A'lâ, 87/9
فَذَكِّرْ إِنْ نَفَعَتِ الذِّكْرٰى
"O hâlde, öğüt fayda verecekse sen de nasihat et!" (A'lâ sûresi, 87/9)
Esbab-ı nüzul hesaba katılmadan bu kabîl âyetlerden, "Nasıl olsa öğüdüm fayda vermiyor.", "Elli defa gittim anlattım, anlamadılar.", "Zaten liyakatları da yok." vb. gibi yanlış anlamalar söz konusu olabilir; olabilir ve tebliğ ü irşad vazifesinde fütur yaşanabilir. Oysaki âyetin ifade ettiği hakikat tam bunun aksinedir. Şöyle ki, bu âyet-i kerime öncelikle irşad konumunda olana vazifesini talim etmektedir. Evet, فَذَكِّرْ إِنْ نَفَعَتِ الذِّكْرٰى"Eğer öğüt yararlı olacak ise sen de nasihate devam et." Kaldı ki
إِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
"Gerçek şu ki, kâfir olanları (azap ile) korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir, iman etmezler."[1] âyetine rağmen, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ebû Cehil, Utbe, Şeybe... gibi kalb ve kafaları küfre kilitlenmiş insanların ayağına kim bilir kaç defa gitmiş ve kaç defa onlara öğüdünü yenilemiştir. Zannediyorum Allah (celle celâluhu), peygamberine bir o kadar daha imkân ve fırsat verseydi, O (sallallâhu aleyhi ve sellem) onları sık sık yoklamadan geri durmayacaktı.
Evet, tebliğ ve irşad vazifesinin ruhunda, Allah'ın emri olarak her zaman yapılması gerektiği esası söz konusudur. Kabul edecekler veya etmeyecekler düşüncesi, maksadımızın aksine bazen neticenin menfî şekilde tecellîsine bile sebebiyet verebilir. Bakın Allah (celle celâluhu) Peygamberi'ne ne buyuruyor:
يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِِّغْ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَإِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ
"Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun."[2]
Nebiye sorumluluğu hatırlatılırken yumuşak bir tenbih de seziliyor burada. Yani "Aslında Senin vazife ve sorumluluktan kaçman kat'iyen söz konusu değildir.. evet Senin tabiatında böyle bir şey yoktur. Hatta senin fıtratın âdeta tebliğe kilitlidir ama yine de hatırlatmak gerekir ki, Sen seciyesi yüksek, fıtratı nuranî, gayesi sonsuzluk, aşkın bir insansın ve vazife şuurunun gerçek ve sürekli çizgisi de bu iç muhtevaya muvafık olmalıdır.
إِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَاءُ
Zaten "Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; ne var ki Allah kimi dilerse onu hidayete erdirir."[3] âyetinin gözler önüne serdiği gerçeğe göre de O'nun da bizim de vazifemiz sadece ve sadece tebliğdir.
إِنْ نَفَعَتِ الذِّكْرٰى âyetine: "Eğer öğüt fayda verirse." tevcihinin de bir mahmili vardır; evet bazılarına öğüt fayda vermeyecektir. Öyleyse bu hakikatin baştan bilinmesi lâzımdır ki, öğüde rağmen ortaya çıkan netice karşısında yeise düşmeyelim, vazifemizin haricindeki işlere karışmayalım. سَيَذَّكَّرُ مَنْ يَخْشٰى fehvâsınca Allah'tan korkan, kalbleri haşyete programlanmış insanlar, evet işte ancak onlar bundan istifade edebilecektir.
Evet, Efendimiz, bilâ kayd u şart tezkir ve ihtar vazifesiyle muvazzaf bulunduğundan, "va'z u nasihat fayda verirse." şeklindeki şartlı ifade, bir kayıtlama mülâhazasından daha çok sorumluluğu pekiştirme mânâsını müfittir. Şöyle ki, faydalı olmak için şerefnüzul olmuş beliğ ve güçlü bir beyan bilkuvve mutlaka faydalı olma konumundadır.. onu dinleyenlerin bilfiil ondan istifade edip etmemeleri ayrı bir mevzudur. Öyleyse burada kelâmın vaz'edilmesi esprisine dayanarak diyebiliriz ki, bu cümleyi: "Nasihat et, zira nasihatın faydalı olacağı muhakkaktır." şeklinde anlamamız gerekir.
اَللّٰهُمَّ اجْعَلْنَا مِنْ عِبَادِكَ الْخَالِص۪ينَ الْمُخْلِص۪ينَ وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِ الْمُخْلِص۪ينَ
[1] Bakara sûresi, 2/6
[2] Mâide sûresi, 5/67
[3] Kasas sûresi, 28/56
- tarihinde hazırlandı.