Dünyanın Selâmetini Sağlayan İki Söz

Dünyanın Selâmetini Sağlayan İki Söz

Bediüzzaman Hazretleri, Uhuvvet Risalesi’nde Hafız Şirazî’nin şu sözünü nakleder: “İki cihanın rahat ve selâmetini iki şey tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele.” (Bediüzzaman, Mektubat, s. 302) Buradaki dost tabirini geniş anlamıyla düşünmek gerekir. Kardeş, muhib, taraftar, sempatizan konumunda olan insanlar da bir yönüyle bu kategoriye girer. Hatta bazıları vardır ki iyi günde sizin yanınızda durur fakat kötü günler gelip çattığında zaaflarına yenik düşerek size sırtını dönebilir. Bunları da sindirmesini, hazmetmesini ve hoşgörüyle karşılamasını bilmeli ve Hafız Şirazi’nin dediği gibi mürüvvetten ayrılmamalısınız.

Bunun yanında kişi, kendisine düşmanca tavır alanları da idare etmesini, onlarla barış içinde yaşamasını bilmeli. Hz. Âişe’nin rivayet ettiği bir hadiste Allah Resûlü (sallâllahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: إنّ اللَّهَ تَعَالَى أمَرَني بِمُدَارَاةِ النَّاسِ كَمَا أمَرَني بإِقامَةِ الفَرَائِضِ “Allah bana, farzları yapmayı emrettiği gibi insanları idare etmeyi de emretti.” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 3/407) Peygamber Efendimiz (sallâllahu aleyhi ve sellem) burada insanları idare etmenin, tıpkı namaz kılma, oruç tutma, zekât verme, hacca gitme seviyesinde bir emir olduğunu ifade buyuruyor. Bunu, emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker kategorisi içinde değerlendirmemiz mümkündür.

Aslında bunun adı siyasettir. Her ne kadar günümüzde oldukça kirlenmiş olsa da esasında Arapça bir kelime olan siyaset, idare etme sanatı demektir. Çok farklı yönleri bulunan idare sanatı, ciddi bir birikim ister. İçinde yaşadığı çağı iyi okuyamayan ve çevresindeki insanların bakışını doğru değerlendiremeyen birinin şartlara göre doğru tavrı belirleyebilmesi ve düşmanlığa kilitlenmiş insanları idare edebilmesi mümkün değildir. Siyaseti (idare sanatını) bilen kimse, mesela teferruata ait meseleleri kavga vesilesi yapmaz. Herkesi kendi karakteri, kabiliyeti ve yetiştiği kültür ortamı itibarıyla çok iyi tanır ve buna göre davranır. Üzerine doğru gelen çılgın bir sel bile olsa, bir mecra bulur ya da açar ve onu zararsız hale getirebilir. Zararsız hale getirmenin de üstünde, onu bir barajda toplayarak, arkasından da toprakla buluşturarak faydalı hâle getirebilir.

Siyaset, yani idare sanatı, sadece devletle ilgili bir mesele değildir. Eğitimde, ailede, insanî münasebetlerde, toplumsal meselelerde de söz konusudur. Hiç şüphesiz, daire genişledikçe insanları idare etmek de zorlaşacaktır. Problemleri akıl ve diplomasiyle çözme, düşmanlara karşı doğru bir ilm-i siyaset takip etme asıldır. Fakat yeterli donanıma sahip olmayan ve bulundukları makamın hakkını veremeyen idareciler, hemen kaba kuvvet ve şiddete başvurur ve siyaset ilminin gereklerini yerine getirmezler.

Özellikle kademe kademe konumları hak ederek ilerlememiş, birden sıçrayıp bir noktaya yükselmiş/yükseltilmiş insanlar, bulundukları yerin hakkını edâ edemezler. Onlar her ne kadar yüksek makamları temsil etseler de duygu ve düşünce açısından bulundukları yerin çok gerisinde kalırlar. Karşılaştıkları zorluklar veya düşmanların hile ve hud’aları karşısında çabuk tahrik olur, hislerine yenik düşer, ne zaman nasıl hareket etmeleri gerektiğini kestiremezler. Bu sebeple de temsil ettikleri konuma terettüp eden vazifeleri hakkıyla edâ edemezler. Ancak küçük ölçekte aldığı vazifeleri başarıyla yerine getiren, zamanla rüştünü ispat eden ve yavaş yavaş olgunlaşarak yükselen insanlardır ki konumlarının hakkını verebilme potansiyelleri daha yüksektir. Nerede istihdam edilseler, Allah’ın izniyle falso yapmazlar.

