Ölüm ve Cennetlere "Uçmak"
Mü'min ölüme, meyve vermek için bir tohum gibi toprağın bağrına saçılmak nazarıyla bakmalıdır. Ölüm her ne kadar zâhirî yüzü itibarıyla soğuk gibi görünse de, mü'min onu bir iltifat çağrısı olarak kabul etmelidir. Zira ahiret mü'minin asıl yurdudur ve başta peygamber ve ashabı insanın bütün sevdiklerinin çoğu oradadır. Âyet-i kerimenin ifadesiyle "Her nefis ölümü tatmaktadır." (Âl-i İmrân sûresi, 3/185.) Bu itibarla ahirete hazırlıklı göçmek isteyen mü'min, ölüm gerçeğini hatırından bir lâhza olsun çıkarmamalıdır. Nitekim Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) "Lezzetleri acılaştıran ve yıkan ölümü çokça hatırlayın." hadisleri bu hakikati hatırlatır ve bizleri uyarır.
Ölüm hakikatini devamlı hatırda tutmanın değişik yolları vardır. Bu yollardan biri; insanın ölümü hatırlatan muhasebe duygusu ve vicdan mekanizması gibi iç uyarıcılarını devamlı teyakkuz hâlinde bulundurmasıdır. İkincisi ise, insanın kendisine ölümü hatırlatacak bir dış uyarıcı tespit etmesidir. Hz. Ömer bu yöntemi uygulamış ve kendisine ölümü hatırlatacak birisini görevlendirmiştir. Daha sonra aynaya baktığında saçlarına akların düştüğünü görmüş ve "Artık bu aklar bana ölümü hatırlatmak için yeter." diyerek o kişinin görevine son vermiştir. Nitekim ölümün eli, kâkül-i gülberlerin üzerinde gezdiğinde geride ahiretin erken şafağı veya ölümün keşif kolu diyebileceğimiz beyaz izler bırakmaktadır. Bu beyaz izler, Hz. Ömer misali insanın kendi eli, kendi ayağı ve kendi kafasıyla ahirete yürümesi için teyakkuz ve temkin adına yeterli olmalıdır.
Cenâb-ı Allah'ın istediği gibi bir hayat sürdürdüğü takdirde mü'min için ölüm, bir yok oluş değildir. Hatta ölümü, yok olmak yerine, ebedî hayata uyanmak ve ikinci bir doğum olarak değerlendirmek daha doğru olur. Çünkü insanoğlu bu dünyaya imtihan için gönderilmiştir; öleceği âna kadar da buradaki imtihan devam edecektir. Bu imtihan devresinde insanın hayatı, yaşamından ölümüne kadar, -tabir yerinde ise- hep sürünmekle geçmektedir. Haddizatında ölüm, dünyanın sıkıntılı, dağdağalı ve boğucu havasından; yani böyle sürüm sürüm sürünmeyle geçen hayattan sıyrılmak ve bunun sonunda tasavvurları aşan saadetlere ermek için geçilecek olan bir kapıdan ibarettir. İnsanın, babasından kopup annesinin rahmine giden bir sperm olarak sürünüşünü, dünyaya gelene kadar anne karnındaki dokuz aylık sürünme süresi takip etmektedir. Sonra, bezler arasında sürüm sürüm büyümesi, daha sonra da bunu çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık safhaları takip etmektedir. Mü'min için dünyanın sıkıntılarla dolu olma ciheti de düşünülecek olursa; onun ölene kadar süründüğü ve bu mânâda ancak ölmekle sürünmekten kurtulduğunu söylemek mümkündür.
Öldükten sonraki Cennet hayatı; dünyadaki sürünmenin bittiği noktada başlamaktadır. Eski Türkçede Cennet'in adı "Uçmak", Cehennem'in adı ise "Tamu"dur. Buradan hareketle; dünyada sürünmekle geçen hayatın uçmaya dönüşmesi için her nefsin ölüm gerçeğini tatması gerekmektedir.
Evet, sıkıntılı dünya hayatından sonra, kanatlanarak "Tamu"yu geçip "Uçmak"a varmak, ne büyük bir saadettir..!
- tarihinde hazırlandı.