İslâm’ı Temsil Eden İnsanımız

Altın çağlarımızda bizim cedlerimiz, her gün birkaç kez yeryüzünde Allah’ın halifesi olduklarını hatırlar, dünyevî-uhrevî her iş ve hareketlerinde sürekli O’nun murad ve hoşnutluğunu arar, sık sık teşrîî emirler açısından durumlarını kontrol eder, Rabbileriyle münasebetlerinin seviyesini ölçer; ciddi bir hakikat ve araştırma aşkıyla tekvînî esaslarla meşgul olur, varlık ve hâdiseleri iyi okumaya çalışır; okuyup öğrendiği, duyup anladığı her şeyi aile, toplum ve topyekün varlıkla uyum içinde olabilme yönünde değerlendirir; ilimden irfana yürür, mârifetten muhabbete kanatlanır; her nesne, her hâdise ve Hak’tan gelen her mesajı O’na yükselten bir vasıta olarak görür, dünya işlerinde de, ukbâ mülâhazalarında da hep önde olmasını bilirlerdi.

Onlar, böyle bir ufka ulaşmayı büyük ölçüde, İslâm’ı bir bütün halinde kabullenerek yaşayıp yaşatmakla, onu yürekten sevip sevdirmekle ve Müslümanca yaşamayı hayatlarının gayesi bilmekle gerçekleştirebilmişlerdi. Böyle bir hareket ruhu onların gönüllerine tam yerleşince, dünya ve ukbâ dengesi de kendi kendine teessüs etmiş ve onları bir muvazene toplumu haline getirmişti. Bu durum onlara, her yerde ve hayatın her alanında kendilerini ifade etme imkânı veriyordu ki, bu sayede, kendi temel dinamiklerine bağlılık çerçevesinde yenileniyor, değişiyor, değiştirme peşinde koşuyor, sürekli derinleşiyor ve imanlarıyla, aksiyonlarıyla çok geniş bir coğrafyada bütün insanlığa âdeta medeniyet muallimliği yapıyorlardı. Onların oturuşlarında-kalkışlarında, konuşmalarında-sükûtlarında hep Hak nümâyândı; bir enstrüman gibi her tavır ve her davranışlarıyla O’nu seslendiriyor, O’nun dellâllığını yapıyorlardı. Bu derinlik ve irfanlarıyla onlar, âdeta bir sahâbe topluluğuydu ve Peygamber görmüşlüğe ait pek çok hususiyetin de temsilcileri gibiydiler...

Bu aydınlık insanlar Allah’la münasebete geçtiklerinde veya âkıbetlerini düşündüklerinde yer yer kendilerini mârifet enginliklerine salar, haşyetle titrer, gönülden râşelerle ürperir; sık sık muhasebelere dalar, her şeyleriyle kendilerini gözden geçirir; kalb balanslarını yeniden ayarlar; her zaman sorumluluklarını üzerlerinde bir dağ cesametiyle hisseder ve âdeta nefis ve cismâniyetleri itibarıyla bütün bütün erir gider de tıpkı birer ruhanî varlığa dönüşürlerdi. Hele bir de, Kur’ân ve Kur’ân’la anlatılmak istenen hakikatler gürleyip kalplerine boşaldı mı, artık her biri birer "beyt-i Hudâ" olan o temiz gönüllerde yabancı hiçbir mülâhaza kalmaz; kalmaz da sadece O düşünülür, O duyulur ve günler O’nunla doğar, O’nunla batardı.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.