Kurb-Bu’d İlişkisi ve Mertebeleri
Bu’d; uzaklık ve helâk manâsına gelir. Tasavvufçular onu, mebde’ itibâriyle füyûzâtın kesilmesi ve Hakk’tan uzaklaşma, netice itibâriyle de tabiî bir inâyet-i hâssa olmazsa hizlân ve mahrûmiyet şeklinde görmüş ve anlamışlardır.
Kurbun; avâm-ı mü’minîn, evliyâ, asfiyâ, ebrâr ve mukarrabîne göre dereceleri bulunduğu gibi, "bu’d"un da kendi içinde alt alta dereke ve mertebeleri vardır; bu mertebelerin mutlak helâk noktasını da şeytan işgâl eder.
Kurbun-bu’dun birer teveccüh veya mahrûmiyet şeklinde bulunması ayrı şey, sezilip bilinmeleri ayrı şeydir. Bazen, en büyük ikram, ikramın hissettirilmemesi şeklinde gelir ve "akrabü’l-mukarrabîn: En üst seviyede kurba mazhar olan" kendi yakınlığını bilemez. Bazen mekr tam olur bu’dun zulmetleri sezilemez.. bazen de sekir hâli hâkim olur, kurb-bu’d tefrik edilemez.. ve dolayısıyla da böylelerinde kurb iştiyâkı ve bu’d endişesi görülmez.
"Câmi sen yakınlık ve uzaklık endişesine düşme, zirâ aslında ne uzaklık ne yakınlık ne vuslat ne de ayrılık diye bir şey yoktur" sözleri bu serâzâd ve sermest ruhların düşüncelerini ifâde eder.
Bu’dun gerçek ürperticiliği ve mahrumiyeti müsellem; bazı ruhlar da var ki kurbun mehâbet esintileri karşısında tir tir titrer ve o andaki ruh hâletiyle kendilerini kahr u tedmîrin pençesinde sanırlar, "Kurb-i sultân âteş-i sûzân buved" bu münasebetle ve bu manâda söylenmiş olsa gerek. Bütün bunlara rağmen kurb, ilâhî nefehât ve üns esintilerine açık cennet yamaçlarına benzetilecekse, bu’da, mahrûmiyyet ve hizlân gayyâları demek uygun olur.
- tarihinde hazırlandı.