Haberî Sıfatlar

İtizar:

Esmâ-i ilâhiye ve sıfât-ı sübhâniyenin ifade edilmeye çalışıldığı bölümde haberî sıfatlara da temas edileceği sözü verildiği hâlde, her nasılsa, bir zühûl eseri olarak bu hususun unutulmuş olduğunu sonradan fark ettik.. fark ettik ve bir ihtiyaca binaen değil de sırf verilen sözü yerine getirmek için icmâlen de olsa şu üç-beş satırı karalama lüzumunu duyduk. Okurlarımızın bizi bağışlayacağını umarız.

***

Haberî sıfatlar, hem Kur'ân'da hem de Sünnet'te çokça zikredildikleri hâlde, zahirî mânâları itibarıyla Zât-ı Hakk'a nisbetleri uygun düşmediğinden konuyla alâkalı farklı yorumlara gidilmiş ve bazıları için mezelle-i akdâm olmuş 'usûlü'd-dîn' mesâilindendir; evet, müteşâbihât türünden sayılan bu kabîl sıfât-ı sübhâniye bazı dikkatsizlerce kelime mânâları itibarıyla yorumlanarak bazen ifratlara girilmiş, bazen de tefritlere düşülmüş ve her iki durumda da bir imtihan olarak bazı kimselerin kaybetmelerine ve dalâlete düşmelerine sebebiyet vermiştir. Bazılarının farklı düşüncelere saptığı böyle bir konuda yoruma kapalı olan selef, temkin edalı tevakkuflarında, yoruma açık halef de tevillerinde hep saygı ve edep yolunu seçerek, nefy ü inkâra sapmadan, teşbîh ü tecsîme girmeden orta bir yol takip etmişlerdir.

Haberî sıfatları hem Kur'ân-ı Kerim'de hem de Sünnet-i sahîhada görmek mümkündür: وَجَآءَ رَبُّكَ 1 'de geçen 'mecî'; أَنْ يَأْتِيَهُمُ اللّٰهُ 2 fermanındaki 'ityân'; اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى  3 beyan-ı sübhanîsindeki, kelime mânâsı itibarıyla hâkimiyet altına alma, kontrol etme, yüceliğini ve yüksekliğini ortaya koyma, mâlikiyet ve kudretini ifade etme mânâlarına gelen 'istivâ'; وَيَأْبَى اللّٰهُ4 cümlesindeki 'ibâ'; كَتَبَ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ  5 , وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِي 6 ... âyetlerinde ve أَنْتَ كَمَا أَثْنَيْتَ عَلَى نَفْسِكَ 7 , إِنِّي حَرَّمْتُ الظُّلْمَ عَلَى نَفْسِي8 hadislerinde geçen 'nefs'; وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ 9 gibi ayetlerdeki öfkelenme ve intikam alma mânâlarına gelen 'gazap'; يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ  10وَأَنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّٰهِ  11 âyetlerindeki kuvvet, mülk, ahd ü inayet anlamlarındaki 'yed'; كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلاَّ وَجْهَهُ  12وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ13, إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّٰهِ  14 ayât-ı beyyinâtındaki yüz, zât ve rıza mânâlarındaki 'vech'... gibi sıfatlar bu cümledendir. Dahası bazılarına göre, إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ  15 gibi âyetlerdeki 'kavl'; وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ16 beyanındaki 'teklîm'; إِنَّ اللّٰهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ 17 ferman-ı sübhanîsindeki 'sem' u basar'; وَاللّٰهُ مَعَكُمْ  18 beyanından münfehim olan 'maiyyet'; أَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِنْدَرَبِّهِمْ19 cümlesindeki 'kadem' kelimeleri de bu kategoriye dâhil sıfatlardan sayılmıştır.

Ehadîs-i Nebeviyede de bu cümleden olarak bir hayli sıfat göstermek mümkündür: يَسْأَلُ الْمَلٰٓئِكَةَ 20 sözündeki 'sual'; يَأْمُرُ 21 veيَنْهَى22 kelimelerindeki 'emr u nehy'; يَشْهَدُ23 sözünden anlaşılan 'şehâdet'; يُهَرْوِلُ  24 kelimesinden çıkan 'hervele'; يَتَقَرَّبُ بَاعاً 25 'daki 'takarrüb'; يَنْزِلُ إِلَى سَمَاءِ الدُّنْيَا  26 ifadesindeki 'nüzûl'; keza يُحِبُّ 27 , يُبْغِضُ 28 ve يُرَى فِي أَحْسَنِ صُورَةٍ  29 , يَفْرَحُ 30 , يَضْحَكُ 31 , يَقْبِضُ 32 , يَبْسُطُ33 , يُجَادِلُ 34 , يَعْجَبُ 35 , مَا مِنْ أَحَدٍ أَغْيَرُ مِنَ اللّٰهِ  36 ve أَنَا مَعَهُ إِذَا ذَكَرَنِي  37... gibi kelime ve cümlelerden münfehim olan 'muhabbet, buğz, ahsen-i sûret, ferah, dahik, kabz u bast, mücâdele, aceb, gayret, maiyyet' kelimeleri de bu kabîl sıfatlardandır.

