Rıza Hakkında Dikkat Edilmesi Gereken Mülahazalar
Aşağıdaki mülâhazalarla, rıza adına duygu ve düşüncenin beslenebileceğini, bu çetin yolun bir kısım sertliklerinin kırılabileceğini, cismânî ve dünyevî tepkilerin de bir ölçüde ta’dîl edilebileceğini düşünüyoruz:
* Hakk’ın takdir ve tecellileri karşısında insan bir figürdür; o, üzerine aldığı rolün şekil ve keyfiyetine karışamaz..
* Başa gelen herşey, şart-ı âdî plânında insanın eğilimlerine göre tesbit edilmiştir. Ve bunu değiştirmeye de Yaratan’dan başka kimsenin gücü yetmez..
* İnsan herşeyiyle Allah’ın mülkü ve kölesidir; köle efendisinin tasarruflarına müdahale edemez..
* Eğer insan, gerçekten Allah’ı seviyorsa, O’ndan gelen gülü de, dikeni de hoş görmelidir.
* İnsan başına gelen şeylerin neticelerini pek kestiremez; oysaki bunların içinde dünya kadar maslahatlar da olabilir Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız ama, o sizin hakkınızda hayırlıdır.. ve yine olur ki siz birşeyi seversiniz ama, o sizin için şerdir; siz bilmezsiniz herşeyi Allah bilir" fermân-ı sübhânîsiyle bunu tasrih etmektedir.(Bakara, 2/216)
* Müslüman Allah’a teslim olmuş kimse demektir.. bu itibarla da onun Cenâb-ı Hakk’ın icraatına karşı hoşnutsuzluğu söz konusu olamaz.
* Herşeyden evvel mü’min bir hüsn-ü zan insanıdır; insanlara karşı hüsn-ü zanla emredilen birinin Rabbisinin muâmelelerine karşı sû-i zan ifade eden hoşnutsuzluğu nasıl söz konusu olabilir ki.?
* Kaderden gelen hadiseler karşısında, iyi görmek, iyi düşünmek ve hüsn-ü te’vilde bulunmak, herşeye rağmen insanın içini huzur ve inşiraha garkeder.
* Burada, yerine getirme mecburiyetinde olduğumuz sorumluluklar veya maruz kaldığımız hususlar, öteler hesabına şekillenmemiz için birer esas ise, cebrî eğitim ve öğretim gibi, insanın bunları severek yerine getirmesi lazım gelir.
* Kulun, Rabbisinden gelen şeylere karşı rıza göstermesi, Rabbisinin de ondan razı olması demektir.
* Cenâb-ı Hakk’ın rubûbiyetine karşı rahatsızlık duymak, gam, keder ve dağınıklığa sebebiyet vermesine karşılık, hep rıza yörüngeli yaşamak, hislerin cehennemi içinde bile olsa, cennet televvünlüdür.
* Rızanın gerektirdiği yerlerde sebepleriyle hep onu arama ilâhî te’yidâtın reddedilmeyen davetiyesidir.
* İnsanlara karşı kalp bulanıklığı ve gıll ü gış eğer bir sû-i edepse, bunun, Allah’ın icraatına karşı duyulup hissedilmesini ifadelendirmeye saygımız müsaade etmeyecek ve gücümüz de yetmeyecektir.
* Bir insan için kader ve Hakk’ın tecellilerine rıza en önemli bir saadet vesilesidir. Konuyla alâkalı Hz. Sadık u Masdûk’un Âdemoğlunun en ehemmiyetli saadet kaynaklarından biri hiç şüphesiz Allah’ın kazasına razı olması.. ve onun en önemli tâli’sizliği de Allah’ın takdirlerini öfkeyle karşılamasıdır" şeklindeki mübarek sözleri de bu hususu tenvir etmektedir.
* Bir insanda Allah’ın icraatına karşı hoşnutluk hissi, onun kalbini lâhûtî esintilerle doldurur; hoşnutsuzluk ise, şeytânî vehimlerle.
