Kemmiyet-Keyfiyet Dengesi ve Himmet Ufkumuz
Kıvamın korunması mevzuunda gerekli olan dinamiklere riayet edilmediği takdirde keyfiyetin, kemmiyet karşısında sürekli yenik düştüğü görülecektir. Zira, kemmiyet, bazı durumlarda keyfiyetle mâkûsen mütenâsip (ters orantılı) olarak gelişir. Peygamberlerle temsil edilen cemaatler, bu genel-geçer kaideden vâreste olmadığı gibi, onlara bağlı ve onların vesayetinde oluşan günümüzdeki cereyanlar da, böyle bir durumdan vareste kalamazlar. Bu itibarla, bünye büyüdükçe, kıvamın korunması adına birer esas sayılan disiplinlere, dinamiklere daha bir titizlikle riayet edilmesi çok önemlidir. Her şeyden evvel kemmiyeten büyüme ve genişleme, beraberinde keyfiyet adına beslenme zorluğunu da getirir. Hatta beslenme işini yüklenen insanlar bile zamanla birer problem haline gelebilirler. Onlar da sık sık rehabilite edilmelidir. Ayrıca, insanların içine, genişleme ölçüsünde, gurur ve 'büyük bir iş yapıyoruz' mülahazaları da gelebilir. Sebepler, sırf neticelere ulaşmak için vaz' edilmiş birer vesile oldukları halde, bazen çok önemli kabul edilerek farkına varılmadan şirke girilmiş olabilir.
Başarılar Rehavet Getirebilir
Diğer taraftan başarılar da, belli ölçüde rehavet ve gevşemeye sebebiyet verebilir. Böyle bir rehavet sonucu, bir dönemde, bin sancı ve ızdırapla elde edilen nimetler, hiç farkına varılmadan heba olup gidebilir. Bu münasebetle bilhassa şu hususu vurgulamak isterim: 20-25 sene evvel hakiki Müslümanların herhangi bir ferdi, cemaatle irtibatını koruması mevzuunda az bir gayreti yetebilirdi; ama şimdilerde bu gayretin en azından ona katlanması gerektiğine inanıyorum. Çünkü o dönemde çok kimsede ev-bark, yurt-yuva, evlad ü iyal mülahazası yoktu.. gelecek endişesi yoktu.. özellikle tamamen imana ve Kur'an'a gönül vermiş olanlar, nerde akşam orda sabah üzerlerine bir battaniye alıp herhangi bir yerde yatabiliyorlardı. Ama gel gör ki, yaşamak, yaratılışın gayesi haline getirilince, her şey büyük ölçüde alt üst oldu. Bunu inkar etmemiz mümkün değildir. Bu ise, yavaş yavaş bir ölüm sath-ı mailine girmemiz ve çok hayati şeyleri kaybetmemiz demekti. Bu böyle devam ederse -hafizanallah- bir gün iflasın eşiğine varabiliriz.
Kıvamı Koruyabilmek
Buraya kadar olan değerlendirmeler, bir sorgulama ve kritik etme manasında algılanmamalıdır. Ben, burada bir hakikati arz etmek istiyorum: Kıvam ve olgunluğa erme mevzuunda ne kadar bir cehde ihtiyaç varsa, daha sonra elde edilen kıvamı korumak için o cehdin on katına ihtiyaç olduğu söylenebilir. Evet bir zirveye tırmanmak ne kadar zor ise, sürekli orada kalabilmek ondan da zordur. İnsan bazen dişini sıktığı zaman bir ay içinde bir velayet mertebesine ulaşabilir.
Ancak hiç kimse on defa dişini sıksa da, o mertebede durumunu koruyacağına dair söz veremez. Ümit kahramanı Hz. Sahib Kıran, 'Ümit var olunuz şu istikbal inkilâbâtı içinde en yüksek ve gür sedâ İslam'ın sedası olacaktır' diyor. Fakir, hayatımın hiçbir döneminde bu mülahaza ile alakalı bir sarsıntı yaşamadım. Dilerim Rabbim bundan sonra da yaşatmaz. Ama kıvama erildikten ve zirveye çıkıldıktan sonra onu koruma mevzuuna gelince, hiç kimseye o mevzuda teminat veremeyeceğim; zira Hz. Pir-i Muğan da verememiştir. Çünkü bu çok çetin bir iştir. Evet, bir damla enerji sarf ederek Everest Tepesi'nin zirvesine çıkabilirsiniz. Ne var ki, orada kalabilmek için size, bir damla değil, enerji olarak Aral Gölü bile yetmeyebilir. Evet, kıvama ermek için bazı şeyler lazım ama, onu korumak için daha çok şey lazımdır.