Eğri Büğrü Yollarla Hakka Varılamaz!

Hafız Şirazî’nin sözü, bugünün Müslümanları için daha bir önem kazanmıştır. İhtilaf ve çatışmaların hiç eksik olmadığı, şiddetin ve radikal davranışların İslâm’ın dırahşan çehresini kirlettiği günümüz dünyasında Mevlânâ, Yunus Emre ve Bediüzzaman gibi davranmaya, dövene elsiz, sövene dilsiz, gönül koyana gönülsüz mukabelede bulunmaya ihtiyaç var. Müslümanlar, her tür kabalık ve saldırıya göğüs germesini, zorluk ve sıkıntılara katlanmasını bilmelidirler. Her ne kadar son asırlarda Müslümanların ülkeleri işgal edilmiş, toprakları elinden alınmış, idare sistemlerine dokunulmuş ve kaynakları sömürülmüş olsa da bu onları tepkisel ve radikal davranmaya sevk etmemelidir. Onlar, temsil ettikleri değerlerin hatırına İslâmî düşünceyi, olması gereken noktaya yönlendirerek tüm dünyada barış köprüleri kurmaya, sulh adacıkları inşa etmeye çalışmalıdırlar.

Bu konuda günümüzde öyle büyük yanlışlar yapılıyor ki! Kimileri devletten bağımsız olarak kafasına göre istiklal mücadelesi başlatıyor. Kimileri canlı bombalarla çoluk çocuk, yaşlı kadın demeden masum insanları öldürmenin adına cihat diyor. Hakta mutabakat sağlanamadığından, herkes kendine göre bir hak arayışına giriyor ve kendine göre bir mücadele şekli ortaya koyuyor. İstiklal ve hürriyet peşinde koşsa bile asla maksadına ulaşamıyor. Bilakis ortaya kargaşa ve anarşi çıkıyor. Hatta kin ve nefretler körükleniyor, İslâm düşmanlığına sebep olunuyor.

Hak olmayan bu tür eğri büğrü yollarla hakka varılamaz. Hz. Pir’in ifadesiyle, her hakkın her vesilesi hak olmayınca, hak olan bir maksuda bâtıl yollarla ulaşılmaya çalışılınca, ortaya konulan bütün mücadeleler akamete maruz kalıyor. Hâlbuki hakka ulaştıran yolların da hak olması gerekir. Eğer biz hakkı hedeflemiş, gözümüzü i’lâ-i kelimetullah’a dikmiş ve tüm insanlığın bir sevgi atmosferi içinde bir araya gelmesini gaye-i hayal haline getirmişsek, makyavelist düşüncelerle bu hedefimize varamayacağımızı iyi anlamalıyız. Bu konuda kendi kafamıza göre yol ve metotlar uyduramayız. Öncelikle Kur’ân ve Sünnet’in önümüze koyduğu ilke ve prensiplere, sonrasında da günümüz insanlığının büyük mücadeleler neticesinde elde ettiği evrensel insanî değerlere uygun hareket etmek zorundayız.

Fasl-ı Müştereklerde Anlaşma

İnsanlığın üzerinde ittifak ettiği evrensel fasl-ı müştereklerin ortaya çıkarılması ve bunlar etrafında bir araya gelinmesi, her zaman olduğu gibi günümüzde de takip edilmesi gereken önemli bir siyaset tarzıdır. Kur’ân’ın Ehl-i Kitab’a hitaben söylediği gibi, farklı duygu ve düşüncelere sahip olan insanlarla benzer noktalar çok iyi tespit edilerek “Gelin şunlarda anlaşalım!” diyebilmeliyiz. İşte bu, dünya çapında bir sulh ve salahın sağlanması adına takip edilmesi gereken çok önemli bir idare anlayışıdır.

