömürlü olması ve devletler arası muvazenede kayda değer bir hizmet görmesi de böyle bir ruh-u içtimaîye bağlıdır. Düşünce ufukları itibarıyla fertler kendi egolarını aşamamış, aşanlar da bunu gerektiği gibi seslendirememiş, seslendirip mensup oldukları heyet-i içtimaiyenin her kesimine mâl edememişlerse, böyle bir milletin zamanla kuruması, çözülmesi ve başkaları tarafından yutulması kaçınılmazdır. Tarihinin en karanlık ve en perişan günlerini yaşayan, bahtsız bir coğrafyanın zamanzede çocuklarının bugün, bunun en acı örnekleriyle yüz yüze bulunduklarını söyleyebiliriz.

Bizim dünyamızda bu olmamalıydı; zira, iman gibi dünyaya meydan okuyacağımız bir dinamiğimiz vardı. Bediüzzaman'ın ifadesiyle "İman hem nur, hem kuvvettir; hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir." Ama, ihtimal iman hususunda bizim ciddî bir kısım problemlerimiz var; bunlar, imanın o yenilmez gücünü belli ölçüde sarsıyor, belki de kırıyor ve İslâm'la tam bütünleşmemize, onu tabiatımızın bir derinliği hâline getirmemize mâni oluyor. Dolayısıyla da, sürekli bencilliğimize takılıyor; gururumuzla, kibrimizle, kendi güç kaynaklarımızı hebâ ediyor; çıkar duygularımız, şöhret marazımız, makam hırsımız, kaba kuvvet kullanma zaaf ve boşluğumuz bizi, içinde bulunduğumuz toplumdan koparıyor, vicdan ufkumuzu daraltıyor ve ruh-u içtimaîmizi öldürüyor. Öyle ki, bir türlü millet fertleriyle yürekten bir araya gelemiyor, onları kendimiz gibi duyamıyor, zevk-elem paylaşamıyor, aksine sürekli taarruz duygularıyla oturup kalkıyor ve birbirimizi yiyip bitiriyoruz.

Oysa bir zamanlar, hep aynı şeylere inanıyor olmamız bizi birbirimize sımsıkı bağlıyor, ibadetlerimiz her gün birkaç kez bizi yan yana getiriyordu. Yüksek mefkûrelerimiz ve Hakk'a adanmış ruhlarımız sayesinde hem Hakk'a hem de halka her zaman yakın duruyorduk. Allah'a kul olma duygumuz bizi şuna-buna kulluk zilletinden kurtarıyor ve bize hakiki hürriyeti soluklama imkânı veriyordu. Düşünce ve inanç dünyamız itibarıyla âdeta bir hülya âlemi yaşıyorduk: Namaz kılıyor, Allah'a intisapla soluklanıyor; oruç tutuyor, O'nun yakınlığına yürüdüğümüzü hisseder gibi oluyor; zekât veriyor, kendimizi Allah'ın lütfettiği mal-mülk üzerinde birer emanetçi gibi görüyor ve karşı tarafa minnet etmeye bedel, hakkını alıp bizi sorumluluktan kurtardığı için minnettarlık duyuyor.. ve hemen ferdî her vazifemizde çevremize ipekler gibi yumuşak davranıyor, herkese sımsıcak mesajlar gönderiyor ve ömrümüzü ruh-u içtimaînin o ferah-fezâ ikliminde Cennet'e ermişler gibi geçiriyorduk. Herkesle beraberdik, acılarımızı bugün duyduğumuz ölçüde asla hissetmiyorduk ve vicdanlarımızın vüs'ati sayesinde, içten içe toplumun her yanında üfül üfül huzur esiyordu. Kibir târumâr, bencillik paramparça, gurur ayaklar altında, kıskançlık kapı kapı kovulan bir lânetlik, kin, nefret şeytana ve şeytanî evsafa karşı caydırıcı bir silah gibiydi ve her yanda bir kardeşlik ruhu nümâyândı.

Aslında, Hakk'ın azamet ve kibriyası karşısında, "konumum ve durumumun icabı bu olmalı" deyip el-pençe divan duran, ayağını bastığı aynı noktaya iki büklüm olup yüzünü süren ve kendini insanlardan bir insan görerek onlarla beraber bulunmayı millî ve içtimaî ruhun gereği sayan birinin, insanı küçülten, onun vicdanını daraltan ve mâhiyet-i insaniyeyi cismâniyetin dar zindanına hapseden gururla, kibirle, bencillikle, hırsla, kinle, nefretle ne alâkası olabilir ki ve olamamalıdır da. Bunun yanında o, başkalarına karşı da zillet göstermemeli ve hiçbir kimseye serfürû etmemelidir. Zira o, günde birkaç defa koşup Allah'ın huzurunda yerlere yüz sürmesine rağmen âzam-ı mahlûkata baş eğmeyecek kadar aziz ve sultanlar karşısında eğilmeyecek kadar da hürdür. Başta namaz olmak üzere ibadetleriyle o bir miraç yolcusudur; miraç ise, semalar ötesi, ötelerin de ötesi âlemlere yükselmenin unvanıdır. Her gün birkaç kez secdeleriyle melekler burcuna yükselip rûhânîlerle selâmlaşan, yürüyüp Hakk'a kurbet ufkuna ulaşan bir gönül eri, artık bulacağını bulmuş, bütün mevhum ve bâtıl şeylerden de kurtulmuş demektir. Böyle biri için ne sultanların ne kralların ne de imparatorların hiçbir önemi yoktur. Çünkü o, her gün lâakal kırk defa "Malik-i yevmi'd-din" unvanıyla Sultanlar Sultanı'na intisabını dillendiren bir hürdür ve bu hürriyeti de alınıp satılmayacak, hiçbir şeyle değiştirilmeyecek kadar semâvî bir kıymeti hâizdir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.