Yunus, 10/90
حَتّٰى إِذَا أَدْرَكَهُ الْغَرَقُ قَالَ اٰمَنْتُ أَنَّهُ لَا إِلٰـهَ إِلاَّ الَّذ۪ي اٰمَنَتْ بِهِ بَنُو إِسْرَائ۪يلَ وَأَنَا مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
"Nihayet (denizde) boğulma hâline gelince (Firavun) 'Ben de iman ettim doğrusu, İsrailoğullarının iman ettiklerinden başka Mâbud yokmuş.' dedi." (Yunus sûresi, 10/90)
Bir kısım hadis-i şeriflerin ifade ettiğine göre; her insan, ölmeden az önce hakikati mutlaka ayan beyan görürmüş.[1] Bu itibarla da, ahiret âlemine intikal ederken, inanmadan giden hiçbir insan yoktur, denebilir. Ne var ki, belli bir dönemden sonra artık inanma fayda vermez. İşte Firavun'un imanı da böyle fayda vermeyeceği bir esnada ifade edilmiştir. Evet o اٰمَنْتُ "İman ettim." demiştir; demiştir ama, bu sözü imanın fayda vermeyeceği ve amelî hiçbir şeyi gerçekleştiremeyeceği bir zaman diliminde söylemiştir. Zaten âyetin devamındaki اٰلْئٰنَ yani "Şimdi mi?" ifadesi de gayet veciz olarak bu hususu vurgulamaktadır. Evet, اٰلْئٰنَ "Şimdi mi aklına geldi?.." Hâlbuki وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ "Sen biraz önce -hatta اٰلْئٰنَ den anladığımıza göre bir lahza öncesine kadar- isyan içindeydin." Evet, atını Musa (aleyhisselâm) ve ordusunu takip için peşlerinden sürerken isyan içindeydin. Eğer o zaman "İman ettim." deseydin, atını geri döndürür ve salih bir amel yapma fırsatı bulabilirdin. Ama şimdi artık vakit çok geç..!
Hâsılı, Cenâb-ı Hak imana teveccüh etmiş birisinin imanını engellemiş veya kabul etmemiş değil; aksine artık o işin zamanı geçmiştir. Âyeti bu çerçevede değerlendirme de eslem yollardan birisi olsa gerek.
Firavun boğulurken gerçekten "İman ettim." dedi mi, yoksa onu kalbinden mi geçirdi? Ehl-i Sünnet'in görüşü; mevsim tamam ve söz de tam ise, içinden geçirme dahi telaffuz sayılır; hatta telaffuz içte ifadesini bulan o mazrufa ancak zarf sayılabilir. Ne var ki Firavun'un bu mülâhaza veya ifadesi فَلَمْ يَكُ يَنْفَعُهُمْ إ۪يمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا "Allah'ın hışmını açıktan gördükleri zaman artık iman fayda vermez."[2] fehvâsınca, Firavun o esnada iman etme fırsatını kaçırmıştı. Yahut o, böyle bir sözü, o durumdan cismaniyeti adına kurtulmak için söylemişti ki, Allah da ibret olsun diye onun cesedine necat vermişti. Bundan başka, Firavun o sıkışıklık anında bile, Musa ve Harun'un tavsif ettikleri bir Zât-ı Ecell-i A'lâ değil de, şöyle-böyle dar bir telakki ve çarpık bir anlayışın ifadesi olarak, "İsrailoğullarının iman ettiği Zât'a" diyerek peygamber ufkuna değil de, bilhassa o dönem itibarıyla henüz sisli dumanlı bulunan İsrailoğullarının idrak ufkuna yöneldi ve tevbe çıkışını telakki yanlışlıklarıyla köreltti.
Zaten tarihin dediğine bakılacak olursa Firavun bir dehrî idi (materyalist de diyebiliriz). Böyle birinin, hemen çarçabuk inanması zor olsa gerek. Kaldı ki eğer iman, Allah'ın varlığının ve birliğinin kabulünün yanında Hz. Musa'nın da nübüvvetini tasdikten geçiyorsa, Firavun o karışık sözleriyle "İman ettim." derken dahi ayrı bir küfrü irtikâp etmiştir.
[1] Bkz.: Buhârî, rikâk 41; Dârimî, rikâk 43; İbn Mâce, zühd 31; Nesâî, cenâiz 9.
[2] Mü'min sûresi, 40/85.
- tarihinde hazırlandı.