Adalet (2)

İnsanlık, var olduğu günden beri yüzü Yaratan'a müteveccih, kulağı her zaman O'nda, mantık ve muhakemesiyle de O'nu duyma, O'nu tanıma, O'nun mârifeti arkasından koşma ve emirlerini yaşamaya âmâde bulunduğu sürece hep dengeli düşünüp dengeli davranmış, varlığın bir parçası olduğu şuuruyla sürekli itidâl soluklamış ve adaletin temsilcisi olmuştur. Aksine körler, sağırlar gibi O'ndan habersiz ve bir mânâda kopuk yaşadığı dönemlerde de mütemâdiyen tenâkuzlar içinde bocalayıp durmuş, ifrattan tefrite, tefritten ifrata gel-gitler yaşamış ve bir türlü belini doğrultamamıştır: Bazen cesedini ruhundan koparmış ve ömrünü cismâniyetinin gayyalarında geçirmiş.. bazen de 'ruh' demiş bütün fizikî mülâhazalara sırtını dönerek mağaradakiler gibi gölgelerle oynamış. Yer yer bütün himmetiyle dünyaya yönelerek öteleri tamamen hesap dışı bırakmış.. zaman zaman da kendi hayalinde oluşturduğu farklı bir öteler anlayışıyla bu dünyayı bütünüyle defterden silip atmış; atmış ve hiçbir zaman küllî (bütüncül) bir nazarla bakamamış varlığa, onun perde arkasına; hâdiselere ve onların ifade ettikleri gerçeklere. Kuramamış, koruyamamış madde ve mânâ arasındaki dengeyi, dünya ve ukbâ mabeynindeki âhengi; kuramamış ve koruyamamış da şu güzel, oldukça sevimli ve her şeyi yerli yerinde; zerreden sistemlere, canlılardan câmidlere en küçük daireden en geniş âlemlere kadar bütün kâinatları bitip tükenme bilmeyen bir çatışma arenası şeklinde tahayyül etmiştir. Ruhunda hemen her zaman bir denge problemi yaşamış ve o müstesnâ konumuyla çelişip durmuştur.

İslâm, birbirinden farklı, birbirine ters ve bağrında bir hayli de çatışma unsuru bulunduran bütün bu ifratlara ve tefritlere karşı -sırrı onu gönderene ait- bir denge ve adalet mesajıyla geldi; geldi ve teâruzları, tenâkuzları bertaraf ederek kendi evrensel âhengini tesis etti. Bu, bir mânâda o güne kadar devam edegelen aşırılıklara bağlı çatışmaların da sona ermesi demekti. Evet bu yeni din, bütün maddî-mânevî güçleri, dünya ve ukbâ hakikatini, fizik ve metafizikle alâkalı gerçekleri bir vâhidin değişik yüzleri ve derinlikleri gibi görüyor; kâinat, insan ve hayatı doğru okuma üzerinde ısrarla duruyor ve her hususta insanlığa bir tevhid mesajı sunuyordu.

İslâm'ın temel kaynağı olan Kur'ân bir taraftan 'Bütün mülk elinde bulunan Allah'ın şanı ne yüce, hayrı, bereketi de ne sınırsızdır.. ve O her şeye kâdirdir.' (Mülk sûresi, 67/1) 'Her şeyi yaratıp bir nizama bağlayan ve her nesneyi farklı farklı ölçülerde takdir buyuran da O'dur.' (Furkan sûresi, 25/2) 'O, yeryüzünde sabit dağları yerleştiren ve oraya bereketler ihsan eden, sonra da dört zaman parçası içinde her isteyenin isteğine denk rızkını tayin ve takdir buyurandır.' (Fussilet sûresi, 41/10) 'O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin istifadeniz için yaratmıştır.' (Bakara sûresi, 2/29) gibi pek çok âyetiyle bizi fizik âlemi ve onun içine serpiştirilen ilâhî nimetler arasında dolaştırarak şükür ve minnet hislerimizi şahlandırıp icraât-ı Sübhâniyesini temâşâya davet etmenin yanında; 'Andolsun ki insanoğlunu Biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını (veya vesvese verdiğini) de Biz biliriz.' (Kâf sûresi, 50/16) 'Rabbin şöyle buyurdu: Bana dua edin ki, Ben de kabul edeyim.' (Gâfir sûresi, 40/60) 'Şüphesiz sizin Allah karşısında en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır.' (Hucurât sûresi, 49/13) 'Mal, mülk, çoluk-çocuk.. gibi şeyler dünya hayatının süsü-zinetidir; bakî kalacak olan salih ameller ise, Rabbin katında hem sevap hem de ümit bağlama açısından daha hayırlıdır.' (Kehf sûresi, 18/46) türünden yüzlerce âyât-u beyyinâtıyla da nazarlarımızı mânâya, öze ve insan olarak âkıbetimize çevirerek hep denge ve itidâl üzerinde durmaktadır. Zira o Kur'ân'dır ve değişmemiş Allah kelamı olma farklılığıyla da bütün bu işlere yetecek en güçlü kaynak ve en parlak mesajdır.

