Cihad Allah'ın Emridir

Cihadın Allah’ın emri oluşunu tarihî seyri içinde bu emre ilk muhatap olan Sahabe-i Kirâmın tavrı ile birlikte kısaca izah edecek olursak: Mekke’de şartlar iyice ağırlaşmıştı.. ve bazı müslümanların dayanacak takatları kalmadığından, onlara hicret izni verilmişti. Demek ki, bu durumda onların cihadı hicretti. Zaten bir süre sonra hicret, cihadın kendisi olacak ve bey’at etmek isteyen herkese, ilk şart olarak hicret etmesi emredilecekti.

Habeşistan’a yapılan iki hicretten sonra müslümanlar bütü­nüyle ve en son olarak Medine’ye hicret ettiler. Derken, Medine devrinde cihad, başka bir seyir takip etmeye başladı.

Evet artık, "İslam Site Devleti"nin temelleri atılmıştı.. ve bundan böyle bu şartlara göre bir cihad lazımdı. Keyfiyette bir değişiklik yoktu; bütün mesele kemmî durumu şartlara uygun olarak ayarlamaktaydı. Yeri gelince hız, yeri gelince yavaşlama, bazan gaza, bazan da frene basma ve manevra kabiliyetini daima zinde tutma.. bunlar işin stratejik yönleriydi.. ve devrin, hadi­selerinin durumuna göre değişiklik arzetmesi de gayet normaldi...

Cihada izin verileceği ana kadar müslümanlar tecavüz karşısında bile mukabelede bulunmuyorlardı. Bu, bir bakıma pasif direniş demekti, saldıran hep küfür cephesi oluyordu.. ve müslümanlar her zaman mazlum ve mağdur durumundaydılar.. Evet maddî cihada izin verilmediği için onlar hiç mi hiç mukabele düşünmüyorlardı. Hicretten sonra da bir müddet böyle devam etti. Nihayet cihadın diğer cenahına izin veren ayet nazil oldu:

أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا وَإِنَّ اللهَ عَلَى نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ * الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ إِلاّ أَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللهُ وَلَوْلا دَفْعُ اللهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللهِ كَثِيراً وَلَيَنصُرَنَّ الله مَنْ يَنصُرُهُ إِنَّ اللهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ

"Kendileriyle savaşılanlara (müminlere) zulme uğramış olmaları sebebiyle (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardım etmeğe mutlak surette kâdirdir. Onlar, başka değil, sırf "Rabbimiz Allah’tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile def’etmeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür. Azizdir." (Hac, 22/39-40)

Dün, kendilerine "kılıç kullanmayacaksınız" denen insanlar, haklarını istirdat etme ve çıkarıldıkları yurtlarına- yuvalarına dönme maksadına yönelik bugün kılıç kullanma izni alınca âdeta şahlandılar ve bu izni kullanacak zemini sabırsızlıkla beklemeye başladılar.

Bir müddet sonra cihad, izin olmakdan çıktı ve bir emir oldu. Bundan böyle müminler, kılıçlarıyla cihad etmeye mecburdular. Artık Bedir’e giderken âdeta cennetten davetiye almış gibi sevinç ve sürur içinde gidiyorlardı. Sanki, biraz sonra, canları tehlikeye girecek onlar değildi. Hemen hepsi, bu uğurda ölmeyi iştiyakla bekliyordu. Bu itibarla da, cihada çağrılan hiç kimse, bu davete icabetten geri kalmadı. Sadece münafıklardı ki, ordu-bozanlık ediyorlardı.. zaten onlar, her zaman böyle yaptılar.. ve çok defa cepheden ayrılıp gittiler.. ayrılıp gitti ve Efendimiz’i orada terket­tiler.. hatta bazan da hiç iştirak etmediler. Onlar, içte safvete ere­me­miş, gönül dünyalarında nifakı yenememiş, arkadaşları kavga verirken bir kenara çekilip şahsî hazlarını yaşamış bir grup sefil-ruh ve bir kısım nefsin zebunu kimselerdi ki, karakterlerinin gereğini yerine getiriyorlardı.

Allah Rasulü’ne yürekten inanmış insanlara gelince, onlardan, mevziini terkeden bir tek insan bile gösterilemez. Diğer bir tabirle, cihad yolunda vasıl-ı ilallah olmuş ve Allah’a ulaşmış olanlardan hiçbiri geriye dönmemişti. Geriye dönenler, yoldaki şaşkınlar, hakikati idrak edememiş ve ruhunda hakikatle bütünleşememiş zavallılardı.

Vakıa onlar da insandı; her insan ölümü kerih ve çirkin görebilir. Kur’ân-ı Kerim de insandaki bu duyguyu hatırlatarak onlara şöyle hitap etmiştir:

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ

"Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Bazen hoşlanmadığınız bir şey, hakkınızda daha hayırlı olabilir ve hoşlandığınız bir şey de daha şerli olabilir. Allah bilir, halbuki siz bilmezsiniz." (Bakara, 2/216)

İnsan tabiatının böyle olmasına rağmen müminler, kayıtsız şartsız Allah Rasulü’ne boyun eğip, teslim oldular. Gösterdikleri bu bağlılık da, Cenâb-ı Hakk’ın, ard arda lütuflarda bulunmasına sebep oldu... Ve zaferler birbirini takip etti.

Böylece her geçen gün müminlerin gücü artıyor ve kazandıkları zaferler, en seri şekilde civar kabileler arasında da duyuluyordu. Kazanılan zaferler müminleri sevindirirken, kâfirleri de mahzun ve mükedder ediyordu.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.