Niyet Kahramanları
Fatih, İstanbul'un fethinin kahramanı değildir, o niyetindeki fetihlerin kahramanıdır. Koca Sultan, 'ni'mel emir' madalyasıyla serfiraz kılınırken, niyetindeki büyüklükle doğrudan doğruya Hz. Sadık-u Masduk tarafından taltif edilmiştir. İşte, isterseniz siz de böyle niyet kahramanı olabilirsiniz. Ve -inşaallah- niyetlerinizin kahramanı olarak yükseldiğiniz zirveleri korursunuz. Oturup kalkarken hep onu düşünmek, lokmayı ağzınıza götürürken onu tefekkür etmek, içtiğiniz kâsenin içinde onu düşlemek.. zamanın her anında hülyalarınızın engin coğrafyalarında gezmek.. ve mevsimi gelince bunları bir bir gerçekleştirmek... İşte niyet kahramanlığı! Bir de bütün bunlara rağmen evlerin içine kapanıp acûze-i şemtalar gibi dar düşüncelere kendini hapsetmek var ki, o da tam bir denaet ve ruh sefaletidir, bir bayağılıktır. Himalayalar'ın tepelerinde gezmek varken, Lut Gölü'nün dibinde dolaşmak gibi bir himmet çöküntüsü yaşamaktır. Yüksek himmet, yüksek himmettir ve onun altında da zımni bir dua söz konusudur. Bu, ağızla yapılan bir dua değil; kasıklarında sancı halinde kendini hissettiren hâlî bir duadır ve bu dua, 'Mecmuatü'l-Ahzab'ı bir gecede okumadan daha ulvîdir. Arafat'ta yapılan duaların reddedilmediğine dair birçok rivayet vardır. Bana göre İslam adına ızdırap içinde bulunmak ve Rûh-ı Revân-i Muhammedî'nin her yanda şehbal açması ızdırabıyla oturup kalkmak, evet her lahza onu düşünmek, Arafat'ta yapılan dualardan daha şâyân-ı kabuldür.
Gaye-i Hayalimiz Adına Bir Ufuk
Allah Rasulü (sav), 'Benim dinim, güneş doğup battığı her yere ulaşacaktır.' buyuruyor. Bu haber, âli himmet olan insanlara şöyle bir ufuk çizmektedir: Gaye-i hayaliniz bu olmalı... Sizden evvelkiler bu ideali bir bayrak gibi omuzlayıp cihanın dört bir yanına götürmeye çalıştılar. Ya ömürleri, ya da mevcut şartlar vefa etmedi.. ve bayrak bir yerde düştü. İşte bu bayrak, arkadan gelip onu omuzlayacak ve götürecek niyet kahramanları beklemektedir. Cedlerimiz, gaye-yi hayallerinin mükâfatını aldılar. Sıra size gelmiş olmalı... Ukbe bin Nafi, atını beline kadar Atlas Okyanusu'na sürmüş ve şöyle haykırmıştı: 'Allah'ım! Eğer şu zulmet denizi karşıma çıkmasaydı nam-ı celilini denizler aşırı ülkelere götürürdüm.' Arkadan Berberi bir köle Tarık bin Ziyad, kulağında selefi Ukbe bin Nafi'nin sözleri, atını Herkül burcuna sürmüş ve nâm-ı celîl-i Muhammedî'yi o karanlık denizin ötelerine götürmüştü. Şimdi sıra günümüzün mü'minlerinde.. onlar da aynı sorumluluk altında bulunuyorlar.. himmetler, cehdler ve azimler âli tutulmalı ve ümitle, halis niyetle istikbale yürünmelidir. Allah, öte âlemde bu niyetinize göre size muamele yapacaktır. Hadisteki ifadesiyle 'Mü'minin niyeti amelinden daha hayırlıdır.' Bu itibarla da, mü'minin niyetinin ufku çok geniş olmalıdır. Aslında onun başarılarının ufku, bir yönüyle iktidar, irade ve cehdleriyle mebsûten mütenasiptir. Ben, zaman zaman Şililerde, Arjantinlerde, Perularda; zaman zaman da Alp Dağları'nın zirvelerinde hayalimi gezdirir; oralarda mektepler kurup camiler yapar ve minarelerinden 'Eşhedü enne muhammeden resulullah'ları dinlemeye çalışırım.
Evet, niyet ufkumuz itibariyle tıpkı uçup uçup çatlayan bir üveyk gibi olmalıyız. Zannediyorum işte o zaman Allahu Teala da bu gayretlerimizi bir dua olarak kabul buyurarak bize olmazsa bir ikinci nesle, ikinci nesle olmasa da üçüncü nesle, -inşaallah- gaye-yi hayallerine ulaşmayı nasip edecektir. Ama böyle yüce bir istikbale ve zirveye yürürken, aynı zamanda kıvamı elde etme ve koruma mevzuunda çok gerekli olan tarih şuuru, ruh ve mana köklerimize bağlılık gibi dinamiklere de sımsıkı sarılmamız gerekecek. İşin doğrusu benim bu hususta bir kısım endişelerim de yok değil. Zira, elde edilen başarılar bazı kimselerde zafer sarhoşluğu meydana getirebilir ve netice itibariyle de bu başarıları kendimize mal etme gibi bir şirke girebiliriz.