Evet o, âlemşümul prensipleri ve ihtiva ettiği semavî disiplinleriyle topyekün beşeriyete seslenirken kâinat, eşya, hâdiseler ve insan yapısının farkında olarak seslenir: Bilir varlığın mahiyetini; insanoğlunun değişik derinliklerini; onun arzu, istek ve zaaflarını, ihtiyaç, emel ve beklentilerini; bilir ve onu, Hak rızasına, kendiyle barışıklığa, varlığı okumaya, Yaratan'ın emirlerine uymaya çağırırken asla olmazlarla karşı karşıya getirmez; tâkatini aşan sorumluluklarla ezmez; kat'iyen ona şaşkınlık yaşatmaz ve onu kendi darlığıyla baş başa bırakmaz; bırakmaz da ona yakınlardan daha yakın olduğunu, gözü her zaman onun üzerinde bulunduğunu, istidat, konum ve donanımına göre bu özel muhatabını farklı bir âkıbete hazırladığını hep ihsas eder.

Vakıa insanoğlunun tabiat ve cismâniyeti itibarıyla kural tanımaz bir yanı da vardır; onca fâikiyetine rağmen hep serâzât yaşamak ister.. çok defa hırs ve arzularını takip eder.. şuna-buna zulüm ve haksızlıkta bulunur, bazen hak ve hukuk tanımaz olur.. ve böylece zulüm ve haksızlık, sonra bunlara aynıyla mukabele gibi değişik fâsit daireler içinde şuraya-buraya sürüklenir durur.

İşte bu türlü inhiraflara karşı İslâm ona kendi farklılığını hatırlatır, konum ve donanımına göre bir vaziyet almasını salıklar; onu Allah'la münasebete geçmeye, insanlarla da yardımlaşma, dayanışma ve uzlaşmaya çağırır; bir kesimin iddia ettiği gibi hayatın kahreden bir mücadele, bir savaş olmadığını ihtar eder ve onun ruhuna ilk plân ve projesindeki yüksek gâyeleri, hikmetleri duyurur. Donanımına yakışmayan alçaltıcı tavır ve davranışları karşısında kollarını makas gibi açar ve 'Bu çıkmazlar sana göre değil' der, onun nazarını kalb ve ruh ufkuna çevirir.

İslâm, ruhu öldüren ve kalbi söndüren bütün haramların karşısındadır; gayr-i meşru keyiflere, lezzetlere asla izin vermez; meşru dairedeki zevk u lezzetten de kimseyi alıkoymaz. Dahası, Allah'ın yasaklamadığı bazı nimetlere karşı tavır almayı -zühd niyetiyle bazılarının tadıp doymama felsefesine göre hareket etmeleri müstesna- kesinlikle men eder. Kur'ân: 'De ki: Allah'ın kulları için yaratıp ortaya koyduğu süsü-zineti, o hoş ve tertemiz rızkı haram kılan da kim.! De ki: O rızık dünya hayatında (herkes için), ahirette ise sırf mü'minlere hastır.' (A'raf sûresi, 7/32) buyurarak meşruiyet çerçevesinde ilâhî nimetlerden istifade etme kapısını hep açık tutar. Ancak kendisi bu nimetlerden yararlanırken -onlar onun el emeği alın teri olsa da- o ihsanlar içinde başkalarının da hakkı bulunduğunu hatırlatır ve onu içtimaî olmaya çağırır.. ve işte onun adalet ve denge dediği de budur. Adaleti, mutlak müsâvât şeklinde anlayanlar, istidâd ve kabiliyetlerdeki farkı görmeyerek, ne olursa olsun 'eşitlik' deyip bu tür dimağları körelttiklerinin farkında olamadılar ve hâlâ da değiller...

İslâm, adaleti fırsat eşitliği, hayatın yüce hedefleriyle mütenakız düşmeme kayd u şartıyla kabiliyetlerin serbest bırakılması, herkesin sa'y u gayrete imrendirilmesi, bütün bunların yanında sa'y ve sermaye mücadelesine de meydan verilmeyerek toplumun değişik kesimleri arasında yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma düşüncesinin geliştirilmesi şeklinde anlar. Aksine onu, mutlak müsâvât ve sınıfsızlık şeklinde ele almayı adaletin alanını daraltma ve bir mânâda ekonomiyi de darbeleme sayar.

