Hak Erlerinin Fenâ Fillah Özellikleri
Düşüncelerini "Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat" potasında şekillendirebilmiş tevhid erleri, Hazreti "İlim" ve "Vücûd" deryasında eriyip yok olmayı hep bu mülâhazalar içinde değerlendirmiş.. ve bir taraftan rubûbiyet dairesinin hukukuna fevkalâde bir titizlikle riayet ederken, diğer taraftan da sekr ve gaybetlerinde dahi hep temkin ve teyakkuz halinin âdâbına uymaya çalışmışlardır. Zaten, onların söz ve tavırlarına az dikkat edilse, davranışları itibarıyla hâle mağlubiyet ve neşveli görünmenin dışında, temkine muhalif herhangi bir aşırılık da müşahede edilmez. Onlardan biri:
"Mutribin sazının sûziş-i nağmelerinden gelip kulağa akan (sazın) ağaç ve tellerinin tın tın sadâsı O'ndandır" derken, bütün mâsivâyı Cenâb-ı Hakk'ın vücûd deryasından bir damla gibi görmekte ve içinde bulunduğu o derin istiğraktan ötürü de, damlayı deryadan, zerreyi güneşten, aynayı onda tecelli eden gerçekten ayıramayarak; bir Türkçe sözde de:
"Bu deryaya ey can sen oldun ırmak,
Denizle ırmağı ne zordur ayırmak.."
şeklinde ifade edildiği gibi, kanatlanıp enginliklerine açıldığı vahdet deryası veya âsumanında kaybolmakta, daha sonra deryanın o karşı konulmaz telâtumuna yenik düşerek ne sahili görebilmekte ne de kenara çıkabilme irade ve şuûrunu gösterebilmektedir.
Bu mestlerden bir diğeri de:
"O bazen Leylâ urbasıyla tenezzül etti bazen de Mecnun suretinde şereflendirdi. Sevgili, halvethâneden dışarı adım atınca, içerinin süsü-ziyneti de ayan-beyan ortaya çıktı" diyerek fenâ fillah ufkuna ermiş bir sâlikin, "vücûd-u mevhibe-i Rabbâniye" ufkuyla, varlığı bir ayna gibi görüp, her şeyde kendini temâşâ etme sekr ve istiğrakını dile getirmektedir.
Böyle zirvelerde dolaşan bir istiğrak eri, tevhid ihsaslarını, zevk u şevk hâlâtını, maiyyete mazhariyetini ve O'nu duyma heyecanını bazen bağırıp haykırarak, bazen bayılıp kendinden geçerek, bazen de kendini raks ve tevâcüde salarak seslendirir ki, bunların hemen hepsi seyr-i sülûkun, kalbin derece-i hayatında sürdürülmesi esnasında yaşanır ve duyulur. Bu engin deryanın müstağrak gavvaslarından biri, gönlündeki vecd ve tevâcüd tufanıyla çevresine şöyle boşalır:
"Ben ol şahbâz-ı aşkım ki,
Dû âlemde mekânım yok;
Ben ol ankâ-yı sırrım ki,
Özümden hiç nişanım yok.
Lihâz-u hâcible dû cihanı
Eyledim hoş sayd,
Temâşâ eyle bil ânı ki,
Tîrim yok kemânım yok.
Ben oldum her lisanı
Gûş ile gûyâ ve sâmi',
Acebtir bundan artık kim
Kulağım yok lisânım yok."
- tarihinde hazırlandı.