Tebliğ ve İrşad Ufku
Efendimizin (sav) tebliğ ve irşad vazifesini yerine getirirken bütün sınıflara yaklaşma tarzı nasıl olmuştur. Misallerle izah eder misiniz?
Efendimizin (sav) irşad yolu, cemiyetin her kesimine açık bir şehrah ve her seviyedeki insana bir mektep gibidir. Bu mektebin talebeleri arasında yaş ve sınıf bahis mevzuu değildir.
Mesela bu mektebe ilk intisap eden talebelerden Hz. Ebu Bekir (ra) 37, Hz. Ali (ra) ise 7-8 yaşlarındadır. Yine bu mektebin müdavimlerinden Hz. Zeyd İbni Harise (ra) -bu zat Efendimiz (sav) tarafından hürriyetine kavuşturulmuş bir köledir- ilklerdendir. Allah Rasulü (sav), Hz. Zeyd'in kendisini herkese ve herşeye tercih etmesine karşılık onu 'evladım' deme gibi bir şerefle şereflendirmiştir. Bunun üzerine de herkes ona 'Zeyd İbni Muhammed' demeye başlamıştır. Ahzab Suresi'ndeki (Ahzab, 4-5) evlatlıkların öz oğul gibi olmadığını ifade eden ayet nazil olacağı ana kadar da Hz. Zeyd bu şerefli ünvanı korumuştur. Daha sonraları bu şanlı Sahabi, Efendimiz (sav) tarafından 'Mute'ye giden orduya kumandan olarak tayin edilmiş ve burada şehadet mertebesine yükselmiştir. Yine ilklerden biri de kadınlık aleminin sultanı Hz. Haticetü'l-Kübra validemizdir ki, bu mektebin en büyük talebelerinden biri sayılır.
Semavi Mektep
Efendimiz (sav), sema buudlu bu mektebin kapılarını fark gözetmeksizin toplumun her kesimine ardına kadar açmıştır. Bu mektebe Bilal-i Habeşi, Selman-ı Farisi ve o gün bir demirci çırağı olan -o çırağa ruhumuz feda olsun- Habbab (ra) devam etmektedir. Efendimiz (sav), Bilal'leri, Selman'ları ve Habbab'ları hemen her zaman toplumun en saygıdeğer insanlarıyla eşdeğerde tutmuş ve onları yanından hiç ayırmamıştır. Hatta bir kısım zengin ve soylu müşrikler, ihtimal Müslüman olma yoluna girince, 'Sen bunları yanından ayır. Biz geldiğimiz zaman Seninle hususi görüşelim.' şeklindeki tekliflerine Nebiler Serveri (sav) hiç mi hiç itibar etmemiştir. Her ne kadar bazı yazar ve vakanüvistlerin, 'Hz. Peygamber (sav) bu mevzuda müşriklere biraz temayül eder gibi göründü.' türünden bazı yakıştırmaları olsa da bunun doğru olması mümkün değildir. Zira Efendimiz (sav) 'Liyağfirakellahu ma tekaddeme min zenbike ve ma teahhar.' (Fetih, 2) hakikati ile serfirazdır. Yani Allah, O'nun geçmişini bağışladığı gibi geleceğe ait yapacağı şeylere karşı da günah yollarını kapamıştır. Allah Rasulü (sav), Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi küfürde topluma öncülük yapan kimselerin inanmalarını ve Müslümanlığa omuz vermelerini çok arzu etmiştir; ama bunlar, bütün istidatlarını körelttiklerinden inanamamışlardır. Zahiri esbap açısından Ebu Cehil veya Ebu Leheb'in inanması halinde bütün bir Mekke, Urve ibn Mesud'un iman etmesi halinde de bütün bir Taif halkının Müslüman olması muhtemeldi. O, bu mülahaza ile onların iman etmeleri için farklı şeyler düşünebilirdi. Ama -kanaat-i acizanemce- Allahu Teala, O'na (sav) asla böyle bir şeyi düşünme fırsatını vermemişti. 'Sabah akşam Seninle beraber Allah'ın hoşnutluğundan başka bir şeyi düşünmeyenleri, sakın yanından kovma!' (En'am, 52) ayeti böyle bir fırsatın verilmeyişinin en güçlü referansıdır. Bu durum, bütün peygamberler için bahis mevzuu olsa gerek. Mesela inkarcıların, 'Hem sonra Senin peşinden gidenler toplumumuzun en düşük kimseleri, bu da gözler önünde' (Hud, 27) demelerine karşı Hz. Nuh tutum ve davranışlarıyla alakalı kararlılığını: 'Ben, o iman edenleri kovacak da değilim. Elbette onlar Rabb'lerine kavuşacaklar; ama ben sizin cehalet içinde yuvarlanan bir toplum olduğunuzu görüyorum.' (Hud, 29)
Sözleriyle Göstermiştir
Kaldı ki -rivayet zayıf da olsa- Efendimiz (sav) bu mevzuda Cenab-ı Hak tarafından bir tenbih bile almıştır. Bir gün, ama sahabi Abdullah İbn Ümm-i Mektum (ra), soru sormak amacıyla Efendimizin (sav) yanına gelir, o sırada Hz. Ruhu Seyyidi'l-Enam müşriklerin ileri gelenlerinden birisine İslam'ı anlatmaktadır. İbn Ümm-i Mektum'a iltifat etmeyerek irşat vazifesini sürdürür. Bunun üzerine de 'Yanına görmeyen (ama) biri geldi diye yüzünü ekşitti ve sırtını döndü.'(Abese, 1) ayeti nazil olur. Rivayet doğru olsa da olmasa da o hep iyiye, güzele yönlendirilmektedir.
