İşârâtın Keşifte istiğrakı
İşârâtın keşifte istiğrakıdır ki; ruha Zat-ı Ulûhiyet hakikatinin inkişafı ile sâlik, O'nun mukaddes isimlerinden "Ehadiyet" mertebesine, yani Cenâb-ı Feyyâz-ı Mutlak'ın, kulun idraki seviyesinde ona hususî varidlerde bulunma mertebesine yönelir ki, bu mertebede ruh bütünüyle mâsivâdan alâkasını keser ve kalbin kadirşinas ibresinin gösterdiği ufka teveccüh eder. Böyle bir mazhariyete eren sâlikin nazarında, isimlerdeki ihtilaf tamamen ortadan kalkar ve her şey sıfat perdedarlığıyla Hz. Zat'ın nurlarına müstağrak görünür. Bu makama vasıl olacağı ana kadar, Cenâb-ı Feyyâz-ı Ezelî'yi "Cemil, Celil, Lâtif, Kahhar..." gibi pek çok isimlerle anan Hak yolcusu, duyuş ve hissedişlerinin tesiri altında olmadan temyiz ve tefriki bırakarak, Hz. Nur-u Zat'ın "bî kem u keyf" televvünleriyle mest ü mahmur bir hayata kendini salar.
Bu hâli ifade sadedinde mest ü mahmurların pîr-i muğânı Hz. Mevlânâ ne hoş söyler:
"Ey müslümanlar ne çare ben kendimi bilmiyorum. Ben ne dünyadan, ne ukbâdan, ne cennetten, ne cehennemden, ne Adem'den, ne Havva'dan ne de firdevs-i âlâdanım, mekânım lâ mekân, nişânım bînişân oldu. Artık bende ne can var ne de ten; zira ben cânân otağındayım. İki gözü de (kapı) dışarı ettim; iki âlemi birden görüyorum.. gayrı Bir'i biliyor, Bir'i söylüyor, Bir'i arıyor ve Bir'i okuyorum.. ey Şems-i Tebrizî! Dünyada öyle bir mestim ki, bu âlemde mestlikten başkası bana derman olamaz."
- tarihinde hazırlandı.