İslamın Yaşandığı Ortamın Özellikleri
Müslüman olarak doğup büyümek ve ruhuyla onun husûsî şivesini duyup tatmak bir tâli' eseri ve bir bahtiyarlıktır. Onun yumuşak, aydın ve feyizli iklimini tanıma fırsatını bulamayanlar, bütün bir hayat boyu sevgilisinden mahrum kalmış birinin yalnızlığı içinde, "Bu sahra benim, şu sahra senin" der koşar.. "Dîde giryân, sîne püryân, akıl hayrân", "Şirin" der sızlar, "Leylâ" der göz yaşı döker.. gözlerinin feri biter, dizlerinin dermanı tükenir; ama neticede bir çuvaldız boyu dahi yol almadığını görür.. başı açık, ayağı yalın hayâlleri ile olduğu yerde saydığına muttali olur ve hasretle inler.
Bizim, İslâm'la yoğrulmuş ve imana, ümîde, ebediyete açık dünyamız, varlığa ait bütün güzelliklerin dalga dalga gelip ona aksettiği, aksedip duygularımızı sonsuza uyardığı, bilhassa mânâ köklerini koruyabilenler için dünya ve ukbâ düşüncesinin iç içe olduğu öyle sihirli bir âlemdir ki, onu kendi buutlarıyla duyup hissedenler, zannediyorum bir daha da ondan ayrılmayı düşünmezler.
Bu dünyada, durgunluk içinde her zaman bir canlılık ve dinamizm, alaca-kar görünümü altında da baharları zorlayan bir hayâtiyet söz konusudur. Gözlerimizi kapayıp bu dünyayı basîretlerimizle süzerken, hemen her zaman mışıldayan sular, üfül üfül esen meltemler, akıp akıp gözlerimizi dolduran renkler, ışıklar ve her yanda burcu burcu kokular duyar gibi olur; seslerden, görüntülerden süzülüp gelen, demetleşen mûsıkîlerin en enfeslerini dinleriz.
Bu dünyada, gaye eksenli bir hayat ve bu hayatın tabiî ve ezelî şiir unsurları sayılan iman, sevgi, aşk ve rûhânî zevkler, hatırlardan silinmeyecek edâlara ulaşır; şuuraltı mahzenlerimiz, uhrevî mutlulukların nüveleriyle dolar taşar. Hele inancın benliğimizi sarıp aydınlattığı, cismâniyetimizi yumuşatıp rûhânîleştirdiği saat ve dakikalarda.. mübarek gün, hafta ve aylarda, çevremizi bütünüyle lâhûtîleşmiş görür ve kendimizi yerde değil de âdeta göklerde dolaşıyor gibi hissederiz. Bu engin ruh hâletiyle geçirdiğimiz ukbâ perde aralıklı ve zaman üstü lâhzalarda, sanki tül tül ötelerin renkleri, gidip ebediyete ermiş olanların sesleri ruhlarımıza doluyormuşçasına kendimizi lâmekânî hisseder ve tasavvurlarımızı aşan bir vâridat tûfânıyla sırılsıklam oluruz.
Bu dünyada her zaman, ayrı bir dalga boyuyla akıp gelen varlık ötesi ışıklar sık sık gelip ruhlarımızı sarar.. gönül gözlerimizi ötelerin güzelliklerine çevirir.. ve duygularımızı ebediyetle irtibatlandırarak bize sonsuzun büyülü iksirinden içirir.. endişelerimizi yatıştırır.. korkularımızı giderir.. fenâ ve zevâl düşüncesiyle gelen şokları kırar ve sînelerimizde birer inşirah olarak esmeye başlar.
Hemen herkesin kendi ruh enginliklerinde sezebileceği bu tat, bu neşve doğrudan doğruya Sevgililer Sevgilisi'nden geliyormuşçasına, temas ettiğimiz her şeyde, içimizde köpüren her duyguda, dilimizden akan her beyanda bir sonsuzluk televvünü duyar ve bir âb-ı hayat yudumluyor gibi oluruz. Hem öyle bir oluruz ki ihtimal, ötelerin üveykleri sayılan zîşuur kanun-u emrîler bile, uçuştukları o mahrem yollardan çekilerek "yürüyün top sizin, çevkân sizin" deme lüzûmunu duyarlar.!
Evet, bu dünyada huzur ve itminân neşîdeleri ve şevk ü tarâb mûsıkîsi hiçbir zaman bütün bütün susmaz.. onun susması bir akort tevakkufu, beste beste hayatı yorumlayışı da bir kevser zemzemesidir. Bu dünyanın esas mûsıkîsi, şiiri, güzellikleri, onun, her şeyi ve herkesi sevgiyle kucaklayan insanlarının sînelerinden, o sînelerin ışık kaynağından ve bu ışık meş'alesini her zaman lebrîz eden şuurdan, duyarlılıktan, aramadan ve nihayet gökte ve yerde aranılır olmaktan kaynaklanmaktadır. Bu ölçüde ledünnîliğe ve enginliğe ulaşmış ruhlara öteler kim bilir ne derin ve mahrem şeyler fısıldar, ne nağmeler duyurur ve ne çıplak hakikatlerle buluşma zemini hazırlarlar.!
- tarihinde hazırlandı.