Kur’an’ın Doğru Anlaşılması
Kur'ân, yeryüzüne engin bir denge anlayışıyla inmiştir; o, ferdin, ferdle, aile ile, toplumla, sonra da bütün bir varlıkla münasebetlerini dengelemiş ve müntesiplerine umumî ahenge giden bir yolu salıklamıştır. Biz ise, onun ruhunu, kendi mantığımızın dar çerçevesine sıkıştırarak, evvelâ o çok genişi daraltmış, evrenseli mahallîleştirmiş; sonra da aşkını, âdiyatın zeminine indirerek onun gökçek yüzüne üst üste küsûflar yaşatmışızdır. Said b. Cübeyr, Ebu Hanife, Ahmed b. Hanbel, İmam Serahsî... gibi yüksek mefkûre insanları zulme taraftar olmak şöyle dursun, ona karşı en küçük tavize dahi meyletmeden her zaman, Allah'a açık vicdanlarının sesine-soluğuna göre karar vermiş ve saraylardaki zevk ve safâ yerine, zindanlardaki cefâyı -estağfirullah- Hakk'a kullukla gerçek derinliği bulmuş düşünce ve vicdan hürriyetini seçmişlerdi.
Evet, hedefli yaşayanlar hedefli ölürler; ölünce de mezarları gönüller, hattâ bütün bir mâşerî vicdan olarak orada ebedlere kadar yaşarlar. Bu yüksek ruhlara mukabil, çıkarlarının esiri kurnaz geçinen talihsizler ise, dünyada her şeyi boş verir ve hep hevâlarının, heveslerinin tasmalı köleleri olarak kalırlar ki, bunların yaşamaları bir zillet, arkada bıraktıkları tam bir melânet, akıbetleri de felâket üstüne felâkettir.
Kur'ân'ın sadık bir talebesi -siz ona, bir mefkûre insanı da diyebilirsiniz- kendi aşk u şevki, heyecan ve tutkularının ötesinde başkalarını da terkisine alıp sonsuza taşıyan bir ebediyet süvarisidir. O, düşünce dünyasına göre idealize ettiği ufkuna doğru ilerlerken, başkalarının realite dedikleri pek çok şeyi çiğner-geçer; çiğner-geçer de bir kısım mefkûrezedeler onu deli sanır.
- tarihinde hazırlandı.