Kur'ân Kelimesi
Kur'ân kelimesi; cem'etme, tefakkuh etme, dağınık parçaları bir araya getirip bir bütün hâsıl etme gibi mânâlara gelir. Kur'ân olmasaydı insanlar, geçerliliği ebed-müddet devam edecek hükümler veremez, kanunlar vaz'edemezlerdi. Halbuki Kur'ân, sarsılmaz kanunları ve değişmez hükümleriyle bu mevzuda da insanlara ışık tutmaktadır.
Kur'ân'ın bahsetmediği hiçbir mesele yoktur: مَّا فَرَّطْنَا فِي الكِتَابِ مِن شَيْءٍ "Biz Kur'ân'da hiçbir şeyi terketmedik, noksan bırakmadık; herşeyi anlattık" (En'âm, 6/38) âyetiyle Cenâb-ı Hakk bunu anlatmaktadır. Fakat anlatılan bu şeylerin bazıları sarih, bazıları işaret, bazıları remiz; evet bazıları göz kırpmakla ve bazıları da bir tebessümle anlatılmıştır.
وَتَفْصِيلَ كُلَّ شَيْءٍ "Kur'ân-ı Kerîm'de herşeyi tafsil, geniş geniş izâh vardır." (Yusuf, 12/111)
وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِين ٍ "Kur'ân-ı Kerîm'de, yaş ve kuru herşey vardır." (En'âm, 6/59) Atomdan, molekülden tutun da semâdaki sistemlere kadar herşey Kur'ân-ı Kerîm'de mevcuttur. Ancak kâmet-i kıymetine ve çapına göre olmak şartıyla. İman hakikatlerinin yanında onların ne kadar yeri varsa, Kur'ân onlara o kadar yer vermektedir.
Allah Resûlü: لكل آية ظهر وبطن ولكل حرف حد ومطلع buyurmaktadır. Her âyetin bir zâhiri bir de bâtını vardır. (Orada Allah'a ait büyük hakâik ve dekâik yatmaktadır. Bâtınî olanlarını ancak Allah ve ilimde rusûh sahibi olanlar bilir.) Her harf, her tefsir, her okuyuş, her inzâl keyfiyeti için de aynı zamanda bir had vardır. Her haddin de neticede kendisi için zuhûr edebilecek, Allah tarafından ve O'nun istediği yerden doğan bir mânâsı vardır.
Yine sadık-u masdûk olan Nebiler Sultan'ı bir hadîs-i şeriflerinde: إن الله يتجلي بكلآمه "Allah kendi kelâmıyla kullarına tecelli etmiştir ama onlar göremiyorlar" buyurmaktadır. Kur'ân'da Allah görünür. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm, şuûnat-ı zâtiyeyi bütünüyle gösteren bir tercümandır. Allah (cc), fiillerini ve zâtının tezâhürünü azâmetine uygun ve kalplerin istidatlarına münâsip bir şekilde Kur'ân'da iş'âr etmiş ve Kur'ân'ı da O'na tercüman yapmıştır. Onun için "Kur'ân" sözü dahi büyük mânâlar ifade eder. Hadîsin ifadesi ile "Kur'ân" tertil ile okundukça Allah tecelli eder, kul makam-ı kurbiyete gelir, müntehada da (cem') zuhûr eder.
Furkan, bundan farklı olarak halkı Hakk'tan ayırır. Ma'bûd ve abd sırrını gösterir.
Kur'ân insanın Allah hakkındaki ma'rifetini ifade eder. Çünkü o cem'dir. İnsan Kur'ân'ın ifade ettiği mânâ keyfiyetiyle Allah'a yaklaştığı nispette Allah'ı tanıyacak ve O'nu tanıyabildiği ölçüde de ma'rifete erecektir. Böylece Kur'ân okurken insanda, Allah konuşuyor gibi bir hâl hâsıl olacaktır. İşte bu mânâsıyla ister "Kur'ân" isterse "Furkan" diyelim biz kârîn olarak Allah'ı görecek, orada tefekkür edilenin Allah'ın esmâ, sıfat ve âsârı olduğunu bilecek ve yaklaşanın Allah olduğunu idrâk edeceğiz. Bu münteha ve evc-i kemâlde yine hadîsin ifadesi ile Allah, gören gözümüz, söyleyen ağzımız, duyan kulağımız ve büyük hakikatleri istiâb eden kalbimiz olacaktır. Böylece bizler Allah adına görecek, duyacak ve O'nun emir ve nehiylerine uygun kararlar verecek ve kalbimiz Kenz-i Mahfî olan Zât-ı Ulûhiyet'e ait hakâiki hazine olarak etrafa aksettirebilecektir. Bunu Kur'ân anlatır. Kur'ân, insanın Allah hakkındaki ma'rifetinin tercümanıdır.
Furkân, farkı anlatır. İnsan, hâlık değildir. Bu itibarla Allah'a kulluk yapacaktır. Öyle ise insan, ma'rifetiyle evc-i kemâle çıkacak, Uluhiyet sırlarını hâvî ufka ulaşacak, imkânla vücûb arasındaki yerini ihraz ettikten sonra da dönüp geriye gelecek ve "Ben ilâh değil, kulum" diyecektir. Furkân da insanın bu haline tercümandır. Furkân, insanın halkı görüp halkın içinde yok olup, Hakk'tan hicâbının adıdır. Bu, Furkân'ın içinde yok olup, Hakk'tan hicâbının adıdır. Bu, Furkân'ın en aşağı mertebesidir. Bir de, kesrette vahdeti görme denilen bütün halkın gözüyle Allah'ı müşahede makamı vardır. Bu da seviyeli insanın hâlidir. Peyderpey, mertebe mertebe, kâinatın bütün eczasında tecelli eden Cenâb-ı Hakk'ın Kemâl ve Cemâl sıfatlarını müşahede ki, Panteist buna "Her şey O'dur" der. Ama biz Kur'ân tilmizleri "Her şey O'ndandır" demek suretiyle farkın âzâm mertebesini ifade etmiş oluruz. İnsan bir tarafıyla Kur'ân'a diğer tarafıyla da Furkân'a yapışma ve hem de Furkân'da Allah'ı anlamaya çalışmalıdır ki, o, makamını, ubûdiyet yoluyla ibrâz edebilsin, yoksa tek yönlü çalışma ve gayret insanı böyle ulu bir makama yükseltemez. Bir de Cemü'l-Cem vardır ki bu, bütünüyle ve kendine bakan yönüyle mâsivayı, fâni ve müstehlek görmek, herşeyi yok bilmektir.
Evet, kâinat Esmâ-i İlâhiye'nin cilvelenmesinden ibarettir. Bir kısım sofiler bu işi yanlış tercüme ederek ne derse desin, Kur'ân adına bunu da böyle takdim etme Kur'ân'ın ruhuna uygun bir tarif olur kanaatindeyim.
- tarihinde hazırlandı.