Safâ’nın Bölümleri

1. Safâ-i ilmîdir ki; hak yolcusunun, seyahatini, Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam'ın, ilim ve marifet meşalesi altında sürdürmesi, yol boyu hep Kitap ve Sünnete mukayyed kalarak, her zaman kılı kırk yararcasına sefer âdâbına riayette bulunması yanında, yolculuk meşakkatlerini göğüsleye göğüsleye ve himmetini Gayeler Gayesi'ne yönlendirip, hep metafizik gerilim içinde bulunma hâli şeklinde yorumlanmıştır. Daha farklı bir yaklaşımla "safâ-i ilmî", sâlikin, seyr-i sülûk-i ruhanîsini, Hz. Mişkât-ı Nübüvvet'in rehberliğinde sürdürerek, sürekli O'ndan gelen âdâbı gözetip, kalbini, ruhunu, aklını O'nun yoluna kurban etmesi, O'nda ölüp O'nunla yeniden dirilmesi, O'nu takip etmesi, ruh dünyasında hep O'nunla oturup-kalkması, problemlerinde O'na müracaat etmesi, her işinde O'nun hakemliğine başvurması ve son haddine kadar ölesiye bir cehd ve gayretle, maiyyeti, maiyyetullah sayılan, o Seçilmişler Seçilmişi Hz. "Fahrü'r-Rusul"e iktida edip, Gayeler Gayesi'ne ulaşma marifeti, muhabbeti, aşk u şevki ve daha değişik mazhariyetleridir ki; Gülşen-i Tevhid sahibi bu makama işaret sadedinde: "Git öyle bir ilim ara ki, senin gönlünü açsın ve her problemini halletsin" der. İnsana hakikî hedefini ilham etmeyen, böyle bir hedefe ulaşma mevzuunda gerekli stratejiler adına onun basiretine nur, iradesine fer, ruhuna aşk u şevk ve gönlüne de gökler ötesi âlemlere ulaşma arzu ve iştiyakını uyarmayan ilim, boş bir vehim ve hayal olmasa da bir şey vaad etmediği muhakkaktır.

2. Safâ-i hâlîdir ki; kalbin, Hak mehâbeti ve hakikat aşkıyla açılıp kapanması, heyecan ve hafakanlarını, Cenâb-ı Hakk'a münâcât, yakarış ve sızlanışlarıyla seslendirerek, yer yer ruhuyla hakikat arasına giren vahşetleri ve gurbetleri giderip gönlünü huzur esintilerinin yamaçları haline getirmesi ve bütün varlığı -kendi nefsine bakan yönüyle- his, şuur ve idrak açısından sapan taşı gibi yokluğa fırlatması mânâsına gelir.

Evet insan, hâli itibarıyla safvet ve şeffafiyete erince, onun gönlü ulûhiyet hakikatinin tecellileriyle köpürür.. ruhu hakikat aşkıyla coşar.. içinde açılan menfezlerle, varlığın perde arkası güzelliklerini temâşâ ile kendinden geçer.. ve duygularının dili çözülerek, kelimelerle, cümlelerle ifadesi mümkün olmayan münâcâtların en büyüleyicileriyle "Haziretü'l-Kuds"e yönelir, orada içini döker, Hakk'ın teveccühünü duyar, zevklerin en enginine erer.. hatta bazen öyle bir an gelir ki, esmâda, Müsemmâ-yı Akdes'in Zat'ı mülâhazasıyla, sıfâtta, Hz. Mevsûf-u Mukaddes'in rahamûtu murakabesiyle, köpüren hislerinin dalgaları içinde meleklerin ibadet neşvesini bütün benliğinde hisseder, ruhanîlerin temkinine şahit olur ve melekûtun esrârına büyülenerek insanüstü bir hâl alır ki; yine Minhac'da bu seviyeye işareten: "Bu hususta söz söylemek muhaldir (daha doğrusu kîl u kâldir). Zira bu yer hâldir (ve hâli de) ancak hâl sahibi bilir" denir. Şimdi isterseniz, bu bölümü de-Tatmayan bilmez" deyip noktalayalım...

3. Safâ-i ittisaldir ki; kulun, bütün bütün ef'âl, sıfât ve zatını, Hazreti Vacibü'l-Vücub'un ef'âl, sıfât ve Zat'ında fani kılıp, daha doğrusu fani bilip, fani hissedip Hazreti Vücud ve Hazreti İlm'in sübühâtının müşahedesiyle müstağrak yaşamaktır. Bir diğer ifade ile, safâ-i ittisal, ubudiyet hazzının rububiyet hakkı içinde mütelâşî olup gitmesi, varlığın perde arkası esrârının dört bir yanı tutması, Hazreti İlim ve Vücud'un feyezânının vicdanı tamamen istila etmesi ve ötede insanın gözüne açılacak gerçeğin zılliyet planında basiretle temâşâ edilmesi demektir. Bu da, biraz daha açacak olursak, lâhut âlemi ve bu âlemin bir kısım esrârının, ceberût âlemi ve bu âleme ait bazı hususiyetlerin, melekût âlemi ve bu âlemin teferruatının, Hazreti Sadık u Masduk ve Kâşifu'l-Hakâik'in: "Benimle işitir, Benimle görür, Benimle tutar, Benimle yürür" (el-Hakîm, et-Tirmizî, Nevâdirü’l-Usûl 3/81) beyanı çerçevesinde O'ndan şerefsudûr olan hakâikin, bir kere de "kurb" ufkunda, kalb, sır, hafi, ahfâ rasathaneleriyle temâşâ edilerek, herkese açık olan nazarî ve zarurî hakikatlerin sübjektif ilmîliğe dönüşmesi, bu bilginin yakînle derinleşmesi, yakînin -letâifin müsâadesi ölçüsünde- hakka'l-yakîne yönlendirilmesi ve "sübühât-ı vech"in şuaları karşısında hususiyetlerin bütün bütün silinip gitmesi, mahiyetlerin eriyip kül olması, artık sadece ve sadece Hazreti Kayyumiyet'in duyulup hissedilmesidir ki, böyle bir makamda, damla deryaya dönmüş, zerre güneşe karışmış ve her şey hiç ender hiç olmuş gibi tasavvurlar üstü zevkî ve hâlî bir durum istila eder insanın her yanını; eder de salikin nazarı kayyumiyetten başka bir şey görmez olur.. ve bir zevk zemzemesi içinde, sadece O'nu bilir-O'nu duyar, O'nunla işler-O'nunla başlar ve âdeta O'nunla oturur-O'nunla kalkar. Böyle bir televvünât içinde bazen iltibaslara girerek, her şeyi O'nun tezahüründen ibaret saydığı anlar da olabilir.. evet, görme, bilme, duyma ve zevk etme konusunda herkes aynı mülâhazayı paylaşsa da, his, şuur ve idrak melekesini Hazreti Mişkât-ı Nübüvvet'le aydınlatamamış olanlar, yorumlarında hatalara girebilirler.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.