Fizik Ötesi Âlemler (2)

Kürsî:

Oturulacak özel yer, taht, kaide mânâlarına gelen ve Arş-ı A'zam'ın altında 'mevzi-i kademeyn' konumunda, kâinatı muhit bir âlem-i mânevînin unvanı bulunan Kürsî, müfessirîn-i kirâma göre, Cenâb-ı Hakk'ın hükümlerinin tecellî ve icra alanı olup Arş'ın bir alt tabakası kabul edilmiştir. Arz u semadaki her nesne ve herkes, ecrâm-ı ulviye ve onların kendilerine lâyık sekenesi Kürsî'nin ihata dairesi içindedir. Bu itibarla insan, varlık ve bütün âlemler bu Kürsî'de mütecellî ahkâm ve evâmirle sıkı sıkıya bağlıdırlar. Ahkâm, her şeye hâkim Kürsînin Sahibi'ne ait; emirler O'ndan; görüp gözetme de O'nun şe'n-i rubûbiyetinin muktezasıdır. Bütün harekât ve şuûn O'ndandır ve O, bütün bunlardan haberdardır; usûlünden-fürûundan, küllîsinden-cüz'îsinden, nefîsinden-hasîsinden, gizlisinden-açığından... bilir göklerdekileri ve gökler ötesindekileri, bildiği aynı anda gönüllerde oluşan his ve heyecanları, kafalardaki düşünceleri ve damarlardaki deverânı.. O, var ettiği her şeyi görür-gözetir, evirir-çevirir, değiştirir-başka kalıplara ifrağ eder de, Kur'ân'ın ifadesiyle, ne yorulur, ne de uyuklar; Arş'ı sıfât-ı sübhaniyesine bir taht-ı perdedar yapar, Kürsî'yi de icraat-ı rubûbiyetine bir makarr. Yaratır yarattıklarını, devam ettirir hayatı-memâtı; görür ve gösterir Kürsî'den Hayy u Kayyûm olduğunu...

İlk müfessirlerden günümüzün tefsircilerine kadar İslâm uleması, teferruattaki farklılık mahfuz, Kürsî hakkında şu mütalâalarda bulunmuşlardır:

Kürsî, arzî semanın fevkinde ve fakat Arş'ın altında bütün kâinatı kuşatan, 'mevzi-i kademeyn' olarak yâd edilen bir payitaht zamanıdır. Onun yapı unsurları, maddî âlemin temel taşlarından farklı; ne atom, ne elektron, ne anti-atom ve anti-elektron, hatta ne de iyon, Allah'ın bilebileceği fizikötesi bir mevcut.. o bir cisimdir ama, bildiğimiz cisimlerden değil; bir mâhiyet sahibidir fakat, idrak ufkumuzu aşkın bir keyfiyeti haizdir.. cisim, cevher, araz olmadığını da söyleyebiliriz; ancak Zât-ı Ulûhiyet'in selbî sıfatları kabul ettiğimiz bu evsâfı, en aşkın varlıklar için dahi kullanmayı düşünmeyiz/düşünemeyiz ve bunu bu şekliyle itikadî bir konu gibi görürüz.

Kürsî, hem varlığı kuşatan hem de kevn ü mekânlarla müşterek mütalâa edilen, tefsircilerin ifadesiyle, hem muhît hem de muhât -Bediüzzaman'ın Arş mevzuundaki zâhir-bâtın mütalâaları hatırlansın- bir mâhiyet-i muallâya sahiptir. O tahtın sahibine gelince, O'nun için ne zaman, ne mekân ne de cihet söz konusudur:

'Ne göklerde ne yerlerde,
Ne sağ u sol ne ön ardda,
Cihetlerden münezzehtir
Ki hiç olmaz mekânullah.' (İ. Hakkı)

Arş O'nun arşı, Kürsî O'nun kürsîsidir ama O Müteâl Varlık'ın bunlarla münasebeti oturma, kurulma, yerleşme, tahayyüz etme ve ihtiyaç duyma şeklinde değildir. O, bildiğimiz varlık türlerinden değildir. Vücudu hakikî bir vücud ve kendindendir; ulema-i İslâm'ın ifadâtıyla, 'Vâcibü'l-Vücud'dur; zıddı, niddi ve misli yoktur. Kürsî ise bir mânâda O'nun emirlerinin tecellî ve tenfiz mahallidir ve bizim için arka planları kavranamayan nâkabil-i idrak hakikatlerden bir hakikat ve hayret duygularımızı tetikleyen bir muallâ duraktır. Şimdiye kadar onunla alâkalı pek çok şey ifade edilmiş ise de, bu yorumların hiçbirinin onun mâhiyet-i nefsü'l-emriyesini aksettirdiği söylenemez. Söylenenler yanlış değildir ve idlâl ifade etmemektedir. Ama murad-ı ilâhî açısından, o hakikat-i uzmâya 'delâlet-i bi'l-mutâbaka' ile delâlet ettiği de iddia edilemez.