* Hayatlarını rıza yörüngeli yaşayanlar, ömürlerini âdetâ bir şükür dantelası haline getirirler; hep hoşnutsuzluk homurdanıp duranlar ise, bu nankörlük değirmeniyle, en müsbet, en olumlu işlerini bile ezer, öğütür ve bitirirler...
* Hakk’ın icraatına karşı adem-i rıza ve öfke, şeytanın insana nüfûz yollarının en müessiridir. Böyle bir ruh hâleti içinde bulunup da şeytana yenik düşmeyen az insan vardır.
* Hakk’ın seninle olan muâmelesini gönül rızasıyla karşılaman, seninle gök sâkinlerinin ortak paydasıdır.. ve bu da, şeref olarak sana yeter.
* Razı olan Hüdâ’ya, olmayan da hevâya uymuş demektir.
* Allah’ın, hakkımızdaki hükümlerine razı olmak, O’nun istediklerini, şahsî arzu ve isteklerimizin önüne geçirme manasına gelir. Bilmem ki, aksi mülâhazaları hatırlatan madalyonun öbür yüzünü ifadeye gerek var mı?
* Bütün ibadet ve tâat rıza meşcereliğinin meyveleri, bütün mâsiyetler de rızadan mahrumiyetin..
* Rıza, insanı, Rabbiyle iç cedelleşmeden kurtarır. Böyle bir cedelleşmenin nasıl bir sû-i edep olduğunu söylemeyi isrâf-ı kelam sayarız..
* Hakk’a karşı rıza duygusu Hak-kımdaki her hükmün aynı adâlettir" düsturuna saygı ve inancın ifadesidir..
* Yeryüzünde ilk mâsiyet, şeytanın, kendi hakkındaki takdire rıza göstermemesiyle başlamıştır.
* Bir insan için rızadan daha büyük bir pâye yoktur; eğer olsaydı Allah, cennet ötesi âlemlerde sevdiklerini onunla pâyelendirirdi.. oysa ki, ötelerde sonu olmayan en son nimet (Tevbe, 9/72) fehvâsınca Hakk’ın hoşnutluğudur..
* Rıza, dînin temeli sayılan en önemli esaslar üzerine bina edilmiştir. O, tevekküle dayanmakta ve onun hakikati, yakînle kanatlanmakta ve onun özü, muhabbetle ebediyete mazhar olmakta ve onun mâyesi, sadâkatin şahidi, şükrün de fiilî beyânıdır.
* Rıza bir hamlede insanı evc-i kemâlâta çıkaran öyle büyülü bir asansördür ki, ona binebilenler, hedeflerine zaman üstü bir hızla ulaşırlar.
* Muhabbet, ihlas, inâbe, evbe, rıza yamaçlarının çiçekleridirler. Hakk rızasına kilitlenmemiş gönüllerde bu vasıfları aramak ise beyhûdedir.
Zâhirî duygularla îfâ edilen amellerin mükâfatları, kat kat da olsa, kemmiyetin dar kalıplarıyla ifade edildiğinden az sayılır. Rıza ve rıza buudlu kalbî amellerin sevapları ise, kalbin enginliğiyle mebsûten mütenâsip (doğru orantılı) ve tasavvurlar üstüdür.
Rıza, Hakk katında en büyük bir mertebedir ve onun en seviyelisi de en büyüklerin ortak vasfıdır. Hz. Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’dan diğer peygamberlere, onlardan da diğer bütün asfiyâ ve evliyâya uzanan çizgide, ihlas, yakîn, tevekkül, teslimiyet ve tefvîzde finale kalmış devâsâ kametlerin, ona ulaşabilmek için soluk soluğa yarış yaptıkları mübarek bir hedeftir. Bu hedefe ulaşma uğrunda nelere katlanılmış, ne tahammülfersâ şeyler göğüslenmiş ve ne kandan irinden deryâlar geçilmiştir.
- tarihinde hazırlandı.