İslâm Hayata İstikamet Kazandırmıştır
İnsan bazı hakikatlere kalb yoluyla muttali olur; gözün göremeyeceği şeyler kalb yoluyla görülebilir. Bazen de hiçbir kitabın yazmadığı, anlatmadığı meselelere yine kalb ve his yoluyla aşina olur insan. Fakat her insanın hissi farklı olduğundan ve içinde bulunduğu âlemin rengini alıp değerlendireceğinden ötürü herkes isabetli bir hüküm veremeyebilir ve körlerin fil tarifi gibi hakikati sadece bir yönüyle değerlendirme durumunda kalabilir. Hiç fil görmemiş a'mâların, filin bir yerini tutarak fili tarif etmeleri gibi insanlar da verdikleri hükümlerde bir kısım isabetsizlikler izhar etme durumuna düşebilirler. İnsanda her ne kadar asıl mesele kalb ise de her fert kalben müşahedesiyle verdiği hükümlerde bazen değişik hava ve tesirler sebebiyle, bazen de insanın seradan süreyyaya kadar alçalma ve yükselme arasında, alçalıp hayvanlaşma veya yukarıya çıkıp melekleşme arasında seyriyle bu mertebelerin hükmüne tabi olarak vereceği hükümler isabetsiz olabilir. Onun için İslam, doğrudan doğruya insanın içi, kalbi, letâifi ve selim fıtratı olan bir kaynaktan doğan hakikatlere bir akıntı vermiş; bunları bir mecraya çevirmiş ve insanın sinesinden doğan kulluk ihtiyacını; namaz, oruç, zekât şeklinde formüle etmiştir.
Hıristiyanlık Hak bir din idi ve elinde Allah'tan gelme hak bir kitap vardı. Fakat zamanla bir anlamda muvazene bozuldu. Yaratıcı Allah'tır dedikleri halde, Hz. Mesih'e de ulûhiyet isnat etmeye durdular. Allah "Göklerin ve yerin yaratıcısı, ezeli ve ebedi Hâlıktır." dedikleri halde Hz. Meryem'i -hâşâ- Allah'ın hanımı gibi gösterdiler ve Hz. Mesih'e Allah'ın oğlu deyiverdiler. Bütün bunlar tevhitte muvazeneyi bozma manasına geliyordu. Çünkü bir varlık ya müstağni-i alel ıtlaktır ya da muhtâc-ı mutlaktır. Allah, müstağni-i alel ıtlaktır. O, Hz. Mesih ve Meryem olmadan evvel kimseye ihtiyacı olmadığı gibi onlardan sonra da ihtiyacı yoktur. Allah muhtac-ı mutlak olmadığına göre, bunun ortası da yoktur. Mesih ve Meryem, tarihin belli döneminde arz-ı dîdâr etmiş müstesna simalardır. O devreye kadar Allah (celle celaluhu) -hâşâ ve kellâ- Hıristiyan'ın zihnindeki bu mevhum ihtiyacı ne ile giderdiği sorusunun cevabı yoktur. Keza Yahudilik de Hz. Üzeyir'i aynı şekilde ele almıştır. İslam'a göre bu düşünce tarzı tevhiddeki muvazeneye ters ve fikrî bir inhiraftır. Allah, Allah'tır, ezeli ve ebedidir, hiç bir şeye ihtiyacı yoktur. Hz. Mesih ve Meryem ise Allah'ın kuludurlar. İşte Kur'an bu şekilde Hıristiyan ve Yahudi'nin itikadını da tadil etmiş ve aynı zamanda düşünceye ayrı bir istikamet kazandırmıştır. Bazı tarihçilere göre Yahudilik maddiyeci; Hıristiyanlık da tamamen spritüalist bir zihniyetin temsilcisidir. İslam bir taraftan bu maddeciliğe şiddetli bir tokat indirmiş, her şeyi maddeye irca edenlere "dur" demiş, diğer taraftan da ruh da vardır madde de; ikisi de ayrı tecellilerdir. Biri kudret, irade ve meşîetten ise, öbürü de âlem-i emirdendir demiş ve dayanaksız faraziyelerin önünü alarak tefekküre bir istikamet kazandırmıştır.
