Süleymaniye Camiinin Bölümleri
Evet insan, ihtişam dönemimizin bu pırlanta âbidesini, onun sağında ve solundaki müştemilâtı, her yeri kendi ruh ve mânâsıyla mabede sığınmaya koşuyor bir görünüm arz eden medreseleri, şifâhâneleri, dâru’t-tıpları, dâru’l-kurrâları, dış cemaat mahalleri ve revâklarıyla hepsini birden kavrayıp rûhuna sindirdiği zaman, daha camiye adım atmadan derin bir uhrevî sükûtun şiirini dinler.
Süleymaniye’ye Allah’a yükselme ve ulaşma yollarını remzediyor gibi değişik kapılardan girilir. Bu giriş bazı yerlerden düz ayak, bazı taraflardan da biraz merdiven çıktıktan sonra gerçekleşir. Hazîreye başını soktuktan sonra herkes bahçede bir konsantrasyon yürüyüşü yapar ve hangi yandan olursa olsun ona ulaşmak için "bi-kaderi’l-keddi tüktesebü’l-meâli -sıkıntı ölçüsünde seviye elde edilir" düşüncesini pekiştirmek üzere birkaç merdiven daha çıkmadan şadırvan bölümüne girilemez. Şadırvan bölümünde, mütekabil, aynı boyda ve birbirine bakan revâklar, ukbâya açık kapılara benzeyen halleriyle, mabede koşanlara bir şeyler fısıldıyor gibi, onların ümitlerine tebessüm eder, endişelerine takallüsler fırlatır ve hep müminin gönül dünyasının haremi sayılan mabedin iç kısmına işaret ederler. Derken, herkes duygularıyla ikinci kez beslenmiş, herkes ikinci kez azığını almış, hazları köpük köpük Dostla halvete yürür.. ciddî bir temkin ve olabildiğince bir edeple yürür ve kendilerini gönüllerin harem dairesinde bulurlar.
Burası iç yüzü ve mânâya açık aksesuarıyla o kadar rengin, o kadar olgun ve o kadar geniştir ki, o âna kadar gördüğümüz kısımlar ona nispeten âdeta mütevâzi bir selâmlık gibi kalır. Mabedin bu iç kısmı koca külliyenin en güzel, en ferah, en gönül alıcı ve hülyâlarımızı coşturan sihirli bölümüdür. Burada, o âna kadar ruh ve mânâ adına gönüllerimize sinmiş ne büyülü şeyler duyar ve hissederiz. Sadece biz değil, orada bizim içeriye girmemizi bekliyormuşçasına çöküp yanlarına oturduğumuz, bizi sımsıcak tebessümlerle selâmlayan, kalplerinin iyiliği çehrelerine aksetmiş ve hislerini yüzlerinde okuduğumuz bütün inanmış gönüller zengini-fakiri, yaşlısı-genci, âmiri-memûru, âlimi-ümmîsi, makam sahibi-düz insanı, yerlisi ve yabancısıyla; -tabiî kimi, deryadaki mâhinin deryayı hissetmesi nispetinde; kimisi de, dalgıçların derinlikleri sezişi ölçüsünde- hemen herkes onda farklı bir temâşâ zevkine erer. Allah’tan başkasına gönül vermemiş ve gözlerinin içine başka hayâl girmemiş bu iman ve itmi’nân insanları, gönüllerde birikmiş sevgiyi sarfedecek sîne arar, ma’bedin her yanında muhabbet ve alâka esintileri uyarır, sonra da Hakk mihmandarlığına ulaşmış bu talihli ruhlar ve gönülleri "gıll u gış" adına her şeyden arınmış bu insanlar: "Bizi bu saadetlere eriştiren Allah’a hamdolsun!. Hamdolsun o Allah’a ki, bize verdiği sözü yerine getirdi ve bizi bu yerlere vâris kıldı" der ve bahtlarına tebessümler yağdırırlar.
- tarihinde hazırlandı.