Mekke'de fakir bir çoban olan Abdullah İbn Mesud (ra), İslam'la şereflendiği andan itibaren hayatının sonuna kadar Efendimizin (sav) yanından hiç ayrılmamıştır. O kadar ki bazı kimseler onu, Allah Rasulü'nün (sav) aile fertlerinden biri sanırlardı.
Yine bu mektebin talebelerinden birisi de Hz. Selman'dır (ra). Nebiler Serveri (sav) onun için 'Selman ehl-i beytimdendir.' iltifatında bulunmuştu. Halbuki Hz. Selman'ın acem veya Türk olduğuna dair rivayetler var.
Her Kesime Hitap Ederdi
Evet Efendimiz (sav), o semavi mektebinin çerçevesini olabildiğine geniş tutmuştu. İbtida ile intihayı cem etmiş bu yüce Nebi (sav), talebeleriyle yaptığı derslerde öylesine bir malzeme kullanırdı ki, en aşağı seviyedeki çırağı ile Hz. Cibril o dersten aynı şekilde istifade ederdi. Evet bu derslerden herkes kendi seviyesine göre yararlanır ve o gül hüzmelerinden peteğine bir şeyler koymasını bilirdi. Dersler o kadar anlaşılır ve derin idi ki, Cibril bile bazen o huzurun sadık talebelerinden biri olarak oturup Efendimizin (sav) sohbetini dinlerdi. Yine Mikail, bazen sözden çok iyi anlayan Hz. Ebu Bekir (ra) ile O'nun (sav) sohbetinde bulunurdu. Hatta bir gün sohbet öylesine derinleşip buudlaşmıştı ki, Hz. Ebu Bekir kendinden geçerek hayret ve hayranlık içinde, bakışlarını Efendimize (sav) çevirerek, 'Sizi böyle kim edeplendirdi?' demişti. Efendimiz (sav) de herhangi bir tekellüfe girmeden bu soruya 'Benim muallimim Allah'tır. Bana öğretilen şeyleri de O öğretti.'cevabını vermiştir.
