Bakara, 2/255
اَللّٰهُ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ
"Allah, kendinden başka ilâh bulunmayandır. O, Hayy'dır, Kayyum'dur." (Bakara sûresi, 2/255)
Evet O yegâne Mâbud'dur ve O'ndan başka hak Mâbud da yoktur. Yoktur; zira ezelden ebede varlık O'nun ziya-i vücudunun gölgesi, kâinatın her köşesindeki hayat O'nun hayatının aks-i nuru, mevcudiyetini devam ettirmeye çalışan her varlığın varlığını sürdürmesi de O'nun kayyumiyetinin, fâni levhalara küçük bir cilvesidir. O'nun varlığı Kendinden, hayat ve kayyumiyeti de zâtındandır. O'ndan başka kim ve ne varsa, hepsi O'ndan; O'nun tecellî-i sıfât ve esmâsındandır.
O öyle bir Hayy u Kayyum'dur ki, O'nun varlık ve hayatının söz konusu olmadığı bir yerde, ne var olmaya, ne de hayat muammasına herhangi bir izah getirmek mümkün değildir; O'nun -O Kendi Kendine, her şey de O'nunla kâim- mânâsındaki kayyumiyetini nazara almadan, varlığın devam ve temadisini mâkul bir zemine oturtmak imkânsızdır. O zât biricik Zât-ı A'zam, bu iki isim de birer ism-i a'zamdır. Bütün eşya ve hâdiseler, O'ndan birer tecellî ve açılım; kâinat bu tecellînin bir kitap, bir meşher hâlinde tecessümü; insanoğlu bu meşheri temâşâ eden bir seyyah ve bu kitabı okuyan mütalâacı; nebiler bu konuda birer rehber; kitaplar, hususiyle de Kur'ân ise bu göz kamaştıran muhtevanın en canlı, en renkli, en beliğ bir yorumcusudur.
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Âyetü'l-kürsi'den "Allah'ın kitabındaki en büyük âyet."[1] diye bahseder. Şimdi bu büyüklük;
1) Muhteva bakımından bir büyüklüktür; zira bu âyet-i kerime hâlis tevhidi anlatmakta ve Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlarına tercüman olmaktadır. İcmal itibarıyla tıpkı İhlâs sûresi gibi... Nitekim Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Mekke döneminde Allah (celle celâluhu) ile alâkalı suallere karşı, hep İhlâs sûresini okumuştur. Evet, Kur'ân-ı Kerim içindeki her sûre, her âyet aşkındır; ne var ki muhtevasının kıymeti nispetinde fazilet dereceleri her zaman değişik olabilir.
2) Bu kabîl âyetleri ve sûreleri okuyanlara verilecek fevkalâde sevaplarla alâkalıdır ki, bu da okuyanın idrak ufku, şuuru ve iç derinliği ile doğru orantılıdır. Evet bu konuda en belirleyici faktör engin bir imanla gönülde yöneliştir. Allah Resûlü, bu ufku, Ramazanla alâkalı bir beyanlarında şöyle dile getirirler:
مَنْ صَامَ رَمَضَانَ إ۪يمَانًا وَاحْتِسَابًا غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ"Kim Ramazan orucunu inanarak ve ihlâslıca (sevabını yalnız Allah'tan umarak) tutsa, geçmiş günahları bağışlanır."[2] Buradan da anlaşıldığı gibi ihlâs bütün amellerin özü, esası ve ruhu hükmündedir.
KAYYUM: Kayyum ismi, Cenâb-ı Hakk'ın hem zâtına hem de ef'âline bakar. Zâtına bakan yönüyle, O'nun kıdem ve bekâsını ifade eder. Ef'âline bakan yönüyle ise, mevcudatın devamını. Zira mevcudatın devamı O'nun devamına bağlıdır. Mevcudatın devamında zikredilen kanun, nizam vs. bunların hepsi itibarî şeylerdir; böyle itibarî kanunlarla eşyanın ayakta durması ise mümkün değildir. Avamca bir yaklaşımla, bütün bunların bir uygulayıcısının, hayata tatbik edicisinin bulunması lâzım gelir ki, O da Allah'tır. Söz buraya gelmişken, bu mevzua farklı bir şekilde yaklaşan İbn Arabî'nin görüşünü ifade etmekte yarar var. İbn Arabî diyor ki: "Hakâik-i eşya, esmâ-i ilâhiyenin tecellîlerinden ibarettir. Bu sebeple varlık aslında bir "yok"tur. Fakat bu tecellîler o kadar sık gelmektedir ki, biz onunla eşyanın var olduğunu görüyor ve varlığına hükmediyoruz. Şayet Cenâb-ı Hak, bu tecellîlerini bir an kesiverse, her şey mahvolur gider." Evet Süleyman Çelebi'nin de dediği gibi:
"Ol dedi bir anda var oldu cihan,
Olma derse mahv olur ol dem heman"
[1] Bkz.: Tirmizî, sevâbu'l-Kur'ân 2.
[2] Buhârî, iman 28; leyletü'l-kadr 1; savm 6; Müslim, müsafirîn 175.
- tarihinde hazırlandı.