İnsanlık Kendine Gelecektir
Kendisine Cenab-ı Hak kulluğun erkân ve âdâbını öğreteceği ana kadar Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) de nasıl kulluk yapılacağını belirleyemiyordu. Ama yine de kulluk yapmaya çalışıyordu. Hz. Aişe'den rivayet edilen bir hadiste -ki, bunu başkalarından duymuş olması lazım- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Hira dağında bir mağaraya çekilip orada uzun zaman ibadet ettiği anlatılır. Bu ibadetin nasıl olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Biz bundan, Hz. İbrahim'den, perdeler altında, o güne kadar devam ede gelen kulluk şekli nasılsa öyle ibadet ettiğini anlıyoruz. Ama Efendimiz kulluk yapardı. Kur'an gelince kulluğu formüle etti ve hayat-ı içtimaiyeye ayrı bir istikamet verdi.
Efendimiz çok afifti. İçinde putların dolu olduğu Kâbe yıkıldığında O Kâbe'yi yapmada çalışıyor, Cahiliye putperestlerinin Ficar harplerine iştirak ediyor, Kâbe halkının yanında yerini alıyor ve Hılfu'l-Füdûl'da bizzat bulunuyordu. İslam geldikten sonra, Allah nerede, ne zaman ve nasıl harp edildiğini öğretti: "Kim, savaşı Allah yolunda ve Allah düşüncesi ile yapıyorsa o, Allah yolundadır; gayrisi Allah yolunda değildir. Allah'ın yüce ve yüksek adının âfâk-ı âlemde bayraklaşmasına matuf yapılan savaş Allah yolundadır." Beyanlarıyla İslam, savaş sistemine de böyle bir istikamet kazandırıyordu.
Bütün bunlarla İslam'ın topyekûn bir hayata istikamet kazandırdığı söylenebilir. Aslında beşer bünyesinde, kalbinde, ruhunda ve dimağında mündemiç olarak bulunan hakikatler İslam sayesinde neşv ü nema bulma imkânını buldu, beşerdeki büyük potansiyel enginlik inkişaf etti. Medeni milletlere, medeniyet muallimi olma halini ve ufkunu kazandıran İslam'la insanda canavarlığa sarf edilebilecek güç, cesaret, şecaat.. gibi vasıflar hakperestlik istikametinde kullanılma istikametini elde etti.
İslam tarihi ve İslam medeniyet tarihi üzerine araştırmalar yapan insaflı müsteşriklerden birisi şunları söyler: "Beşer, Hz. Âdem'den Hz. Muhammed devrine kadar elde edebileceği terakkinin ancak yüzde yirmi beşini kazanmıştır. Hz. Muhammed, getirdiği esaslarla fikre ve hayata kazandırdığı istikamet sayesinde yüzde yirmi beş daha terakki etmiş ve yüzde elliye ulaşmıştır. O günden bu güne, o formülleri kullana kullana biz ancak yüzde yirmi beşlik bir mesafe kat edebilmişizdir. Ve beşerin terakkisi için tanıdığımız en son noktaya, -ümit ediyoruz ki- bundan sonra ulaşacağız."
Evet, İslamiyet'in gelmesiyle fikir, artık tam istikamet kazanmıştır. Bugünkü ilmî ve fikrî tıkanıklık inşallah erbabının elinde, demirin Hz. Davut'un elinde balmumu gibi yumuşak hale gelip istenilen kalıba girmesi gibi kamet-i kıymetine uygun şekilde açılacak ve inkişaf edecektir.
Özetle
- İslam, hayatın her yönüne bir istikamet kazandırdığı gibi aynı zamanda ahirete ait de yönlendirmelerde bulunmuştur. İnsanın kulluk ihtiyacını; namaz, oruç, zekât ve hac şeklinde formüle etmiştir.
- Hak din olarak gelen İslam, diğer dinlerin inhiraf ettikleri mevzularda gerçeği açıklayıcı beyanlarıyla insanların dini hayatına istikamet getirmiştir.
- Aslında, İslam'ın gelmesiyle insanlığın dimağında potansiyel olarak bulunan hakikatlerden inkişaf etmeyenler inkişaf etmiş, inkişaf edenlerse daha bir gelişip serpilmiştir.
Nazardan Korunmada Bir Ölçü
Pek çok sahih hadis-i şerifte nazar'ın hak olduğu ifade edilmektedir. Bunlardan birinde Allah Rasulü, "Nazardan Allah'a sığının. Çünkü nazar gerçektir" (Buhari, Tıb, 36; İbn Mâce, 2/1159) buyurmaktadır. Günümüzde hususiyle ruhla ve ruhçulukla meşgul olanlar, cinlerle temas temin edenler nazarın, fizik alanında da izahını yapmaya çalışmaktadırlar. Onlara göre insan vücudunun neşrettiği bir kısım şualar, karşı tarafla rezonans olduğu zaman bir çeşit tesir etmekte ve insanı yere serebilmektedir. Halk arasında nazar, "Falan köyde filan adam kocaman bir kayaya baksa onu parçalar" şeklinde iştihar etmiş ve ulum-u mütearife haline gelmiştir. Binaenaleyh nazarı tekzip ve inkâra ne medar, ne de mesağ vardır.
