Feth-i Karîb, Feth-i Mübîn ve Feth-i Mutlak

Feth; açma, açılma ve küşâd etme mânâlarının yanında, ülke fethetme, fâtihlere ve fethedilen ülke halkına yeni ufuklar açma anlamına da gelmektedir. Fâtih, başta İstanbul olmak üzere değişik yerleri fethettiği için kendisine bu unvan-ı âlî verilmiştir. Bütün bunların ötesinde onun en önemli fethi, kalbî ve ruhî hayatı itibarıyla kendi iç dünyasını fethedip Allah ile derin bir münasebet içinde bulunmasında aranmalıdır. Kendisi bu münasebeti ne hoş ifade eder:

"Enbiyâ vü evliyâya istinâdım var benim,
Lütf-u Hak'tandır hemen ümmîd-i feth u nusretim."

Ehl-i tahkik indinde feth, Fettâh ism-i şerifine bağlı değişik buudlarda farklı açılımların gerçekleşmesi şeklinde yorumlanmıştır ki çekirdekteki ukde-i hayatiyenin açılıp inkişaf etmesiyle rüşeyme yürümesinden, döl yatağında yumurtanın harika bir vetîre takip etmesine; şu koskocaman kozmozun mini bir nüveden meydana gelmesinden, bütün kevn ü mekânların onca fetk u retkından1 sonra uhrevî âlemlerin baş döndüren o muhteşem saraylarına dönüşmesine, dönüşüp iç içe farklılıklar arz etmesine kadar bütün şuûn, o feth-i ilâhînin birer tecellî ve tezâhüründen ibarettir.

"Karîb" kelimesi yakın mânâsına, "mübîn" sözcüğü açık anlamına gelmektedir. "Mutlak" lafzı ise kayıt altına girmeme hakikatine delâlet etmektedir. Ne var ki bu kelimeler, sofiyece sözlük anlamlarının dışında çok daha farklı mânâlar ihtiva etmektedirler; etmekte ve feth-i ilâhînin enfüs âleminde belli tezâhürlerini işaretlemekte, yolun hakkını verenler için de ilâhî tecellîler sağanağına îmâda bulunmaktadırlar.

Feth-i ilâhîye gelince o, ahsen-i takvîme mazhariyetinin hakkını edâ etmiş hak erine Cenâb-ı Hakk'ın özel bir teveccühü ve bir fazl-ı husûsîsidir. Bu sayede sâlikin kalbinde ve ruhunda öyle bir nur, öyle engin bir mârifet hâsıl olur ki, böyle bir mazhariyet ne iç içe çilelerle ne de başka bir yöntemle kat'iyen elde edilemez. Feth-i ilâhîye mazhar böyle bir hak yolcusu, upuzun erbaînlerle ulaşılabilen "fenâ fillâh" ve "beka billâh maallah" merâtib-i mübarekesine bir hamlede urûca muvaffak olur; olur ve âdeta binlerce kilometrelik bir mesafeyi bir anda katediyor gibi, bir ân-ı seyyâle vücûd-u envere mazhariyeti sayesinde sâniye-i vâhidede nefisten kalbe, kalbden ruha ve ruhtan gayb-ı mutlaka yürür, yürür ve âdeta mukarrabîn meleklerle atbaşı hâle gelir.

İlâhî fazl olan böyle bir mazhariyete; gayret, himmet, mârifet ve aşk u muhabbet... gibi hususlar birer sebep teşkil etseler de, burada esas olan, ilâhî teveccüh ve takdirdir. ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ - "Bu, Cenâb-ı Hakk'ın kuluna ekstra ve sürpriz bir ihsanıdır, böyle bir ihsanı da O, kullarından dilediğine lütfeder." (Hadîd sûresi, 57/21) İşte böyle bir feth-i ilâhî, herhangi bir kimsenin vesâyetine girmeden ve nakil tarîkiyle şundan-bundan hiçbir şey almadan, hitabete, kitâbete başvurulmadan Hakk'a açık ve musaffâ latîfe-i rabbâniyeye bilâ vasıta akan bir feyz-i rabbânî ve bir lütf-u sübhânîdir. Böyle bir fütûhât, enbiyâ-ı izâm efendilerimizde her zaman nübüvvet televvünlü, evliyâ-i fihâm hazerâtında da vilâyet dalga boylu tecellî şeklinde olagelmiştir. Bu mazhariyet ve feth-i ilâhî ile onlar, kendi iç dünyalarındaki fetihlerin yanında, mucize ve keramet şeklinde Hakk'ın yaratmasıyla meydana gelen harikalarla da pek çok müstait fıtratın fethe mazhariyetine vesile olmuşlardır.

