Yusuf, 12/24
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بِهَا لَوْلاَ أَنْ رَأٰى بُرْهَانَ رَبِّهِ كَذٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّوءَ وَالْفَحْشَاءَ إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَص۪ينَ
"Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin burhanını görmeseydi -ki gördü- o da (kadına) meyledecekti. (Fakat etmedi) işte böylece Biz, ondan kötülük ve fuhşu uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz ki o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı." (Yusuf sûresi, 12/24)
Gerek meallerde, gerekse tefsirlerde bu âyet incelenirken iki ayrı açıdan hata edilmekte:
1) Hz. Yusuf gibi her hâliyle salih, muhlas bir peygamberi, normal, beşerî his ve arzularının cenderesi içinde ezilen sıradan bir insan gibi görüyor, böyle bir yaklaşımla âyete mânâ veriyor ve "Kadın ona meyletti, o da kadına meyletti; ama o, Rabbinin burhanını gördü." diyorlar. Hâlbuki gerek o güne kadarki yaşamıyla Hz. Yusuf'un sıdk ve salah ile örülü hayatı ve gerekse bu âyetin devamındaki ifadeler, yani fuhşun ve kötülüğün fevkalâdeden ondan uzaklaştırılması, ism‑i mef'ul sigasıyla muhlas yani vehbî ve cebr-i lütfî ile ihlâsa erdirilen bir zat olması, âyete böyle mânâ vermeye ve onun hakkında böyle düşünmeye mânidir.
2) Meseleye beşerî realitelere ters bir düşünce ile yaklaşanlar ise, "Hz. Yusuf'un şehevî istek ve arzusu yoktu." diyorlar.
Her iki düşünce tarzında da bir kısım eksikliklerin olduğu açıktır. Peygamber de beşerdir ama masumiyeti ve masuniyeti itibarıyla beşer üstüdür. Şehevatı vardır ama, Hakk'ın sıyanetiyle onun peygamberane azim ve iradesine tâbidir. Burada anlatılmak istenen Hz. Yusuf'un beraatidir. Öyleyse mealde belirttiğimiz gibi, şehevânî arzularına rağmen, Yusuf (aleyhisselâm) Hakk'ın sıyanetine sığınıp o müthiş iradesini kullanarak kadına asla meyletmedi.
Kur'ân-ı Kerim orada olup bitenleri resmederken, "Düpedüz kadın ona meyletmişti." mânâsına وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ tabirini kullanmaktadır ki, böyle bir yönelişin ne şaka ile ne de imtihanla yorumlanması söz konusu değildir. Yani Yusuf'a bu kapalı atmosferde yollar sonuna kadar açıktır. Ama o, her zaman bir "burhan" üzerinde oldu.. iman, mârifet, içten münasebet ve bütün benliğine hâkim bir mehâfet ve mehâbetin yönlendirmesiyle iradeli olmanın en güzel örneğini sergiledi; sergiledi de bulunduğu yerin bütün menfezleriyle beden ve cismaniyete açık olmasına rağmen o, "maâzallah" diyerek bu atmosferi paramparça edip ululara has bir buudda kendi çerçevesini ortaya koydu. Evet, insanı, fenalığın gayyasına sürükleyecek böylesine iç ve dış şartların aleyhte ittifak ettiği bir anda, onu şart-ı âdi plânında sıyanet ufkuna ulaştırıp ekstra mazhariyetlerle serfiraz kılan şey, başka değil onun ismet, iffet, sadakat düşüncesinin beslediği kâmil insan olma iradesiydi.
Zaten o, Allah'a itaat etme ve ettirme misyonu için seçilmiş bir imam, bir aksiyon ve misyon adamıydı. Aslında mevsimi gelince Zeliha da bu iffet âbidesinin iffetine:
وَلَقَدْ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِهِ فَاسْتَعْصَمَ
"Ben onun nefsinden kâm almak istedim ama o sımsıkı iffet ve ismetine kilitli kaldı."[2] diyerek şehadet edecekti...[3]
[2] Yusuf sûresi, 12/32.
[3] Bu konuyla ilgili olarak ayrıca bkz.: Sonsuz Nur, 2/417-426.
- tarihinde hazırlandı.