Mü'min, 40/26
وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ي أَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُ إِنّ۪ي أَخَافُ أَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ أَوْ أَنْ يُظْهِرَ فِي اْلأَرْضِ الْفَسَادَ
"Firavun: 'Bırakın beni, dedi, Musa'yı öldüreyim, varsın Rabbine yalvarsın. Ben onun, dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.'" (Mü'min sûresi, 40/26)
Bu âyet-i kerime, Firavun ailesi içinde neş'et edip, Hz. Musa'ya en kritik anda destek veren bir mü'minin (Mü'min-i âl-i firavun) adının verildiği Mü'min sûresinde geçmektedir. Firavun: "Bırakın, ben Musa'yı öldüreyim; varsın o da Rabb'ine yalvarsın. Doğrusu ben onun, sizin dininizi değiştirmesinden ve bu yerde, bu ülkede fesat çıkarmasından korkuyorum." diyor.
Âyeti tam anlayabilmek için, işin bu noktaya gelip dayanmasına sebep olan hâdiseleri hatırlatmakta yarar var. Bilindiği gibi Firavun, Hz. Musa karşısında bütün mücadelelerinde yenik düşmüş ve sonunda onu öldürmek için âdeta kavminden izin istemektedir. Âyetin ruhunda dinlediğimiz bu ses, Firavun'un aczini, mağlubiyetini ve elinin-kolunun bağlılığını ortaya koymaktadır. "Bırakın, Musa'yı öldüreyim." sesi, bir çaresizlik hırıltısıdır. Evet, akıl, mantık ve istidlal açısından, Hz. Musa'ya yenik düşen Firavun, cılız bir sesle Hz. Musa'yı öldürmek için kavminden izin istemektedir... Bu üslûp müstebit bir idarecinin, kendine güveni olduğu andaki üslûbu değildir. Bu üslûp, birer birer bütün desteklerini yitiren, her müstebit gibi, güçlü olduğunda zalim, zayıf kalınca da zelil olma hâlinin veya bazı ahval itibarıyla "demokratik" görünme üslûbudur. Esasen, ehramların yapımında bütün milletini, hususiyle de İsrailoğullarını çamur, balçık içinde saman çöpü gibi harç olarak kullanmış bir müstebidin bu tavrına dense dense zillet ve riya denir ki, bu tamamen bir kuyruk kısma ve halka sığınma demektir. Böyle yaparken o, bir yandan halkın gücünü arkasına alarak onların eskiden beri bağlanageldikleri âdetlerini, geleneklerini ve dinlerini kendi hesabına değerlendirecek, diğer yandan da güçlü iken ezdiği yığınları bu defa da istismar edecekti. Tıpkı Mekke müşriklerinin Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) için, "Ailelerimizi bölüyor, bizi atalarımızın yolundan döndürmeye çalışıyor." dedikleri[1] gibi; Firavun da kendi kavmine: "Dininizi değiştireceğinden, sizi birbirinize düşürüp, bozgunculuk çıkarmasından korkuyorum." diyor ve kendi müfsitliğini gizleme gayreti içinde, eskiden beri bütün tiranların, diktatörlerin, tağutların yaptığı gibi davranıyordu.
Evet hak karşısında yenilince ya kuvvete ya da demagojiye başvuran, dünyanın kaderine hâkim bütün mütekebbirler, despotlar gibi, o da kuvvet gösterisinde bulunmak istiyor, bunun için de halka sığınarak kamuoyu oluşturma gayretleriyle demagojiler yapıyor ve "Onun, dininizi değiştirmesinden veya ülkede fesat çıkarmasından korkuyorum." diyordu; diyor ve sanki, o ana kadar her şey yolundaymış, toplum da müreffeh ve mesutmuş da Hz. Musa her şeyi karıştırmış, halkı kargaşaya sürüklemiş gibi bir imaj uyarmaya çalışıyordu.