Kur’ân şöyle buyurur: “(Resûlüm!) De ki: Ey Ehl-i Kitap! Buyurun gelin, sizinle aramızda müşterek şu noktada buluşalım: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım; Allah’ı bırakıp da insanları rab edinmeyelim. Eğer sizin bu çağrınıza kulak vermezlerse, işte o zaman: ‘Şahit olun ki biz Müslümanlarız, bu ahde teslim olanlarız!’ deyiniz.” (Âl-i İmrân sûresi, 3/64)

Bediüzzaman Hazretleri, ayet-i kerimede geçen “ehl-i kitap” ifadesine, “ehl-i mektep” şeklinde mana veriyor. Buna göre âyete bakıldığında Hıristiyan ve Yahudilerin, kendilerine indirilen kitabı okumalarına ve anlamalarına işaret edilerek aslında bir yönüyle onlara iltifat edildiği anlaşılıyor. Diğer bir yönden bu ifade, şu anlamı ihtiva eden ciddi bir ikazdır: “Madem sizin elinizde kitabınız var ve onu okuyorsunuz, o halde başkaları gibi kulaktan dolma bilgilerle değil; okumuş, elit bir insan gibi hareket etmelisiniz.”

Arkasından Cenâb-ı Hak, her iki tarafın da üzerinde ittifak ettiği müşterek bir söz etrafında bir araya gelinebileceğini beyan buyuruyor. Nedir bu müşterek kelime? Sadece Allah’a kulluk yapmak. Âyet, hem hiç kimseyi suçlamadan meselenin pozitif yönü üzerinde duruyor hem de bu konuda detaya inmiyor. Çünkü detaya indikçe ihtilaflar ortaya çıkacaktır. Ümmühatta (temel esaslarda) mutabakat sağlama imkânı varken, detayda ihtilaf etmek doğru değildir.

Farklı din ve kültürlere sahip olan insanların, anlaşmakta zorlanacakları pek çok noktanın olması tabiîdir. Fakat tartışma ve çatışma doğuracak meseleler bahis mevzuu edilmeden müşterek noktalarda anlaşılabilir. Dolayısıyla karşı tarafın duygu ve düşüncesini hesaba katmadan hemen kendi doğrularımızı onun yüzüne haykırmak doğru değildir.

Selim vicdanlar, selim akıllar Kur’an’ın yukarıdaki çağrısı gibi çağrılara itiraz etmezler. Bu yüzden, önemli bir misyonun temsilcisi olan insanların hep bu espri içinde hareket etmeleri çok önemlidir. Vahdet-i rûhiyenin, gönül birliğinin sağlanması buna bağlıdır. Senelerden beri rehnedâr olmuş bir kaleyi birden tamir edemezsiniz. Tahrip kolay olsa da bir şeyi aslına uygun şekilde restore etmek çok zordur.

Günümüzde kalpler, vicdanlar, akıllar çok zedelendi, tahrip çok büyük oldu. İnsanların birbirine karşı güvenleri kalmadı. Yeniden bu güveni kazanma ve aynı zamanda başkalarına da güvenebilme, yani insanların yeniden çok rahatlıkla güven içinde birbirlerine sırtını dönebilecekleri bir atmosfer oluşturma, ciddi bir gayrete vabestedir. Eğer dünyaya sunacağınız bir mesajınızın olduğuna inanıyorsanız, önce en yakın dairede, sonra yavaş yavaş dışarıya doğru açılarak insanlarla fasl-ı müştereklerde anlaşmakla işe başlamalısınız. Hiçbir yerde probleme sebebiyet vermemeli, dünyevi mücadelelerin içine girmemeli, çatışma ve ihtilafa sebebiyet verecek meselelerden uzak durmalısınız. Çünkü dünyanın kardeşçe yaşamaya, paylaşmaya, huzur ve barışa ihtiyacı var.


Bu yazı, 2 Mayıs 2008 tarihinde yapılan sohbetten hazırlandı.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.