Âl-i İmran, 3/21
إِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪ينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الَّذ۪ينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ أَل۪يمٍ
"Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adaleti emreden insanları öldürenler (yok mu), onları acı bir azapla müjdele." (Âl-i İmrân sûresi, 3/21)
İslâm dönemine kadar, gerek hiçbir din kabul etmeyenler, gerek din adına bazı şeylere inanıp Allah'ı inkâr edenler, Yüce Yaratıcı'nın varlığına ve birliğine delâlet eden âyetleri, emareleri, işaretleri görmeyip inkâra sapanlar, saptıranlar "Allah'ın âyetlerine karşı küfredenler..." sözleriyle; kitap inzali ve peygamber irsaliyle şereflendirildikleri hâlde, vesile-i necatlarına karşı kıyam edenler "nebileri öldürenler" unvan-ı kabîhiyle; hak ve adaleti ikame etmeye çalışanlara başkaldırıp onları bertaraf edenler de "adalet ve istikameti emredenleri öldürenler" sıfat-ı mezmûmesiyle yâd edilmektedir ki, bunların hepsi için müşterek bir akıbet söz konusudur; o da, hepsinin elim bir azaba dûçâr olmalarıdır.
Öyle ki bunlar, dünyayı tutup, durdurup yaşayamamış, onun için hiçbir hazırlıkları olmayan bir başka âleme gitmeyi de önleyememiş; Hz. Bediüzzaman'ın ifadesiyle ölümü öldürememiş, kabir kapısını kapayamamış,[1] dolayısıyla ölmeden ölüm acısıyla kıvranıp durmuş, dünyayı bitirmiş; ahireti de kendi boşluklarına kurban edip böylece iki dünyanın hüsranını birden yaşama tali'sizliğine maruz kalmışlardır.
Ayrıca burada, âyetin fezlekesine dikkat edecek olursak, hiç de alışık olmadığımız bir üslûpla karşılaşırız.. evet, acıklı bir azapla müjdeleme sözü, alışık olmadığımız bir sözdür. Aslında müjde iyi, güzel ve insanı sevince, neşeye boğacak şeylerde kullanılır; kötü, üzücü hususlarda kullanılmaz. Meselâ, bir kimseye "Gözünüz aydın, babanız ölmüş." veya "Müjde, iflas etmişsin." demezsiniz. Ama Kur'ân kâfirler hakkında bu ifadeyi kullanıyor. Öyleyse, burada ayrı bir hikmet aranmalıdır. O da -Allahu a'lem- şu olsa gerek: Burada kâfirlerle alay etme, Arapça ifadesiyle "tehekküm" söz konusudur. Yani imana karşı kapalı bu insanlar veya Kur'ân'a karşı kin, gayız, öfke ve nefretle dopdolu bu kişiler, bir de böylesi âyetlerle karşılaşınca, öfkeden kuduracak hâle gelirler.
Âyet, sibakı ile birlikte değerlendirilecek olursa, şöyle bir nükte de söylenebilir: Allah bu kimselere, iman etmenin yollarını açmış, peygamberler göndermiş, sonraki dönemlerde aralarında adaletle hükmedecek peygamber vârisleri yollamış, ama bunlar onca nimete karşı hep inkârla mukabelede bulunmuş ve nankörlük etmişlerdir. Yani, iman etmemiş, peygamberleri öldürmüş, adaletin temsilcilerini katletmişler. İşte böyleleri hakkında, "Azab-ı elimle müjdele." denmekle, bir taraftan su-i akıbetleri anlatılırken, öte yandan da kaçırmış oldukları bir müjde vesilesi ihtar edilmektedir.
[1] Bkz.: Bediüzzaman, Sözler, s. 38; Risale-i Nur Külliyatı, 2/1378 (Mesnevi-i Nuriye).
- tarihinde hazırlandı.