Mürşid-i Ekmel
Saniyen Efendimiz (sav) tebliğ vazifesinde kendisi için gerekli olan vasıflarla tam muttasıf olarak gönderilmiştir. Evet Allah (cc) O'nu (sav), bu yüce vazifesinde fetanet, ismet, emanet ve sıdkla serfiraz kılmıştır. Fetanet, cerbezeye gitmeyen, daima insanlar için çok faydalı muhakemeler ortaya koyan ve sırat-ı mustakimi temsil eden üstün akıl demektir. Efendimizde (sav) (haşa) cerbeze yoktur ama, her meseleyi çok kıvrak şekilde kavrama vardır. Bernard Shaw'un da, 'Problemlerin üst üste yığıldığı asrımızda bütün müşkilleri bir kahve içme rahatlığı içinde çözen Hz. Muhammed'e (sav) beşer ne kadar muhtaçtır!' sözüyle ifade ettiği gibi, Allah Rasulü (sav) en muğlak meseleleri her zaman çok rahatlıkla çözmüştür. O (sav) bedeviyetten kurtarıp, küfre ait urbayı sırtlarından çıkararak iman, marifet ve muhabbetle Muhammedi ruh içine girmiş bu insanlardan bütün ahlak-ı seyyieyi söküp atmış ve ahlak-ı aliyeyi ruhlarının her noktasına işleyerek örnek ve medeni bir toplum ortaya çıkarmıştır. Efendimiz (sav) işte o büyük dava için böyle bir fetanetle hazırlanıp gönderilmiştir. Evet, sırat-ı mustakimi ifade eden mutedil bir zekanın irşad ve tebliğ adına ifa edeceği mana çok büyüktür. Bu mevzuda diğer bir husus da, Efendimizin (sav) ismetidir. O'nun (sav) peygamberliğinden önceki iffet ve ismet yörüngeli hayatı, daha sonraki peygamberlik vazifesinin bir basamağını teşkil eder. Allah Rasulü (sav) ileriye doğru adım adım giderken, kendisinde bulunan bu güzel huy ve hasletler, basamak basamak O'nu daha sonra eda edeceği o büyük davanın kahramanı haline getirmiştir. O (sav) o kadar afif bir hayat yaşamıştır ki, kendisine düşmanlık yapanlar O'na, 'sihirbaz', 'şair' gibi iftiralarda bulunmalarına rağmen, O'nun ismet ve iffetine aykırı hiçbir şey söyleyememişlerdir.
Emniyet İnsanı
Efendimizin (sav) irşadının çok güçlü ve tesirli olmasında emin oluşunun da büyük tesiri vardır. O (sav) gerek peygamberliğinden önce ve gerekse peygamberliğinden sonra, insanlara hep emniyet telkin etmiştir. Zaten O (sav) peygamber olmadan önce de 'el-Emin' namıyla anılmaktaydı. Doğrusu O (sav), herkese öyle bir emniyet telkin etmiştir ki, Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi en amansız düşmanları bile, O'nun emin oluşunu kabulde tereddüt göstermemişlerdir. Zira Allah Rasulü (sav) bütün hayatını engin bir emniyet ruhuyla geçirmiştir. Şu tablo bu hakikate güzel bir misal teşkil eder: Hz. Yasir (ra) henüz Müslüman olmamıştır. Bir gün dışarıya çıkan oğlu Hz. Ammar'a nereye gittiğini sorar. Hz. Ammar 'Muhammed'in (sav) yanına.' cevabını verir. Bunu öğrenen Hz. Yasir, oğluna şunları söyler: 'O, emin bir insandır. Mekkeli O'nu böyle tanır. Eğer O, peygamber olduğunu söylüyorsa doğrudur. Çünkü O'nun yalan söylediğini kimse duymamıştır.' Buna bağlı olarak Efendimizin (sav) bir de sıdk sıfatı vardır. O (sav) hayatında bir kere olsun yalan söylememiş ve her zaman çevresine güven telkin etmiştir. Evet Nebiler Serveri (sav) hep doğru yaşamış ve doğruluğu tavsiye etmiştir. Zaten bir hadis-i şeriflerinde de o şöyle buyurur: 'Doğruluktan ayrılmayınız. Doğruluk sizi birr'e, o da sizi cennete ulaştırır. Kişi doğru olur ve daima doğruyu araştırırsa, Allah katında sıddıklardan yazılır. Yalandan sakının; yalan insanı fücura (günaha), o da cehenneme götürür. Kişi durmadan yalan söyler ve yalan araştırırsa Allah katında yalancılardan yazılır.'
İrşad ve Tebliğ Erleri
Hasılı, Efendimizin (sav) irşat ve tebliğinde bu yüce vasıflarının çok büyük tesiri olmuştur. Günümüzde de irşad ve tebliğ erleri, gönül verdikleri davada muvaffak olabilmeleri için, yukarıda zikredilen bu vasıflarla muttasıf olmak zorundadırlar. Bu vasıfları arzu edilen seviyede olmayanların değişik arıza ve problemler yaşamaları kaçınılmazdır. Efendimiz (sav) toplumun her kesimine açık olan mektebinde, büyük ölçüde o mümtaz şahsiyetiyle müessir olmuştur. Günümüzün güzide nesilleri de, Efendimizin (sav) bu sıfatlarıyla vasıflanmaları ölçüsünde çevrelerine müessir olup kolaylıkla insanları aydınlık ufuklara taşıyabileceklerdir.
- tarihinde hazırlandı.