Kur'ân-ı Kerîm, "feth-i karîb", "feth-i mübîn" der, onları mutlak bırakır ve yorumunu da temel disiplinlere bağlılık çerçevesinde muhakkıkînin idrakine emanet eder. Bazılarına göre نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَرِيبٌ - "Allah'tan bir yardım ve yakında gerçekleşecek bir fetih..." (Saff sûresi, 61/13) fermanındaki fütûhât, kalblerin inkişafından bütün insanlığın irşad ve tenvîrine kadar çok geniş alanlı bir hakikatin ifadesi; إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبِينًا - "Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik." (Fetih sûresi, 48/1) beyan-ı sübhânîsiyle ifade edilen feth-i mübîn, iç derinlik ve enginliği işaretleyen daha büyük bir inayetin remzi; إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُ - "Cenâb-ı Hakk'ın yardım ve zaferi geldiği zaman..." (Nasr sûresi, 110/1) âyetiyle ifade edilen hakikat ise feth-i mutlakı gösteren, o Sevgililer Sevgilisi'ne asliyet planında, ümmetine de zılliyet planında Hazreti Rahmân u Rahîm'in büyüklerden büyük bir ihsan ve teveccühünün îmâsıdır.

Sofîler bu fetihleri daha farklı açılımlarıyla ele almışlardır. Ezcümle, feth-i karîbi, melekût ve melekût ötesine açılma şeklinde yorumlamışlardır ki, bu yüce pâyeye mazhar hak yolcusu, bir bir bütün esbap perdelerini aşar ve min vechin O'na ulaşır, ulaşır da kendi sa'y, gayret ve ef'âlini, damlanın deryada kaybolması gibi ilâhî ef'âl içinde muzmahil görür ve وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ (Sâffât sûresi, 37/96) hakikatiyle soluklanmaya durur. Kezâ sofîler, feth-i mübîni de feth-i ceberûtun değişik bir unvanı saymış ve bu pâyeyi ihrâz eden hak yolcusunun sıfatlarının, evsâf-ı ilâhiye karşısında görünmez, bilinmez ve duyulmaz hâle gelmesi şeklinde yorumlamışlardır ki, kurb-u nevâfil kahramanlarıyla alâkalı ifade buyurulan: "Ben onların gören gözleri, işiten kulakları, tutan elleri... olurum" yüce hakikati bu pâyeyi işaretliyor gibidir. Bütün bunların ötesinde bir de feth-i mutlak vardır ki, şâhikalar üstü şâhika sayılan bu pâye, sır ufkunda feth-i lâhûtî-i Zât'tır ve bizim için nâkabil-i idraktir.

Bütün bunlardan anlaşılan diğer bir husus da şudur: Esmâ ve ef'âl-i ilâhiye sıfât-ı sübhâniyeye, onlar da Zât-ı Zîşân'a perde oldukları gibi, bir mânâda kalb ruha, ruh da sırra hicap mâhiyetindedir. Bütün bu hicapların bir bir aralanması, hatta tamamen kaldırılması sayesindedir ki, her şey işte o zaman (min haysü hüve hüve) duyulup görülür ve gayb iken ayân olur.

İsmail Hakkı Bursevî gibi bazı mutasavvıfîne göre, bu fetihlerin hemen hepsi, sâlikin kalbî, ruhî ve sırrî hayatı itibarıyladır. Feth-i karîb ufkunda zuhûr eden bütün nurlar, sırlar, sıfatlar âleminden; feth-i mübînde tebellür eden envâr ve esrâr, isimler âleminden; feth-i mutlaktaki ihsaslara çarpan şuâlar ise âlem-i Zât'tandır. Bu tevcîhe göre -burada bazıları sıfât yerinde esmâ, esmâ yerinde de sıfât tabirini kullanmışlardır- ruhanî miraçta evvelâ sıfât nurları, sonra esmâ-yı ilâhiye envârı, bunların nihayetinde de Zât-ı Hak şuâları duyulur ve hissedilir. Aslında bu sırlı hususu, şöyle açıklamak da mümkündür: Feth-i karîb ufkunda seyahat eden sâlik, ilâhî mârifetin ziya tayflarını latîfe-i rabbâniye mertebesi itibarıyla duyar; o ufkun atlas iklimini ruh zirvesinden temâşâ eder; bî kem u keyf Rahmânî hakaikı ise, sır ve daha ötesi şâhikalardan tarassut etme bahtiyarlığına erer. Denebilir ki, bu güzergâhta sâlike ilk armağan, onun kalb ufkuna otağını kurmasına; ikincisi, ruh zirvesini ihrâz edip mârifet-i kâmileye ermesine; üçüncüsü ve en büyüğü ise, Hakikatler Hakikati mertebesine yönelmesine bahşedilen teveccühlerden ibarettir. Bu açıdan da, hakikat ehlinin kemâlâtına hakikî ve diğerlerininkine de izafî nazarıyla bakılagelmiştir.

