Ruh ve Allah’ın Yaratması
Aslında, Allah'ın hemen her işi, herhangi bir sebep, şart, malzeme ve materyale ihtiyaç hissedilmeden, sırf bir "ol" deyivermekle oluverir. O'nun böyle tekvînî bir emri, herhangi bir şeyin haricî vücut açısından meydana gelmesi için yeterlidir. Tabir-i diğerle, İlahî irade ve meşietin diliyle, bir nesnenin herhangi bir keyfiyette vücut bulmasını dilemek o objenin var olması için kâfîdir. Bu türlü var olmaların devam ve temâdîsi aklın zahirî nazarında "ef'âl-i âdiye" gibi değerlendirilse de, bu kabil bütün hadiselerin harika olduğu açıktır.. ve gerçek emir sahibine bağlanmadan izah edilmeleri de imkânsızdır.
Bazen biz, ruh dediğimizde, en kâmil ruh manâsına gelen Cenâb-ı Hakk'ın nefhası "rûh-u a'zam"ını düşünürüz; düşünürüz zira, Allah'tan gelmiş, Allah'a en yakın ve lâhut âlemine ait esrarı hâiz olan işte bu ruhtur.. ve insanın Allah'a halife olması da onun böyle bir ruh taşımasına bağlıdır. İnsan bünyesindeki bu ruh; madde, cisim, cevher olmayan âlemden cismaniyet âlemine bir armağan; hem de metafizik mülâhazaların bir dili, bir tercümanı gibidir. Bir kere ruh dediğimiz bu cevher, hem ilim hem de vücut âleminden bir tecellîdir; onun şuurlu bir kanun-u emrî olması, Zât'la irtibatı, nûrâniyet ve şeffâfiyeti de ilme tam bir mazhar olması itibarıyladır. Eğer insan ilahî sırlara açılmak istiyorsa -ki potansiyel olarak buna herkes müsait olarak yaratılmıştır- böyle bir açılım da ancak kalp ve ruhla mümkün olabilecektir. Evet, ulûhiyet hakikatına dair sırlar ancak gönül ufkundan, ruh gözüyle temaşa edilebileceği gibi, akıl, mantık, muhakeme ve sebepler üstü Hakk'a yakınlık da, sadece ve sadece ruhun ayağı ve kalbin kurallarıyla gerçekleşebilecektir.
- tarihinde hazırlandı.