Mâide, 5/18
وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارٰى نَحْنُ أَبْنَاءُ اللّٰهِ وَأَحِبَّاؤُهُ قُلْ فَلِمَ يُعَذِّبُكُمْ بِذُنُوبِكُمْ
"Yahudiler ve Hıristiyanlar: 'Biz, Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz.' dediler. De ki: 'Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor?' " (Mâide sûresi, 5/18)
Bu âyet-i kerimede belirtilen husus aynen bizim hayatımızda şöyle tezahür etmektedir: Bizler, başkalarının isyanlarını değerlendirirken, kendimizi de o işin içinde mütalâa edecek şekilde değerlendirmiyor ve aynı ölçülerle kritiğe tâbi tutmuyoruz. Meselâ, herhangi bir insanı, şöyle-böyle bir seyyiesinden dolayı "Allah neden yerin dibine batırmıyor, cezasını vermiyor?" dediğimiz aynı anda kalkıp yaptığımız en küçük bir iyilikten dolayı affımızı bekliyoruz. Aslında buradaki düşünce tarzımız, en azından seyyieler açısından kendimizi de o sınıfa dahil kabul etmemiz veya haseneleri noktasından onların da, yaptıkları iyiliklerle affedilebilecekleri şeklinde olmalıdır. Bundan bir kadem daha ilerisi de, onların dağlar kadar cesametli kötülüklerini küçültüp bir cevizin kabuğuna sokma, zerre kadar iyiliklerini kurtuluşlarına vesile olacak ölçüde büyük görme; kendi durumumuzu da tam bunun aksine değerlendirme şeklinde olmalıdır.
Şimdi bu kriterlerle, yukarıdaki âyette Ehl-i Kitab'ın iddialarına bakılacak olursa, böyle bir iddianın Hak nezdinde de halk nezdinde de ne kadar çirkin ve sevimsiz olduğu kendi kendine ortaya çıkar. Şöyle ki, bir kısım kimseler kalkıp, insanlardan farklı olduklarını, onlara benzemediklerini, hatta "ebnâullah" ve "Allah'ın ahbapları" olduklarını iddia edecek ve bunu birer gurur ve çalım vesilesi yaparak Cenâb-ı Hakk'a karşı laubali bir tavır alacak, diğer insanları da küçük görecek ve böyle bir ilk kabulün daha sonra getireceği bütün tersliklere de ta baştan kapı aralamış olacaklar: "Allah'a bu kadar yakın olduğumuza göre ne yapsak -hâşâ- O affedecektir." şeklinde düşüneceklerdir. Üzeyir hakikî mânâda ibnullah, Mesih de diğerlerine göre öyle; bu peygamberlere intisabı olanları da, mecazî dahi olsa, aynı mânâ ile serfiraz görüp "Ne korku ne de telaş, Allah (celle celâluhu) ebnâ ve ehibbâsını koruyacak ve onlar için hiçbir tehdit söz konusu olmayacaktır. Aslında böyle bir intisapla şereflendirilmeyenler başlarının çaresine baksınlar.. azap onlara, ikap da onlaradır." deyip, kitaplarında böyle bir şey olmasa da, azapla tehdit edildikleri bir yerde, bu kabîl diyalektiklere girip, Hz. Sahib-i Risalet'i ve O'nun temsilcilerini mat ettiklerini sanacak ve bu kabîl vehm ü hayallerle bir yere varacaklarını sanacaklar.
Gerçi kütüb-ü sâbıkanın bazı nüshalarında "ibnullah" tabiri geçmektedir. Evvelâ bu tabir, bir tercüme hatası olabileceği gibi, Allah'ın kendilerine şefkatli baba gibi olduğunu ifade sadedinde kullanılmış bir mecaz da olabilir ki; semavî dinlerde "raûf" ve "rahîm" mânâlarını ifade için Allah (celle celâluhu) hakkında baba mânâsına "eb" kelimesinin kullanıldığı az değildir.
Ne var ki, Devr-i Risaletpenâhî'de bu tabirlerin kullanılması, evet hakikî veya mecazî bir mahmili bulunsun bulunmasın, makam itibarıyla böyle bir iddiada, cerbezenin olduğu açık ve diyalektik yapıldığı da bedihîdir. Onun için konuyla alâkalı cevapta, iskat edici bir üslûpla; "Şimdi söyleyin bakalım; madem ki siz Allah'ın ebnâ ve ehibbâsısınız, öyle ise neden O her fırsatta size azap ediyor, sizi hırpalıyor.. yer yer katle maruz kalıyor.. zaman zaman esaret yaşıyor ve bir türlü sürüm sürüm olmadan kurtulamıyorsunuz." denerek bu insanların cerbeze ve diyalektikleri yüzlerine çarpılmıştır.
- tarihinde hazırlandı.