Bu farklı mertebelerle alâkalı diğer bir mülâhaza da şöyledir: İlk basamak, şeriat ve diyânetle insan tabiatının ıslah edilmesi; ikinci basamak, seyr u sülûk-i ruhâniyle nefsin tezkiyeye tâbi tutulması; üçüncü basamak, ruh ve kalbin tasfiyesiyle sır ufkuna ulaşılmasından ibarettir ki, bu sayede his ve şehvet, yerlerini iffet ve istikamete; heva ve heves, hidayete; cehalet ve gaflet de hakikat-i ulyâya bırakarak hak erine hakîkî insan olma yolunu açarlar.

Burada, feth-i karîble ve daha sonra feth-i mübîn ve feth-i mutlakla alâkalı İsmail Hakkı Bursevî Hazretlerinin mülâhazalarını arz etmeden de geçemeyeceğim. O, feth-i karîble alâkalı nazmen şunları söyler:

Hangi dil ki buldu Hak'tan nusret-i feth-i karîb,
Gitti zillet, geldi âhir izzet-i feth-i karîb.
Yıkmayınca şol hisar-ı nefsi darb-ı zikr ile,
Hâsıl olmaz ehl-i cehde kudret-i feth-i karîb.

Hazrete göre feth-i karîb, latîfe-i rabbâniye ile Hakk'a yönelerek, ef'âl ve âsârını, ilâhî ef'âl ve âsârın birer gölgesi görerek yol başı tevhîd tasavvurları yaşamaktır. Feth-i mübîn ise, ruh ufkundan nefis sırlarını Hakk'ın sıfât tecellîleri karşısında duyup hissetmez hâle gelerek nefse ait bütün perdeleri aşıp, sıfatların ihâta alanı sayılan ceberût zirvesine ulaşmaktan ibarettir. Buna, nefsin esfel-i sâfilînden sıyrılarak önce kalb menziline, sonra da ruh semâlarında tayerânı da diyebiliriz. Bu itibarladır ki, nefis, makamının kemâli kalb zirvesi ve ruh şâhikası mertebelerinden geçerek, tabir-i diğerle, levvâme, mutmainne, râdıye mertebe ve tabakalarını aşarak kendi arş-ı kemâlâtına otağını kurması ve ruh ufkuna açık durması sayesinde zirve yapar ve sır şâhikalarını hecelemeye durur. Böyle bir terakkînin devamıyla da ruha ait envâr u esrâr bütün bütün kalbi istilâ edince feth-i mutlak semasına yol görünmüş olur.. ve yine Hazretin ifadesiyle işte o zaman:

Nefs-i emmâre hisârı serteser vîrân olur
Kalb-i uşşâka olursa yâver feth-i mübîn

Evet, bu ufku ihrâz ettikten sonradır ki sâlik, vicdan mekanizmasıyla bütün nefsânî, hevâî, hissî zincirleri kırarak kulluğu tam bir ihsan şuuruyla taçlandırır ve gerçek hürriyeti soluklamaya başlar.

Feth-i mutlak, sâlikin, kendine ait göründüğü halde zâtî olmayan her şeyi Zât-ı Hak'ta ifnâ edip bütün bütün lâhûtî hakaika açılması demektir. Böyle bir feth, istidatların tefâvütü mahfuz, vahdet kapısının aralanması ve min vechin şuhûd-u Zât ve nûr-u Ehadiyetin -ihtisaslara emanet- zevkî ve hâlî tebellüründen ibaret görülmüştür. İşte ilâhî nusret ve fethe erme makamı da bu makamdır. Bu pâye ile alâkalı da Hazret nazmen şunları söyler:

Nusret-i hakkı bulanlar buldu feth-i mutlakı,
Cümleden fâni olanlar buldu feth-i mutlakı.
Bu fenâ meydanı içre dâima serbâz olup
Ölmeden evvel ölenler buldu feth-i mutlakı.

Böyle yüksek bir pâyenin kahramanları, gözlerini açar-kapar hep O'nu hecelerler.. âdeta O'ndan başka hiçbir şey görmez, gördüklerine de hayal der geçerler ki, bu yüce pâyeyi dillendiren bir âşık-ı sâdık da hislerini şöyle seslendirir:

خَيَالُكَ فِي عَيْنِي وَذِكْرُكَ فِي فَمِي
وَحُبُّكَ فِي قَلْبِي فَأَيْنَ تَغِيبُ

(Gözümde hep Senin hayalin, ağzımda hep Senin yâdın; kalbimde hep Senin muhabbetin, Sen nerede benden gayb olacaksın ki!..)

اَللّٰهُمَّ الْفَتْحَ الْقَرِيبَ وَالْفَتْحَ الْمُبِينَ
وَقُرْبَكَ وَمَعِيَّتَكَ وَمَحَبَّتَكَ
وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى أَشْرَفِ الْخَلْقِ مُحَمَّدٍ
سَيِّدِ الْأَنَامِ وَعَلَى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.