Selef-i sâlihîn, müteşâbihât konusunda olduğu gibi bu tür haberî sıfatlar hususunda da tedbirli ve temkinli davranarak bunların birer ilâhî sıfat olduğunu kabullenmenin yanında mânâlarını Allah'a havale etme yolunu tercih etmişlerdir. Halef ü selef Ehl-i Sünnet ve'l-cemaatin konuya bu şekilde olumlu yaklaşmalarına karşılık, ta ilk dönemlerden itibaren bir kısım Müşebbihe ve Mücessime, biraz da bu sıfatları inkâr etme durumuna düşmemek için -hâşâ- Zât-ı Ulûhiyet'i de tıpkı insanlar gibi eli-ayağı, gözü-kulağı olan, inen-çıkan, koşan-yaklaşan, sevinen-gülen, ilâ âhir... bir varlık olarak tasavvur etmiş ve fikren dalâlete sürüklenmişlerdir. Böyle bir ifrata karşı Mu'tezile ve Cehmiye gibi mezhepler ise bütün bütün tefrite düşerek, bu tür sıfatların Zât-ı Hakk'a isnadı uygun olmayacağı mülâhazasıyla onların, hatta diğer sıfât-ı sübhaniyenin de inkârına giderek her şeyin 'Zât'tan ve O'nun şe'nlerinden ibaret olduğuna zehab etmişlerdir. Selef-i sâlihîne gelince onlar, bütün sıfatlar gibi bunları da kabul etmenin yanında şöyle-böyle tevil ü tefsire gitmemiş ve müteşâbihât karşısındaki tavırlarına benzer bir tavır sergileyerek 'Onların hakikatini ve gerçek yorumlarını Allah'tan başka kimse bilmez.'38 deyip sükûtu tercih etmişlerdir.. evet onlar, teşbîh ü tecsîme girmeyen Zât ve sıfât mülâhazalarının yanında, sıfatları inkâr etmeden tenzihte bulunmasını da başarmış; usûlcülerin ifadesiyle, 'isbat bilâ teşbîh ü temsîl, tenzîh bilâ ta'tîl ü inkâr' hakikatini ortaya koymuşlardır.

Daha sonraki âlimlerden (halef) bazıları ise saf zihinlerin sağa-sola çekilmemesi ve efkârın bulandırılmaması için Kitap ve Sünnet'in temel disiplinlerine sadık kalarak dil kuralları çerçevesinde bir kısım mâkul yorumlara -yukarıda geçtiği şekilde- gitmede beis görmemişlerdir: 'Nüzûl'ü, Cenâb-ı Hakk'ın rahmetinin inmesi; 'ityân'ı, O'nun kahr u gazabının gelmesi; 'mecî'i, hususî emirlerinin zuhuru; 'istivâ'ı, hâkimiyetini göstermesi; 'yed'i, nimeti, kudreti ve mâlikiyeti; يُهَرْوِلُ 'yu ve يَتَقَرَّبُ بَاعاً 'ı, serîan iltifat ve teveccühte bulunması; يُحِبُّ 'yu, sevme muamelesi göstermesi... şeklinde tevil etmişlerdir.

Bu konuda bazı itirazlar söz konusu olmadığı ve mutlaka cevap verme mecburiyetinde kalınmadığı sürece selef-i sâlihînin yolu hem selâmetli hem de saygı edalıdır. Mücbir sebepler karşısında halef-i kirâmın mesleği de başvurulabilecek kaynaklardandır.

