Ölüm ve Cennetlere "Uçmak"
Mümin ölüme, meyve vermek için bir tohum gibi toprağın bağrına saçılmak nazarıyla bakmalıdır. Ölüm her ne kadar zâhirî yüzü itibariyle soğuk gibi görünse de, mümin onu bir iltifat çağrısı olarak kabul etmelidir. Zira âhiret müminin asıl yurdudur ve başta Efendimiz ve Ashabı olmak üzere insanın sevdiklerinin çoğu oradadır. Ayet-i kerimenin ifadesiyle 'Her nefis ölümü tadıp durmaktadır.' (Ankebût, 29/57) Bu itibarla âhirete hazırlıklı göçmek isteyen mümin, ölüm gerçeğini hatırından bir lahza olsun çıkarmamalıdır. Nitekim Efendimiz'in 'Lezzetleri acılaştıran ve yıkan ölümü çokça hatırlayın.' hadisleri bu hakikati hatırlatır ve bizleri uyarır.
Ölüm hakikatini devamlı hatırda tutmanın değişik yolları vardır. Bu yollardan biri; insanın ölümü hatırlatan muhasebe duygusu ve vicdan mekanizması gibi iç uyarıcılarını devamlı teyakkuz halinde bulundurmasıdır. İkincisi ise, insanın kendisine ölümü hatırlatacak bir dış uyarıcı tespit etmesidir. Hz. Ömer bu yöntemi uygulamış ve kendisine ölümü hatırlatacak birisini görevlendirmiştir. Daha sonra aynaya baktığında saçlarına akların düştüğünü görmüş ve 'Artık bu aklar bana ölümü hatırlatmak için yeter.' diyerek o kişinin görevine son vermiştir. Nitekim ölümün eli, kâkül-ü gülberlerin üzerinde gezdiğinde geride âhiretin erken şafağı veya ölümün keşif kolu diyebileceğimiz beyaz izler bırakmaktadır. Bu beyaz izler, Hz. Ömer misali insanın kendi eli, kendi ayağı ve kendi kafasıyla âhirete yürümesi için teyakkuz ve temkin adına yeterli olmalıdır.
Cenâb-ı Allah'ın istediği gibi bir hayat sürdürdüğü takdirde, mümin için ölüm, bir yok oluş değildir. Hatta ölümü yok olmak yerine, ebedî hayata uyanmak ve ikinci bir doğum olarak değerlendirmek daha doğru olur. Çünkü insanoğlu bu dünyaya imtihan için gönderilmiştir; öleceği âna kadar da buradaki imtihan devam edecektir. Bu imtihan devresinde insanın hayatı, doğumundan ölümüne kadar, -tabir yerinde ise- hep sürünmekle geçmektedir. Haddizâtında ölüm, dünyanın sıkıntılı, dağdağalı ve boğucu havasından; yani böyle sürüm sürüm sürünmeyle geçen hayattan sıyrılmak ve bunun sonunda tasavvurları aşan saadetlere ermek için geçilecek olan bir kapıdan ibarettir. İnsanın, babasından kopup annesinin rahmine giden bir sperm olarak sürünüşünü, dünyaya gelene kadar anne karnındaki dokuz aylık sürünme süresi takip etmektedir. Sonra, bezler arasında sürüm sürüm büyümesi, daha sonra da bunu çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık safhaları takip etmektedir. Mümin için dünyanın sıkıntılarla dolu olma ciheti de düşünülecek olursa; onun ölene kadar süründüğü ve bu manada ancak ölmekle sürünmekten kurtulduğunu söylemek mümkündür.
Öldükten sonraki cennet hayatı dünyadaki sürünmenin bittiği noktada başlamaktadır. Eski Türkçede cennetin adı 'Uçmak', cehennemin adı ise 'Tamu'dur. Buradan hareketle dünyada sürünmekle geçen hayatın uçmaya dönüşmesi için her nefsin ölüm gerçeğini tatması gerekmektedir.
Evet, sıkıntılı dünya hayatından sonra, kanatlanarak 'Tamu'yu geçip 'Uçma'ya varmak, ne büyük bir saadettir..!
- tarihinde hazırlandı.