Mârifet Ufku
Varlığın en küçük parçasında bütün bir varlığı hissedebilmek, o varlığın ifade ettiği mânâyı alıp ondan bir mârifet usâresi elde etmek, yakalanması gerekli olan bir ufuktur. Bunun için evvelâ insan vicdanında her şeyi mârifete çevirebilecek mekanizmayı harekete geçirmelidir. Bundan sonra kâinat, ne kadar geniş, ne kadar derin de olsa o müthiş kesret içinde bile insan, ilâhî tecellilere muttali olabilir ve bunun üzerine kendi mârifet peteğini örgüleyebilir; örgüleyebilir ve ister mârifet adına ister Cenâb-ı Hakk'ın esmâ, sıfat ve zatını görme adına bütün cihanlarda görebileceği hakikatları bir damlada görebilir. Bunca ilâhî sanatlarla iç içe olup da bu güzelliklerin arkasındaki Sâni-i Hakim'i idrak edemeyenler ise, deryada yaşadıkları hâlde deryayı bilmeyen talihsizlerdir.
İnsanın benliği, Cenâb-ı Hakk'ın varlığını aksettiren çok önemli bir menşûr (prizma)dur. Çünkü hakikat, insanın mahiyetinde kendi azametine uygun vahidî tecelli ile münakis değildir ve bu tecelliler için de aynı tabiri kullanarak onda da bir tenezzülât-ı ilâhiye ila idraki'l-beşer' meselesi söz konusudur. Bu açıdan herkes, hakikati büyük ölçüde kendi seviyesine göre soluklar.
İnsanın benliğinde Cenâb-ı Hakk'ın sem u basarı vardır. Hatta 'hüve' sırrı insanda 'ene' şeklinde tecelli etmiştir. İnsan, 'ene' çeperini tasavvuftaki 'fenâfillah' ve 'bekâbillah'la yırtıp atarak, Allah'ta bâki olma hususiyetine erebilir. Böylece insan, 'ben' keşfiyle benlik sırlarını kavramış olur. Hedeflediği noktaya geldikten sonra da, elindeki kristal kaseyi yere çalarak, 'Seninle ben maksûd damına ulaştım, artık bana lâzım değilsin.' der ve iliklerine kadar mârifetle dolu olduğu şuuruyla ilâhî varidleri zevkeder durur. Rabbim böyle bir ufka ulaşmayı hepimize nasip etsin. Amin..
- tarihinde hazırlandı.