Kürsî'ye, şu madde âleminde varlığa ait bütün hususiyet ve ahvâlin tecellî ve zuhûr mahalli de demişlerdir ki, bilcümle ulvî âlemler ve onların bağrında gerçekleşen oluşumlar, tebeddüller, tagayyürler, teşekküller, televvünler orada mütecellî emir ve ahkâma bağlı bir vetire içinde cereyan etmektedir: Zerreler, kaderî bir programla o Kürsî'den akseden emir ve irade ile döner dururlar; yıldızlar, sistemler orada mütecellî ahkâma göre ahenk içinde varlıklarını sürdürürler; melekler, ruhanîler gözleri orada evâmir-i tekvîniye ve teşrîiyeyi yerine getirirler; hâsılı, mikro âlemden makro âleme varlık oradan sâdır olan emirlerle yürür, orayla irtibat sayesinde ahengini korur ve kendine göz ucuyla baksa da bütün benliğiyle oraya müteveccihen yaşar.

Eski astronomi ve Batlamyus mülâhazaları çerçevesinde Kürsî'yi yorumlayanlar onu sekizinci semâ tabakasında 'sâbit âlemler ufku', Arş'ı da dokuzuncu semâda 'felek atlası' şeklinde yorumlamışlardır. Bu onların ilmî ufukları itibarıyla kendi anladıkları.. Nebiler Sultanı'nın beyanına göre Arş da Kürsî de onlara bağlı hakîkatler de bizim kıstaslarımız açısından ihata edilecek türden değildir.. ve şu şekilde-bu şekilde onlara birer keyfiyet belirlemek de bizi aşar. İnsanlığın İftihar Tablosu, Kürsî'nin mâhiyet-i nefsü'l-emriyesinin azametini ifade sadedinde: 'Bütün kâinatlar Kürsî'ye nisbeten çöle atılmış bir halka mesabesindedir.' buyurur. Bu bir ihata, muhteva, fonksiyon, meclâ ve mir'âtiyet, tabiî bilâtemekkün ve bilâtahayyüz bir taht-ı Rabbanî olması itibarıyladır; bu açıdan da Arş'ın altında ondan daha muallâ ve azametli bir şey yok demektir.

Vâkıa, bazı fuhûl-ü ulema Kürsî'yi kendi azameti ve Arş'ı da o baş döndüren ihtişamıyla kabul etmenin yanında birincisini mekânî, ikincisini de zamanî görmüşlerdir. Bu, zaman ve mekânın birer hakikat-i sâbiteye nisbeti mânâsında bir yaklaşımsa kimsenin buna diyeceği bir şey olamaz ve böyle bir yorum Arş u Kürsî'nin zaman ve mekân üstü birer hakikat olmalarına da mâni değildir. Ayrıca böyle bir ifade ile onların zaman ve mekân üstü olmalarındaki izafîlik kastediliyorsa ona da bir şey denemez; zira mutlak zaman ve mekândan münezzehiyet Zât-ı Ulûhiyet'in selbî sıfatlarındandır ve başka bir şeyin O'nunla o hâsse-i lâzimeyi paylaşması asla söz konusu değildir.

Hâsılı, Kürsî, ilâhî saltanat ve hâkimiyetin bir mahall-i tezahürü, ilm-i muhît-i Rabbanînin bir meclâsı, mazhar-ı hâssı ve zihinlerimizde o sonsuz kudret, irade ve ilmi ihsas etmenin kaynağı mânevî ve nuranî bir taht-ı Rahmân u Rahîm'dir.

Yüksek bir nisbeti ifade etme adına Kâbe-i Muazzama'ya 'Beytullah' dendiği gibi nisbetlerinin ulviyeti, ihtiva ettikleri mânâların vüs'ati ve fonksiyonlarının enginliğiyle, Arş'a 'Arşu'r-Rahmân', Kürsî'ye de 'Kürsî-i Rabbanî' denmiştir. Ne denirse densin maksat, o ulvî nisbetle ulûhiyetin azametini ifade, büyük-küçük kâinatların O'nun taht-ı tasarrufunda bulunduğunu da ifhamdır. Meseleye böyle yaklaşmayıp da gereksiz teferruata girdiğimiz takdirde haddimizi aşmış ve mahiyetlerini tam kavrayamadığımız hakikatlere saygısızlıkta bulunmuş oluruz.

Evet, kâinatları kaplayan bir Kürsî vardır.. ve bu Kürsî tasavvurlar üstü müteâl bir taht-ı Rahmân u Rahîm'dir. Bütün eşyâ ve şuûn orada tecellî eden ilâhî emir, irade, kudret ve meşietle varlığa ermekte ve mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Ancak biz kat'iyen o Kürsî'nin hakikatini bilemediğimiz gibi arka planındaki esrâr-ı ulûhiyete de akıl erdirmemiz mümkün değildir. Sofîler Kürsî'yi kudret-i ilâhiyenin zuhûr ufku, emir ve nehy-i Rabbanînin ifâza mahalli ve esmâ-i fiiliyenin de ilk matlaı görmüşlerdir.. görmüş ve acz u fakr mülâhazasıyla o kudrete yönelmeyi yenilmezliğin sırrı saymış, emr u nehiy mevzuundaki duyarlılığı Sahib-i Kürsî'ye vefanın gereği bilmiş ve bütün varlığı da esmâ-i ilâhiyenin tezahürü, mahall-i tecellîsi ve armonisi şeklinde duymuş ve zevk etmişlerdir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.