Böyle bir şirke girildiğinde de 'İn yeşe' yüzhibkum ve ye'ti bihalkin cedid' (İbrahim, 14/19; Fâtır, 36/16) ayeti gereğince, tevhid davasına hizmet safveti korunamadığından, Allah bu kudsi vazifeyi onlardan alır.. alır ve yeni bir ruhla gelen ve o eskimeyen güfteyi yeniden seslendirebilecek yeni ses, yeni soluklarla seslendirip ortaya koyabilir. Öyle yeni ses ve soluklar ki, bütün dünyaya sahip olsalar da zerre kadar sevinip neşelenmezler, bütün dünyayı kaybetseler, bu defa da zerre kadar mahzun olmazlar... İşte bu ölçüde mukavemeti yepyeni insanlar. Kur'an-ı Kerim'in 'tü'ti ukulehâ külle hînin bi izni Rabbiha' (İbrahim, 14/25) ifadesiyle 'onlar, her mevsimde meyve verirler' sözleriyle onları anlatır. Onlar, İslam'a gönül vermiş ve onu her zaman temsil eden, bir taraftan realiteleri görme, yapacakları şeyleri yeryüzünde arzî birer insan olarak arza göre realize etme bakımından tıpkı Aristoteles gibi düşünen, diğer taraftan da nazarları hep semada ideler aleminde veya monatlarda dolaşan ufuk insanları gibi aşkınlık içinde yaşayan kutlulardır. Kıvamın korunması gelecekte bu emanetin bizim uhdemizde kalması açısından çok önemlidir. Ne var ki dünya bir devvâr-ı gaddârdır ve onun elinden kimse kurtulamamıştır. Nice şahlar ve nice gedalar onun karşısında serfürû etmiş ve iki büklüm olmuşlardır. -Hafizanallah- bizim için de bu manada bir ölüm mukadderdir. Bu itibarla da hayatımızı ne kadar uzatırsak, İslam adına o kadar avantajlı sayılırız. Bu yeni diriliş erleri içinde de ölümler başlamış mıdır?! Bazılarını hazan yemiş gibi görmemiz hata mıdır, yoksa bir karamsarlık mı?! Ben şahsen dua sayılabilecek bu kabil olumsuz düşünceleri, hayalimden bile geçirmek istemiyorum. Şayet öyleleri varsa onu kendileri düşünsünler ve kendileri karar versinler. Ben burada bir kısım kıstaslar ortaya koymaya çalışıyorum: Allah'ın, Resulullah'ın ve Kur'an'ın her şeye tercih edilmesi önemli bir husustur. Yol ayrımında bulunan bizler için bir tarafta bunlar, diğer tarafta da bizim cismaniyete ve nefse ait dünyamız.. bunlar yan yana getirildiğinde yapılacak tercihin isabetli olması, meseleyi kökünden halleder. Evet bu tercihin isabetli yapılması çok önemlidir. Ve ben, bunu emanetin devam ve temadisinin garantisi olarak görüyorum. Burada bir temenni olarak şöyle bir istirhamda bulunmak istiyorum: Milletimize böyle bir emanetin verilme faslı yaşandığı şu dönemde, o emanetin elimizden alınabileceği endişesine karşı bu tür handikaplara karşı sürekli bir tavır içinde bulunalım...
Parlayan İkbal Yıldızımız
milletimizin ikbal yıldızı yeniden bir kere daha parlamaya başlamıştır. Bunu bir ırkçılık ve şövenizm mülâhazası olarak algılamayalım. Allah bu milletin ikbal yıldızını parlatmışsa bunu söndürmek, Allah'ın bize ihsan ettiği bir imkanı ve bir fırsatı su-i istimal etmek demektir. Dilerim yurt içinde ve yurt dışında oturur kalkar hep bu meselenin müzakeresi ile ömrümüzü, bu işin başındaki büyük zatın o ihlas atkıları üzerinde en ince ibrişimden düşüncelerle bir dantela gibi örgülemeye devam ederiz. Allah Rasulü'nün (sav) verdiği ölçüleri, Hz. Sahib Kıran'ın verdiği kıstasları birer kanaviçe gibi kullanır ve üzerinde istikbal dantelamızı, hayat dantelamızı örgüler ve birer zamanzede olmamaya çalışırız.
Çok Hassas Olunmalı
Bu açıdan belli bir dönemde kıvamı yakalama adına nasıl ki bir sancı çekiliyordu, işte içinde bulunduğumuz zaman dilimi de, kıvamın korunması adına bence bir sancı dönemidir. Evet bir taraftan sorumluluklarımızı yerine getirirken, diğer taraftan da veliler gibi çok çok hassas olmamız gerekmektedir. Ben endişelerimi aşmış değilim ama ümitlerim açısından yenik düşmüş de sayılmam. Ne var ki, zaman çok gaddar, şartlar çok insafsız ve nefis de çok ayyârdır. Hepimiz birer insanız ve birer beden ve cisim taşıyoruz. Bunlardan bütün bütün sıyrılıp iyi bir derviş gibi Allah'ın isteklerinde fani olmak çetin ve ciddi bir iş. Ama;Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder,Halk eder esbabını bir lahzada ihsan eder.Rabbim bir fırsat ve bir lütuf olarak bahşettiği bu vetireyi sonuna kadar götürme ve zirvede tutma şerefiyle bizi serfiraz kılsın.
- tarihinde hazırlandı.