İşte böyle bir noktada devreye Mü'min-i âl-i firavun giriyor. (Rivayete göre bu zat, Hz. Âsiye'nin ağabeyi ve Firavun ordularının da başkomutanıdır.[2]) Hz. Musa gibi bir firasetin, böyle bir kişinin varlığını sezememiş olması düşünülemez. Hz. Musa, onu tanımış, onun gücünü değerlendirmeyi plânlamış, adımlarını ona göre atmış ve belli bir noktaya, yani Firavun'un acze düşüp, onun karşısında kuyruk kısarak, o ana kadar âdeta bir "hiç" yerine koyduğu halkına temennada bulunacak duruma düşmüştü ki, bu zatın ortaya çıkışı ile Hz. Musa durumu fevkalâde yerinde değerlendirdi.
Mü'min-i âl-i firavun'a, Kur'ân-ı Kerim'de bazı peygamberlerden bile daha geniş yer verilir. O, Firavun'un demokrasi gösterisi ve kavmine başvurması karşısında, yine demokratik bir tavır sergileyerek işe başlar ve أَتَقْتُلُونَ رَجُلاً أَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ "Rabbim Allah dediği için bu adamı öldürecek misiniz?"[3] der ve sesini yükseltir. Yani o, "İnsanların inanç ve düşüncelerine hiç saygınız yok mu?" demek ister ve perde perde sesini yükselterek imanını ortaya koyar. "Bir gün derdest edileceksiniz, işte o gün size kim yardım edecek?.." diyerek, ahirete imanını açıklar. Onun bu ölçüde kavmine ikna edici konuşmaları karşısında, Firavun daha bir pusar ve başka demagojilere sığınır:
قَالَ فِرْعَوْنُ مَا أُر۪يكُمْ إِلاَّ مَا أَرٰى وَمَا أَهْد۪يكُمْ إِلاَّ سَب۪يلَ الرَّشَادِ
"Ben ancak size isabetli gördüğümü gösteriyor ve sizi ancak doğru yola çağırıyorum."[4] diyerek, suret-i haktan görünme lüzumunu duyar.
Firavun'un gittikçe çöküp, nihaî bir kaybetme noktasına doğru hızla ilerlemesine karşılık, Hz. Musa fevkalâde rahattır ve Firavun'un tehditleri karşısında en ufak bir sarsıntı bile hissetmez. Bu itibarla da hemen cevabını yapıştırır:
إِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبِّي وَرَبِّكُمْ مِنْ كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لاَ يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ
"Ben, hesap gününe inanmayan her mütekebbir (gururlu, kendini beğenmiş zorba)dan benim ve sizin Rabbinize sığındım."[5] diyerek, bir yandan Hakk'a güvenini ortaya koyarken diğer yandan da bütün insanların Rabbinin sadece Allah olduğunu bir defa daha ihtar eder.
Hâsılı, burada bir tarafta Firavun'un tiz perdeden atıp tutması, ölüm tehditleri savurması, ölüm tehditleri savururken de içten içe aklî, mantıkî ve kalbî tutarsızlıklarının şuurunda olarak tedirginliği, telaşı; böyle bir tedirginlik ve telaş karşısında da horlayıp hakir gördüğü teb'anın gücünü yanına alma gayreti ve bu uğurda onların dinî hissiyatlarını istismar etmesi, dahası her devirde olduğu gibi, kendi fesat çıkarıp dururken başkalarını fesatla karalaması, her fırsatta din düşmanlığı yapmasına mukabil dindarların dinin ruhunu değiştirdiklerinden ve değiştireceklerinden dem vurması; diğer taraftan da bütün bunlara karşı Hz. Musa'nın fevkalâde bir temkin içinde halka bedel Allah'a sığınması ve Firavun'un kibrini, gururunu onun yüzüne vurması, o dönem itibarıyla "hizbullah" ve "hizbüşşeytan" mücadelesinden bir kesit teşkil etmektedir.
[1] İbn Kesir, el-Bidaye 3/60.
[2] Râzî, Mefâtihü'l-gayb 27/57.
[3] Mü'min sûresi, 40/28.
[4] Mü'min sûresi, 40/29.
[5] Mü'min sûresi, 40/27.
- tarihinde hazırlandı.