Ayrıca İslâm, ekonomik refah ve maddî mutluluğun yanında daha başka değerlerden de söz eder ve hakikî adaletin bu değerlerin bütününe saygıyla gerçekleşebileceğini ileri sürer. Ona göre fıtratla çelişen, farklı kabiliyetlerin varlığını görmezlikten gelen, yüksek istidatların sa'ye şevklerini kırarak onları verimsizleştiren, dahası onları zayıf, çelimsiz ve beceriksiz iradelerle bir tutan kaba riyazî müsâvât anlayışına da şiddetle karşı çıkar.

Aslında biz bugün, bir kısım farklı kabiliyetlerin varlığını, bazı yüksek irade ve kararlı ruhların mevcudiyetini, sonra bu kabil kimselerin bugünkü faaliyetleriyle yarınlarını imar etme peşinde olduklarını görmezlikten gelsek de, zaman o yanıltmayan yorumlarıyla bir gün mutlaka fetvalarını ortaya koyacaktır; ihtimal o gün bize de mahcup olmak düşecektir. Bu husus mutlaka gerçekleşecektir ve böyle bir duruma maruz kalmayı da ne çağın o demode diyalektiği önleyebilecektir ne de İslâm düşmanlığı adına sık sık başvurulan demagojiler.

Bir kere daha hatırlatmakta yarar var; İslâm, zeki, sıhhatli, becerikli ve gözü göklerde olan üstün idrak ve harika kabiliyetleri; aptal, hastalıklı, aciz kimselerle hukuk açısından bir kabul etse de, imkân ve refah seviyesi bakımından kat'iyen aynı kategoride mütalâa etmez. O içtimaî adalet derken, bundan fırsat eşitliğini, çalışma ile beraber neticeye imrendiriciliği ve herkesi maddî-mânevî kendi 'arş-ı kemâlât'ına yükselmede serbest bırakmayı anlar; anlar ve meşru kazanç yollarına asla tahdit koymaz, kimsenin sa'ye şevkini kırmaz.. ve kazanmayı mübarek bir iş olarak, infâkı da ibadet sayarak alkışlar.

Ayrıca o, ekonomi ve maddî refahı da nihâî hedef kabul etmez; bunların dışında daha pek çok evrensel insanî değerlerden söz eder ve hakikî insanlığa giden yolların da bunlardan geçtiğini vurgular. Kur'ân: 'Mal, mülk, çoluk-çocuk.. gibi şeyler dünya hayatının süsü-zinetidir; bakî kalacak olan salih ameller ise, Rabbin katında hem sevap hem de ümit bağlama açısından daha hayırlıdır.' (Kehf sûresi, 18/46) diyerek bu dünyada duyup tattığımız nimetlerin dışında daha farklı ve üstün ihsanların bulunduğunu hatırlatır ve bizi bura ve öteler arasında denge kurmaya çağırır. 'Düşünenler için şu dünya hayatı muvakkat bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir; ahirete ait yaşayış ise hayatın ta kendisidir; keşke insanlar bunu bilebilselerdi.' (Ankebut sûresi, 29/64) fermanıyla her iki dünyanın mahiyetlerini ihtar ederek, bu fânî âleme ait şeyler ne kadar da kıymetli olsa bâkî bir âlem karşısında bir hiç hükmünde olduğunu vurgular ve bizi o sermedî âlemlere yönlendirir. 'Şüphesiz sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en derin ve en ileri olanınızdır.' (Hucurât sûresi, 49/13) muhtevalı fermanlarıyla da dikkatlerimizi Allah katındaki farklı değerlere çeker ve bizi cismânî konumlarımızın üstünde çok yüksek ufuklara çağırır. Ruhlarımızı kaskatı iktisadî mülâhazalara bağlılık gibi bir darlıktan kurtarır ve bizi imanlarımızın derinliği ölçüsünde mârifetin ferah-fezâ iklimlerinde dolaştırır. Bu sayede insan olmadaki farklılığı duyar ve ruh-u içtimâînin içlerimizde hâsıl ettiği genişlikle serbest bir nefes alırız.

Burada birkaç cümle ile 'içtimâî adalet' de diyebilirdik ama, şimdilik onu Allah'ın lütfedeceği başka bir fırsata bırakmak daha uygun olacak...

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.