İnhitatımızın perde arkası

Bediüzzaman Hazretleri, daha Meşrutiyet yıllarında bu milleti bitiren cehalet, zaruret ve tefrika gibi üç esastan bahseder.[1]

Nizamiyeler’in kurulmasıyla, fünun‑u müspete, büyük ölçüde medreselerden kovulmuş, İslâm’ın ruhî hayatı diyebileceğimiz zühd, takva… gibi esaslar da, yine aynı nispette bir kenara itilmiştir. İmam Gazzâlî’nin İhyâu ulûmi’d-dîn kitabının baş kısmında ısrarla vurguladığı gibi, sekiz asırlık bir dönem içinde selem, îcar, ticaret… denip, kısır bir döngü içinde bir inhitat dönemi yaşanmıştır. Bu insanlar, Allah’ın kelâmı olan Kur’ân‑ı Kerim’i okuyup, onunla amel etme ne kadar gerekliyse, Allah’ın kendi ilmiyle planlayıp dizayn ettiği kâinat kitabı içinde fizik, kimya, matematiğin de okunup anlaşılmasının o kadar şart ve elzem olduğunu bir türlü anlayamamışlardır.

Yine Bediüzzaman’ın ifadesiyle bunun cezası dünyada görülecektir ve bugün İslâm âleminin maruz kaldığı mahkû­miyetin, mağduriyetin, mazlumiyetin… sebeplerinden biri de işte bu olsa gerek.[2]

Çalışıp gayret etmeksizin “mü’minim” ifadesi bize kurtuluş yolu ya açar ya da açmaz, ama bunun ihsan ve lütuflarda bulunmaya Cenâb‑ı Hakk’ı zorlamayacağı muhakkaktır. Evet, O hiçbir şeye mecbur edilemez ve O’na mecburiyet isnat edilemez. Zira O’na hiçbir şey farz ve vacip değildir. Ama kudret ve iradesiyle işlediği şeyler de hikmetten hâli değildir. O, insanları sıfatlarıyla değerlendirir ve insanın iç âlemindeki derinliğe göre muamele eder. Bizler mantık‑muhakeme, plan‑program, ahlâk‑ı İslâmiye vs. sahalarda evc‑i kemal‑i insaniyete çıkma yolunda değilsek, Allah’ın bir lütuf ve ihsanda bulunmayacağı açıktır. Bizler tembel ve miskin bir hayat sürüyor isek, bizim hakkımızda verilecek karar şimdi olduğu gibi mahrumiyettir, mazlumiyettir, mağduriyettir.

Evet, Cenâb‑ı Hak insanları sıfatlarıyla tutup kaldırır, sıfatlarıyla batırır. Eğer kâfir, Cenâb‑ı Hakk’ın mükâfatlandıracağı sıfatlarla muttasıfsa, o mükâfatını alacaktır; mü’min de kâfir sıfatıyla muttasıfsa, o da cezasını görecektir. Hâlbuki cehalet, bir kâfir sıfatıdır ve biz bugün, bu öldürücü sıfatın mahkûmuyuz.

İnşâallah, çekilen bu sıkıntılar bizi kendimize getirdiği ân, Kur’ân‑ı Kerim’le beraber bu ilimler de mütalâa edilecek ve bu inhitat dönemi sona erecektir.

Eskiden beri söylenegelen “Kırk yamalı hırka, bir lokma ekmek” ifadesini sanki biz kendi varlığımızla bütünleştirmişiz. İsteyen şahsî hayatı adına bir İbrahim İbn Edhem, bir Bişr‑i Hâfî gibi müstağni yaşayabilir. Buna kimse bir şey diyemez. Ancak, her fert kendi devletinin zenginliği için, “Ben bu işe dört elle sarılmalıyım.” düşüncesiyle, bütün gayretini bu uğurda sergilemek zorundadır. Bu anlayışla çalışıp kendi dünyamızı mamur hâle getirebildiğimiz ölçüde, Efendimiz’in “Fakirlik nerdeyse küfürdür.”[3] dediği hastalıktan kurtulmuş olacağız.

Çalışıp kazanma keyfiyetine gelince; o, Üstad’ın ifadesiyle, dünyayı kalben terk etmektir, kesben değil.[4] Yani kazanılanla kaybedilen şey arasında fark gözetmeme duygusudur. Ne elden gidene üzülme, ne de ele geçene sevinme.. bu mânâda bir zenginlik önemlidir ve insan için faydalı olan da işte bu zenginliktir.

Bir diğer mesele de, İslâm âlemi bugün çok küçük meselelerden dolayı birbirine düşürülmüştür. İslâm tarihi içinde, İslâm’ın birer zeki evlâdı olan Türkiye, Mısır, Irak halkları çok önemli bir kesit arzederler ve her birinin de kendine has özellikleri vardır. Bu meziyetler etrafında örgülenip, herkes kendi elindeki imkânlarla bir “Büyük imkânlar harmanı” meydana getirme mânâsında örfaneye iştirak etmesi gerekirken, çok küçük şeylerin münakaşası yapılmakta ve bir türlü bu potansiyel güç değerlendirilememektedir. Dahası, muvazene korunarak herkesin yeri belirlenip bir birlik oluşturulamamıştır. Dolayısıyla da karşı taraf rakipsiz bırakıldığından onların yükselmelerine vesile olunmuştur.

Hâlbuki herkes kendi hesabına yapması gerekli olan şeyi yapabilseydi, bu durum diğerlerine büyüme, gelişme, istikbal vaadetme… imkânı vermeyebilirdi. Bütün bunlar muvacehesinde hep karşı tarafı suçlayıp atf‑ı cürümde bulunma, safdillikten başka bir şey değildir. Oscar’ın ifadesiyle “El âlemin bize ettiği şey ne kadar büyük olursa olsun, bizim kendimize ettiğimiz hepsinden daha büyüktür.” ve biz kendi ihmallerimizin cezasını çekiyoruz.

[1] Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat s.61 (İlk Hayatı).
[2] Bkz.: Bediüzzaman, Sözler s.792-793 (Lemeât); Mektubat s.537-538 (Hakikat Çekir­dekleri).
[3] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 8/692; el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân 5/267; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ 3/53.
[4] Bediüzzaman, Mesnevî-i Nûriye s.113 (Habbe).
Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.