İnsan-ı Kâmil Kendi Konumunun Farkındadır
Onu bulup onunla aynı atmosferi paylaşan biri, başkalarının hiçbir zaman ulaşamayacağı pek çok esrara, envâra ulaşır ve bir feyiz kaynağı haline gelir. İnsan-ı kâmil, her zaman kendi konumunun farkındadır. O, kendini bir meclâ, bir memer ve en fazla da bir mazhar telâkki eder; eder de ne kendini, ne sıfatlarını, ne de zâtî gibi görülen kabiliyetlerini katiyen kendinden bilmez; aksine, nefsini "Siz onları kendiniz olarak öldürmediniz; onları Allah öldürdü." (el-Enfal, 17) mazmununa bağlı görür ve her zaman
"Attığında da sen atmadın; onu Allah attı" (el-Enfal, 17) hakikatini vicdanında duyarak, hep memerriyet ve mazhariyet mülâhazalarıyla oturur kalkar; ne ittihad ne hulûl.. her şeyi O'ndan bilir ve üzerindeki fevkalâdelikleri de O'nun ekstradan tecellileri sayarak,
"Değildir bu bana lâyık bu bende
Bana bu lutf ile ihsan nedendir.?"
(M. Lütfi)
der; sevinç ve sorumluluklarını değişik taaccüblerle daha bir derince duyar. Aslında hulûl ve ittihad, bizzat mevcut iki şey arasında cereyan eder. Hak karşısında insan-ı kâmil müstakil bir mevcut değildir ki, hulûl ve ittihad söz konusu olabilsin. Zât-ı Hak, bilasâle bir mevcud, insan ise, O'nun ziya-yı vücuduyla kâimdir. İster insan-ı kâmil isterse bir başkası, vücudu mümkün ve yaratılmış olan muhtaç birini büyütme adına böyle bir tasavvur, dalâletten başka bir şey değildir.
- tarihinde hazırlandı.