Izdırap insanı
Gerçi ben ızdırabı çok bilmem. Herkes kendi çapında ızdırap duyar. Benimkine ızdırap denir mi, denmez mi; isterseniz bazı kesitler arz edeyim, siz karar verin. Bir arkadaşımızın bana naklettiği bir hususu arz edeyim önce. Ben unutmuşum, o hatırlattı. Arkadaşımız şöyle diyordu:
Saddam, peşmergeleri kimyasal silahlarla kırıp geçirdiğinde, –malum onlar bize sığınmışlardı– vak’ayı televizyondan seyrederken, onların çoluk-çocuk, kadın-erkek, yaşlı-genç Türkiye’nin kabul edip etmeyeceği kararını bekleyişleri, yüreğimi parça parça etmiş olacak ki, arkadaşımızın beyanıyla “Sandalyede oturuyordunuz; ayağa kalkmak istediğinizde kalkamadınız.. ve yığılıp yerinizde kaldınız...” Yine, Bakü işgalinde ızdıraptan bayıldığımı hatırlarım. Kâbe’nin işgal edildiği haberini duyduğumda minberde deli gibi olmuştum ve elimdeki mikrofonu fırlatıp atmışım... Bizim insanımızın açtığı Asya’da bir okulun başına bir şey geldi diye, haftalarca uyuyamadığımı bilirim. Bazen kaldığım binanın taraçası, hafakanlar içinde dolaşmama yetmediğinde, kalkıp sokağa çıktığım çok olmuştur.
Zannediyorum, benim bu duyduklarım, her insanın da normalde duyduğu ızdırap cinsinden şeylerdir. Ve tabi, ben buna hakiki mânâda ızdırap da diyemiyorum. Izdırabı Peygamber’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve peygamberâne yaşayanlardan öğrenmek gerekir. Toplumu karşısına alıp bir ızdırap bestesi gibi dinleme.. ve sonra kendisi de bir ney olup inleme, inleyip toplumun ızdırabına dem tutma, ses katma… Konuyla alâkalı Kur’ân‑ı Kerim’de birkaç yerde kapalı, bir‑iki yerde de sarih olarak Cenab‑ı Hak, Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) mealen şöyle seslenir: “Şu Sana inen Kur’ân’a inanmıyorlar diye neredeyse kendini bitirip tüketeceksin...”[1] Demek ki sancıları O’nu kıvrım kıvrım hâle getirmişti ki, Allah (celle celâluhu) O’nu tâdil ediyordu. İşte Peygamber bu denli insanlık buudluydu.. ve duyguları şöyleydi: İnsanlık yaşamayacaksa Benim yaşamamın da bir anlamı yok. İnsanlık huzur içinde değilse Benim huzurlu olmamın da bir mânâsı yok... İşte peygamberâne ızdırabın çerçevesi!
Bediüzzaman Hazretleri’ne soruyorlar: “Evlenmeyi hiç düşünmediniz mi?” Cevap veriyor: “Ümmetin derdi beni aşıyor, kendimi düşünmeye vakit bulamadım.”[2] Zaten Van Kalesi’nden ayağı kayıp düştüğü esnada, “Davam!”[3] diye haykıran bir insandan, başka türlü bir anlayış da beklenemez.
Ben bir trafik kazası yaptığımda, arabamda teyp çalışıyordu. Tehlikeyi görünce, önce “Allah!” diye bağırmışım ve teyp bu sesi kaydetmiş. O bantı bir arkadaşıma verdim. Daha sonra Bediüzzaman’ın “Davam!” deyişiyle benim “Allah!” deyişim arasındaki farkı değerlendirdim. Kendime ait ifadenin ne kadar bencil ve hodbince olduğunu gördüm. Gerçekten davasına dilbeste olmuş bir insan kendi kurtuluşunu hedefleyip “Allah!” diye bağırmıyor da “Davam!” diye haykırıyor. Kaderini bütünüyle insanlığın kaderine bağlamış ve kendini bu istikamette programlamış bir yüce ruh, bir yüce kâmet.. evet, işte ızdırap insanının portresi!.. ve işte onun talebelerinden birinin ruh hâleti: “Eğer ızdıraptan dolayı bir kalb duracaksa, bir genç imansız öldü haberi karşısında o kalbin, atom zerreleri adedince parçalanması gerekir.”[4] Bence ızdırabın bir tarifi de işte böyle bir sözün temsilcisi olabilmek…
Yeni yetişen bir neslin bu ölçüde ızdırabı temsil edeceklerine inanıyorum. İnşâallah, onlar siz olun! Izdırap tokmak gibi kalksın, insin beyninize! Şakaklarınızı tutup, insanlık âleminin dertleri için deli gibi dolaşın! Ruhunuzu sancılar sardığı zaman ızdıraptan ızdıraba sürüklenin! Ve hiç durmadan Allah’tan, ümmet‑i Muhammed’in kurtuluşunu dileyin! Daha önce de söylemiştim, şimdi de –müsaadenizle– tekrar edeceğim:
Eğer elimde imkânım olsaydı, her birinizin içine evinizin yolunu unutturacak şekilde ızdırap ekerdim. İlmin, irfanın, araştırma zevkinin, fen ve tekniğe açılmanın, çağa söz geçirmenin yanı başında size bunu da yapardım.. yapar ve her birinizi dava düşüncesiyle deli etmeye çalışırdım. Elbette bu benim elimden gelmez. Ama imkânım olsaydı Rabbimden bunu yapmasını isterdim. Ve isterdim ki, gökten sizlere de seslenilsin ve: “İnanmıyorlar diye veya devletler muvazenesinde yerinizi alamadınız diye neredeyse kendinizi helâk edeceksiniz.” denilsin. İnanıyorum bir gün Allah sizi bu ufka ulaştıracak ve dünyanın yüzünü sizin ızdırabınızla bir kere daha güldürecektir. O gün çok da uzak olmasa gerek...
[1] Bkz.: Kehf sûresi, 18/6; Şuarâ sûresi, 26/3.
[2] Abdulkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat: Bediüzzaman Said Nursi, 1/154.
[3] Abdulkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat: Bediüzzaman Said Nursi, 1/150. Ayrıca bkz.: Bediüzzaman, Sikke-i Tasdik-i Gaybî s. 140 (Sekizinci Lem’a).
[4] Bediüzzaman, Şuâlar s.538.
- tarihinde hazırlandı.