اَللّٰهُمَّ آمَنَّا بِكَ كُلٌّ مِنْ عِنْدِكَ سَلِّمْنَا وَسَلِّمْ دِينَنَا وَلَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا وَشَفِيعِ ذُنُوبِنَا مُحَمَّدٍ وَآلِهِ وَأَصْحَابِهِ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ


[1] Rabbinin emri geldi. (Fecr sûresi, 89/22)
[2] Onlara Allah'ın kahr u gazabının gelmesi... (Bakara sûresi, 2/210)
[3] Rahmân, Arş'ı hâkimiyeti altına aldı, onun üzerinde yüceliğini ve yüksekliğini ortaya koydu, mâlikiyet ve kudretini ifade etti. (Tâhâ sûresi, 20/5)
[4] Allah nûrunu tam parlatmaktan başka bir şeye razı olmaz. (Tevbe sûresi, 9/32)
[5] O, rahmet etmeyi Kendisine ilke edinmiştir. (En'âm sûresi, 6/12)
[6] Seni Kendim için seçtim. (Tâhâ sûresi, 20/41)
[7] Sen, Kendini sena ettiğin gibisin. (Müslim, Salât, 222; Tirmizî, Deavât, 75)
[8] Ben, zulmetmeyi Kendime haram kıldım. (Müslim, Birr, 55; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/160)
[9] Allah ona gazap etti. (Nisâ sûresi, 4/93)
[10] Allah'ın eli/kuvvet, mülk, ahd ü inayeti onların ellerinin üstündedir. (Fetih sûresi, 48/10)
[11] Bütün lütuf ve ihsanlar Allah'ın kudret ve malikiyetindedir. (Hadîd sûresi, 57/29)
[12] O'nun Zâtı müstesna her şey yok olacaktır. (Kasas sûresi, 28/88)
[13] Rabbinin Zâtı baki kalacaktır. (Rahmân sûresi, 55/27)
[14] Biz size sırf Allah rızası için ikramda bulunuyoruz. (İnsan sûresi, 76/9)
[15] Hani bir vakit Rabbin meleklere şöyle buyurmuştu... (Bakara sûresi, 2/30)
[16] Rabbisi onunla konuştu. (A'râf sûresi, 7/143)
[17] Şüphesiz Allah işiten ve görendir. (Hac sûresi, 22/75)
[18] Allah (rahmet ve inayetiyle) sizinle beraber. (Muhammed sûresi, 47/35)
[19] (İman edenleri müjdele:) Onlar için Rabbileri nezdinde kadem-i sıdk (ve hüsn-ü istikbal) var. (Yunus sûresi, 10/2)
[20] Meleklere sorar. (Buhârî, Mevâkîtü's-salât, 16; Müslim, Mesâcid, 210)
[21] Emreder. (Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, Hac, 22/1; Müslim, Salâtü'l-müsâfirîn, 274; İbn Mâce, Fiten, 33)
[22] Yasaklar. (Buhârî, Megâzî, 38; Müslim, Eymân, 1)
[23] Şahit olur. (Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Nur, 24/4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/172; Deylemî, Müsned, 5/363)
[24] Serîan iltifat ve teveccühte bulunur. (Buhârî, Tevhîd, 15; Müslim, Zikr, 2; Tevbe, 1)
[25] Hemen hüsn-ü teveccühle mukabele eder. (Buhârî, Tevhîd, 15; Müslim, Zikr, 2; Tevbe, 1.)
[26] Dünya semasına rahmetini yağdırır. (Buhârî, Teheccüd, 14; Müslim, Salâtü'l-müsâfirîn, 168-172)
[27] Sevme muamelesi gösterir. (Buhârî, Menakıbü'l-Ensar, 4; Müslim, İman, 129)
[28] Gazap eder. (Buhârî, Menakıbü'l-Ensar, 4; Müslim, İman, 129.)
[29] En güzel surette görünür. (Tirmizî, Tefsir, 38/2-4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/368)
[30] Zâtına has bir mahiyette sevinir. (Buhârî, Deavât, 4; Müslim, Tevbe, 2)
[31] Hoşnutluğunu izhar eder. Buhârî, Ezan, 129; Müslim, İman, 299.
[32] Kabz, sıkma ve avucuna alma mânâlarına gelmektedir. (Buhârî, Tevhîd, 19; Müslim, Sıfâtü'l-münafikîn, 23)
[33] Tevbe ve istiğfar için ellerini açıp duaya duranlara afv ü mağfiretle mukabelede bulunur. (Müslim, Tevbe, 31; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/395)
[34] Mücadele eder. (Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 11/19)
[35] Tirmizî, Deavât, 46; Ebû Davud, Cihad, 74.
[36] Allah'tan daha gayûru yoktur. (Buhârî, Küsûf, 2; Müslim, Küsûf, 1)
[37] Kulum Beni andıkça Ben rahmet ve inayetimle hep onun yanındayım. (Buhârî, Tevhîd, 15; Müslim, Zikr, 2; Tevbe, 1)
[38] Âl-i İmran sûresi, 3/7.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.