Latîfe-i Rabbâniye ve Levh-i Mahfuz
Latîfe-i rabbâniye kendi çapında bir ayna, levh-i mahfuz da kendi azametine göre ayrı bir ayna. Levh-i mahfuz, onda tecellî eden şeylerle mahiyetinde değişikliğe uğramaz; hep lâyetebeddel bir kitap olarak devam eder. Lâtîfe-i rabbâniye ise, farklı arızalarla her zaman renk, şekil ve desen değiştirebilir ve bunun farkında olan ruhlar kim bilir günde kaç defa "Rabbenâ lâ tüziğ kulûbenâ ba'de iz hedeytenâ – Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalblerimizi kaydırma..." der ve o en ulu dergâha müracaat üstüne müracaatta bulunurlar.
Konumuna göre sağlam bir duruşta olduğu sürece bu lâtîfe, sıfât-ı sübhâniye ufkunun iyi bir mütalâacısı, ilâhî teveccühlerin mücellâ bir aynası, mârifet, muhabbet, aşk u şevk ve cezb ü incizabın da en önemli muharrikidir. İnsan onun gözleriyle öteleri temâşâ edebilir, onun kulaklarıyla çoklara müyesser olmayan harfsiz-kelimesiz hutbeler dinleyebilir ve onunla en kutsal tecellîlerin mihmandarı olabilir.. elverir ki fıtrat-ı asliyesini koruyup onu iman, mârifet ve muhabbetle tezyîn edebilsin. İsterseniz şimdilik bu lâtife-i rabbâniye konusunu Hanîfî'nin şu hoş sözleriyle noktalayıp iradeye geçelim:
"Aşk için sâf eyle gel sûfi derûn-u kalbi kim,
Zeyneder kâşânesin elbette mihmân isteyen."
- tarihinde hazırlandı.