Kehf, 18/18

وَكَلْبُهُم بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً

"Köpekleri de mağaranın ağzında ön ayaklarını sermiş yatmakta idi. Eğer onların durumlarına muttali olsa idin dönüp onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı." (Kehf sûresi, 18/18)

Ashab-ı Kehf, daha önce de geçtiği gibi, mağara ashabı demektir ve dinlerini tebliğ adına o yola baş koymuş babayiğitlerdir. Kur'ân, bunların durumlarını o kendine has üslûbuyla anlatarak, kıyamete kadar gelecek dava erlerine değişik mesajlar sunmaktadır. Evet, tebliğ ve irşad insanları önce tıpkı Ashab-ı Kehf gibi dolmalı ve ciddî bir metafizik gerilime geçmelidirler. Böyle bir kıvamı yakalamak mağara hayatı ile olacağı gibi, ashab-ı kiram yolu takip edilerek de olabilir ki, onlara böyle bir metafizik gerilime ulaşmak için Dâru'l-Erkam yetmişti. Tabiî böyle bir ayniyet içinde olması da söz konusu edilmemelidir. Çünkü tarihî hâdiseler ayniyet ölçüsünde bir misliyet içinde cereyan eder. Öyle ise büyük ölçüde onlar için söz konusu olan şeyler bizim için de geçerlidir. Anlatılacak şeyler çok çok iyi bilindikten sonra tecerrütle, halvetle, vahdetle ve celvetle yakalanacak bir gerilim.. daha sonra da bir temsil ve temessül evi.

Âyete gelince; onların köpekleri, mağaranın girişinde, hem bir caydırıcı hem de onları tehlikelerden korumak için bekleyen bir nöbetçi. Ama onlardan biri değil. Kur'ân o karakteristik ifadesinde bu tabiî farklılığa işaret ediyor: وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ "Dediler ki, yedi kişidir. Sekizincisi köpekleridir."[1] Yani onların toplam adetlerini söylerken, köpeği ayrı olarak ifade ediyor. Ayrıca, köpeğin hâli, vazife başındaki durumu anlatılırken de onun, başkalarının ödlerini kopartacak mehib duruşu nazara veriliyor. Hatta öyle ki, "Uzaktan onların durumlarına muttalli olsan, korku içinde dönüp kaçardın." deniyor ki, değişik durumlara göre vizyondaki çizgilerin vurgulanması bakımından gayet mânidardır.

Şimdi de, âyetin ilham ettiği nüktelerin günümüzle alâkalı yönlerine bir kuşbakışı bakmaya çalışalım:

1) Her devirde Ashab-ı Kehf konumunda olan alperenler olacak ve bunlara başkaları da takılacak; duygu, düşünce ve inançta aynı çizgide olmasalar bile aynı mülâhazalar etrafında bu yolculuğu sürdürmede kararlı olacaklar.

2) Her devirde böyle mağara hayatı yaşayan ya da yaşamaya mahkûm edilen insanlar, nöbettarları da ihmal etmemelidirler; zira belli bir fasıldan sonra, onlara, onların hizmet ettikleri müesseselere, hatta evlerine taarruzlar, hücumlar söz konusu olabilir. Onun için tedbirlerini almalı, hatta kapı önlerinde eğitilmiş köpekler bulundurmalıdırlar.

3) Bu köpekler sıradan olmamalı. Dıştan gelebilecek her türlü tehlikeye göğüs gerecek, karşı koyacak ve duruşuyla kötü niyetlilerin içine korku salacak ölçüde caydırıcı olmalıdırlar.

4) İnsan gerçek insanî değerlere sahip çıktığı ölçüde insandır. İnsanî değerleri kaybettiği andan itibaren o كَالْأنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ sırrınca "belki hayvan, belki hayvandan da aşağıdır."[2] Bir başka âyet ise bu hususu daha net vurgular:

وَلٰكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلٰى الْأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْ

"Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer. Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini çıkarıp solur."[3]

Mevzumuzla bütünleştirerek, benim buradan anladığım şey, çeşitli devirlerdeki Ashab-ı Kehf'i ve onların yaptığı vazifeyi yapanları; daha açık ifade ile, tebliğ ve irşad erlerini, Allah (celle celâluhu), henüz vahşetini atamamış ve insanî kemalât yoluna girememiş insanlara korutarak dini ve o dini temsil edenleri facirlerle dahi teyit edecektir. Zaten, tarihî tekerrürler devr-i daimine baktığımızda bunu ayan beyan görebiliriz. Hakikî dindar insanların üzerine yer yer Avrupa'nın zalimleri, zaman zaman da Asya'nın münafıkları ve daha nice azılı din düşmanları, "fundamentalizm, gericilik, yobazlık, irtica..." diye saldırdıkları bir dönemde onları koruyan, onlara sahip çıkan, tam onlardan olmasalar bile onları sıyanet kanatları altına alıp Hak inayetini ve himayesini temsil eden dünya kadar insan çıkmıştır.

5) Öteden beri tebliğ ve irşad erlerinin içinde yaşadıkları toplumlar ve o toplumların sistemlerinin onlar için koruyucu birer vazife gördükleri hiç de az değildir. Tabiî bu biraz da temsilcinin basiretine bağlı. Evet bir yanda Müslümanların can alıcı düşmanları aynı imkânlardan istifade ile, duygu, düşünce ve inançları adına toplum bünyesine fesat tohumları ekerken, Müslümanlar da aynı imkânlardan -eşit derecede olmasa bile- faydalanarak davalarına hizmet etmelidirler. Demek ki, sistemler, وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِ sırrınca, hizmet erlerine yerine göre şemsiye, yerine göre kalkan ve zırh olabilecek. Yani dışarıdan onlara hücum etmek isteyenler, Ashab-ı Kehf'i göremeyip sütreye takılıp kalacaklardır. Evet, herkes aynı ölçüde inanmayabilir; ama inandığı nispette insanlığını ortaya koyacağı da göz ardı edilmemelidir.

[1] Kehf sûresi, 18/22.
[2] A'raf sûresi, 7/179.
[3] A'raf sûresi, 7/176.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.