Nazar, insanın kazandığı şeyin bereketine de tesir edebilir. Mesela kendisine nazar edilen insanın kazancının başına bazen bir gaile ve bela gelebilir. Bu nazar, kazancı haram etmez ancak kazanılan şeyin yümnünü, bereketini azaltabilir. Allah Rasulü (sallallâhu aleyhi ve sellem), nazar değmesine karşı, Ayetü'l-Kürsî, İhlâs, Felak ve Nâs surelerini okumuş, Ashabına da bunları okumalarını tavsiye buyurmuştur. Ayrıca meşayih ve ehl-i keşf, nazarın etkisinden korunmak veya nazar isabet etmiş ise kurtulmak için Kalem suresinin 51. ve 52. ayetlerinin okunmasını tavsiye etmişlerdir. Kalem suresinde adı geçen ayetlerin anlamı şöyledir: "O kâfirler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman, hırslarından neredeyse bakışlarıyla seni kaydıracak, âdeta gözleriyle yiyecekler! Ve o "delinin teki!" derler. Delilik nerede, o nerede? Kur'an'ın hiç delilikle ilgisi mi olur? Kur'an olsa olsa, sadece bütün insanlara bir derstir." (Kalem, 68/51-52) Hatta bazen bu ayetin arkasından halka halinde Ashab-ı Kehf'in isimleri de yazıla gelmiştir. Bu ayetin ve Ashab-ı Kehf'in isimlerinin okunması hadis-i şeriflerle sabit değilse de ehl-i keşfin bulmasıyla sabittir ve inkâr edilmeyecek kadar kuvvetlidir. Binaenaleyh kötü nazarların nazarından korunabilmek için bu dualar yapılabilir, sonra da ciddi bir tevekkül ile -inşallah- nazar bertaraf edilmiş olur.
İnsan her an Allah ile münasebeti güçlü olmadığından ervah-ı habise, cinler ve şerirler onun boşluklarından girip ona tesir edebilirler. Burada bir kanundan bahsetmek istiyorum. Cin taifesinin, insanlarla alakalarının olduğu bir gerçektir. Ancak bunların zararlı olmaları, insanın zarara müsait bir hal içinde bulunmasına bağlıdır. Bu şerli taife, insanın isyan, laubalilik ve gaflet gibi hallerinden istifade ederek bu açık deliklerden içeriye girebilir ve hükümlerini icra edebilirler. Ama onlar, teslimiyeti güçlü, kalbi her an ilahi âlemle donanımlı kimselere asla tesir edemezler.
Hâsılı, kazanca da nazar tesir edebilir. Bundan korunmak için evvela, helalinden kazanılmalı; ikincisi, malın zekâtı verilerek Allah yolunda sigorta edilmek suretiyle teminat altına alınmalı; üçüncü olarak, o malı iyi yolda sarf etme kanaat ve niyetinde bulunulmalı ve son olarak da yukarıda ifade edilen dualar yapılmalıdır. İşin doğrusunu "Allâmu'l-guyûb" olan Allah bilir.
Sözün Özü
İman-küfür arasında dağlar, tepeler vardır ama farkına varılmadan atılan her adım insanı küfrün gayyâsına yuvarlayabilir. Düşüncede başlayan inhiraflar, zamanla davranışlara akseder ve tıpkı kimyevî maddelerin istihalesinde olduğu gibi, insanın duygu ve düşünce dünyasına akan şeyler hiç farkına varılmadan o duygu ve düşünceleri değiştirebilir. Üstad, sünnet kaynaklı bu espriyi çok güzel ifadelendirir: 'Her bir günah içinde küfre giden bir yol vardır.'
Haftanın Duası
Bütün iyilik ve hayırlar ancak Kendisinden beklenen ve bunları vermeye sadece Kendisi muktedir olan Yüce Rabbimize hamd ve minnet, Enbiyalar Serveri Efendiler Efendisi'ne, ehline ve ashabına salât ü selam ediyor, her zaman dokunduğumuz kapının tokmağına şimdi bir kez daha dokunuyoruz: Rabbimiz! Dünyanın dört bir bucağında iman ve Kur'an meşalesini tutuşturup canlı tutmaya çalışan kadın-erkek bütün kardeşlerimize, arkadaşlarımıza ve dostlarımıza - Efendimiz'e tabi olarak - salât ü selâm eyle ve bereketinle lütufta bulun. Amin...
- tarihinde hazırlandı.