Tahrîm, 66/10
ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا امْرَأَةَ نُوحٍ وَامْرَأَةَ لُوطٍ
"Allah, inkâr edenlere, Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal verdi..." (Tahrim sûresi, 66/10)
Bazılarımızın aklına gelebilir ki, acaba Kur'ân neden Hz. Lut ve Nuh'un (aleyhimesselâm) eşlerinden bahsetmiştir?
Evvelâ, Hz. Lut'un karısı, Hz. Lut'a (aleyhisselâm) inanmamış ve bir çirkin fiilde, kavm-i Lut'a yardımda bulunmuş olduğu anlaşılıyor. En azından onun Hz. Lut'a ihanet eden münafıklardan biri olduğu seziliyor. Münafık ise, onun akıbeti kâfirden de beterdir.
Ayrıca Lut (aleyhisselâm), peygamber gönderildiği kavmin yabancısı idi. Onların içinde yetişmiş birisi değildi.
لَوْ أنَّ ل۪ي بِكُمْ قُوَّةً "Sizi savacak bir dayanağım olsaydı." (Hûd sûresi, 11/80) âyeti bunu ifade eder. Şimdi böyle bir durumda dışa karşı maddeten mukabele edemeyen bir nebi, bir de içten ihanete uğrarsa, ihanetin ürperticiliği daha iyi anlaşılır. İşte o zaman Kur'ân'ın bunu zikretmesinin sırrı da kendi kendine tebeyyün eder. Hele bu, her gün Lut (aleyhisselâm) ile aynı yastığa baş koyan karısı olursa!
Benzer şeyleri Hz. Nuh'un karısı için de söylemek mümkündür. بِحَسَبِ الْمَغْرَمِ الْمَغْنَمُ "Meşakkat miktarı mükâfat vardır." veya aksi mülâhaza ile sabah-akşam gökler ötesi âlemlerle irtibata geçilen ışıktan bir yuvada, ziyadan rencide olan yarasalar gibi o nur evin avantajlarından istifade etmek bir yana وَلاَ يَز۪يدُ الظَّالِم۪ينَ إِلاَّ خَسَارًا "Ama o (Kur'ân), zalimlerin ise sadece ziyanını artırır." (İsrâ sûresi, 17/82) mazmununca ziyayı zulmet gören, dermanı dert hâline getiren, kazanma kulvarında hüsran hüsran üstüne yaşayan böyle tali'sizlerin hâli herkes için sinelerde havf duygusunu tutuşturan bir kıvılcım ve recâ kapısını aralayan bir rahmet esintisi olmalıdır.
Bu iki bahtsız kadın gibi, böyle tertemiz bir atmosferde neş'et etmiş nice kimseler vardır ki, içinde geliştikleri iklimin esintilerini duyamamış, Cennet'in âsûde yamaçları gibi sımsıcak bir ortamda hep Cehennem duygularıyla yaşamış; imanî duyguların fışkırdığı bir zeminde küfürden hıyanete koşmuş, nankörlük-ihanet arası gidip gelmiş ve peygamberlere karşı -eşleri bile olsalar- kâfirlerin yanlarında yerlerini almış, Allah'ın nurunu söndürmeye çalışmışlardır. Dolayısıyla da bilkuvve, bilimkân nail oldukları nimetlerin kıymetini takdir edemeyip kazanma kuşağında kaybetmiş, mutasavver kârlarını zarara çevirmiş ve acınacak hâlde bulunmalarına rağmen acıma istihkakından da mahrum kalmışlardır.
Daha doğrusu "kurbet" ufkunda "bu'd"un zulmetlerini yaşamış ve güneşlerin kol gezdiği iklimlerde gidip karadeliklere takılmışlardır.
رَبَّنَا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي اْلاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ. اٰم۪ينَ يَا مُع۪ين
- tarihinde hazırlandı.