Haklılık çizgisinde olgunlaşma emaresi
Herkesin kendini haklı görmesi biraz da insan tabiatında var. Allah insanı yaratırken öyle yaratmış. Bu itibarla insan “ben” diyebilir. Hatta benliğe karşı ilan‑ı harp eden tasavvufçular bile, evvela benliği kazanma sırları üzerinde durmuşlardır. Bilindiği gibi İkbal’in de bu mevzuda bir eseri var: Esrar‑ı Hodi (Benlik Kazanma Sırları).
İnsan olarak bizde ne varsa, bunlar bir yönüyle bize Allah’ın dilemesiyle yine O’ndan gelmektedir. Yalnız burada “ukûl‑u aşere”cilerin düştüğü hataya da düşmemek gerekir. Onlar Allah’tan gelen feyizlerin, meşîet ve dileme olmadan geldiğini söylerler ki, bu kesinlikle doğru değildir. Ancak, meselemiz bu olmadığı için şimdilik bu konuya girmeyeceğiz. Şu andaki konumuz, bizde dileme, ilim, nisbî kudret ve hayat gibi hâssaların bütününün Cenab‑ı Hak’tan geldiği konusudur. Burada, O’na ait bütün sıfatları saymak da mümkündür. Bu açıdan, insanın kendine ait o hususiyetleri tanıması ve kendini keşfetmesi, vahid‑i kıyasî olarak, Zât‑ı Ulûhiyet’i tanıma adına oldukça önemlidir. Nitekim hadis diye rivayet edilen bir sözde “Nefsini bilen, Rabbini de bilir.”[1] denilmiştir ki, Sokrates’in bu düşünceyi okulunun girişine “Kendini bil!” şeklinde yazdırdığı da söylenir. Zaten, Kur’ân’da insanın yüklendiği ifade edilen “emanet”e,[2] benlik mânâsını veren bir hayli insan vardır ve bence bu çok isabetli bir tespittir.
Ne var ki, benlik iyi bir terbiye görmeyince veya suistimal edilince zararları da olabilir. İnsan mahiyetinde bir yönüyle benliğe benzeyen, şehvet, öfke, inat, hırs gibi başka duygular da vardır.. ve bunlar insana ait bir kısım boşluklardır. Nasıl bunlar, yüzleri terbiye ile âlî, bâkî gerçeklere ve uhrevîliğe döndürüldüğünde önemli birer insanî derinlik hâline gelirler; terbiye görmediklerinde de insan için çok tehlikeli olurlar; bunun gibi benlik de iyi bir terbiye ile Hakk’ı gösteren pırıl pırıl bir ayna olabilir.
Evet, benlik dahil, yukarıda kaydedilen fena yüzlü hasletler bir yönüyle şeytanın rahatlıkla işletebileceği nefis mekanizmasının parçalarıdırlar. Ancak, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Her insanın bir şeytanı vardır. Benim de.. ne var ki Benim şeytanım Bana teslim olmuştur.”[3] dediği gibi, nefis mekanizmasını da her zaman yola getirmek ve teslim almak mümkündür. Durum böyle olunca, şehevanî duygularla insan kötülüklere açılıyor diye onun olmamasını istemek, insanlığın da olmamasını istemek demektir. Öyleyse bir taraftan şehevanî duygulara tamamen inhimak etmek gibi bir ifrattan, diğer taraftan da bütün bütün şehevanî şeylerden tecerrüt gibi bir tefritten kaçınarak orta yolu bulmak gerekir ki, o da, meşru dairedeki zevklerle, lezzetlerle iktifa edip harama girmemek şeklinde tarif edilebilir. Ve yine bazı meselelerde insanın dişini sıkıp dayanması lazımdır. İhtimal inat hissi de insana bunun için verilmiştir. Bilhassa hakta sebat adına inadın önemi oldukça büyüktür. Ne var ki o, hiç olmayacak yerlerde kullanıldığında suistimal edilmiş olur ki faydalı bir duygu iken zararlı bir zaaf hâline getirilmiş olur. Hırs da öyledir. Hırs olmadan dünyayı imar etmek imkânsızdır. Ama bunu sadece şahsî çıkar ve kaprisleriniz istikametinde kullanırsanız ifrat etmiş olursunuz... Diğer bütün duyguları da böyle dengeli veya dengesiz kullanma her zaman söz konusu olabilir...
[1] el-Münâvî, Feyzu’l-kadîr 1/225, 4/399, 5/50; el-Aclûnî, Keşfü’l-hafâ 2/343.
[2] Bkz.: Ahzâb sûresi, 33/7.
[3] Müslim, sıfâtü’l-münâfikîn 70; Tirmizî, radâ 17; Nesâî, işretü’n-nisâ 4.
- tarihinde hazırlandı.