Nifak Ferdî ve İctimaî Bir Hastalıktır

İnanmadığı halde inanıyor görünmek, akide ve düşüncelerinde münkir olmasına rağmen farklı bir tavır ve kanaat sergilemek, her zaman duruma göre hareket edip sürekli ikiyüzlü davranmak demek olan nifak; ferdî, içtimaî bir riyakârlık ve bir ruh hastalığıdır. Bu hastalığı taşıyan mürâî ve münafık, her zeminde ayrı bir tavırda bulunur, her yerde farklı bir görüntü sergiler ve o rengârenk davranışlarıyla âdeta birkaç hayatı iç içe birden yaşar. Münafığın gerçek renginin ne olduğunu, ne türlü bir düşünce ve kanaat taşıdığını kestirmek çok zor; hatta imkânsızdır. O, kendine göre ters görüp "öbürleri" dediği hemen herkese karşı düşmanca duygular besler.. onlar hakkında açık-kapalı kötülük düşünür. Ama bu duygularını her zaman dışarı vurmaz; gerektiğinde hakikî hislerini gizleyerek onların düşünce ve kanaatlerine saygılı görünür.. onlara karşı olabildiğince yumuşak davranır.. ve onlardan biriymiş gibi hareket eder.

Ne var ki o, hemen her zaman, içten içe de güm güm gümler ve mevhum hasımları için ne komplolar ne komplolar plânlar.. plânlar da, hasım kabul ettiği kesim veya kimselerin sıkıntılı hâl ve kritik durumlarında gerçek niyetini hemen ortaya koyuverir. Sonra da başkalarının, "hüsnüzan"na binâen ardına kadar açık bıraktıkları kapıdan içeriye girerek akla-hayale gelmedik kötülüklerin hepsini yapar. Din, iman düşmanlarının açıktan açığa diyanet ve mukaddesata sürekli hücum etmelerine karşılık o, çok defa dinî, millî ve vatanî değerlere saygılı görünerek her zaman ehl-i imanı aldatmaya çalışır.. her zaman sinsi davranır ve moda tabiriyle "takiyye"lerde bulunur.. yerinde herkesi dostça kucaklar ama, fırsat bulunca da arkadan hançerlemeyi ihmal etmez.

Münafık, konuşurken yalan söyler; bugün vefa sözü verdiği bir konuda bakarsınız, ertesi gün hemen sözünden döner; sizin itimat ve güveninize hıyanetle karşılık verir ve hemen her zaman en haince düşmanlık duygularını dostane tavırlar içinde icra eder. Bu itibarla da o, din, iman ve Kur'ân düşmanı bir münkirden daha tehlikelidir; tehlikelidir zira, sizin gibi düşünüyor görünüp, düşmanca duygulara karşı tedbirli olma ve teyakkuzda bulunma hislerinizde gevşeklik hâsıl ederek yanınıza kadar sokulur, yüzünüze güler; fırsat bulunca da yılan gibi ısırır ve akrep gibi de sinsice sokar.

Münafıklar Kalben Hasta Kimselerdir

Münafık, aslında hiçbir şeye inanmadığı halde, duruma göre "Benim Allah'a ve âhiret gününe inancım tamdır." diyerek kendine mü'min süsü verir ve her zaman ehl-i imanı aldatmaya çalışır. Ne var ki, her aldatma hareketinde aldanan da onun kendisidir; zira mü'minler firasetlidirler ve imanın nuru ile, gördükleri her şeyi doğru görürler.. "Evet ehl-i iman ne kadar âmî ve cahil de olsa, aklı derketmediği hâlde, kalbi öyle hodfuruş adamları gördüğünde soğuk görür ve onlardan nefret eder." (Mektubat). Kur'ân-ı Kerim bir yerde kendi kendini aldatan bu tip kimseleri şöyle resmeder: "Öyle insanlar da vardır ki bunlar, Allah'a ve âhiret gününe inandık derler; oysaki bunlar asla inanmış değillerdir (inanmış değillerdir ama akılları sıra böyle yapmakla) Allah'ı ve ehl-i imanı aldatmayı kurarlar. (Aslında onlar bu tavırlarıyla sadece) kendi kendilerini aldatmışlardır, ama bunu fark edemezler." (Bakara, 2/8-9). Yine Kur'ân'ın tespitine göre bunlar, kalben hasta kimselerdir. Hisleri malûl, idrakleri tutarsız, şuurları kapalı, iradeleri de nefsanî temayüllerinin emrindedir. Vicdanî mekanizmalarıyla tamamen meflûç olan bu insanlar, hastalıkları ile o kadar uyuşmuşlardır ki, onları tedavi etmeye kalksanız tepki alırsınız, ilâç verseniz tokat yersiniz, kurtarmak isteseniz hakarete maruz kalırsınız

Onlarla karşılaştığınızda yer yer kendinizi tam bir mülhit ve münkirle, zaman zaman da bir reybî (şüpheci), bir sofistle (safsatacı, mugalâtacı) yüz yüze gelmiş sanır ve irkilirsiniz. Münafığın bu hastalığı bazen öyle şiddetli bir şüphe, bir kuşku ve bir telâşa dönüşerek dışarıya vurur ki, onun o hâli karşısında ürpermemek elden gelmez. Bu hasta ruh, her zaman fevkalâde bir korkuyla sarsılır; çok defa da içine kapanarak kendine göre mevhum düşmanlar icat eder ve bu mevhum düşmanlar karşısında tir tir titremeye durur. Bazen münafık, her ses ve her sözden irkilir, her hareketi kendi aleyhinde bir tecavüz hamlesi gibi görür, her kıpırdanışı da kendisine karşı bir baskın teşebbüsü şeklinde yorumlar ve bar bar bağırarak etrafında kıyametler koparır. Böylelerinin bu garip görüntü ve ruh hâletleri Kur'ân-ı Kerim'de şöyle tasvir edilmiştir: "Sen onları gördüğünde kılıkları-kıyafetleri karşısında hayrete düşer (ve bunları bir şey zannedersin); konuşmaya kalktıklarında (kendilerini dinletirler), sen de dinlersin. (Ne var ki bu kimseler, ruh dünyaları itibarıyla) içleri bomboş kuru kütükler gibidirler. Her sesten ürker, her sayhadan pirelenir ve her şeyi aleyhlerinde sanırlar." (Münâfıkûn, 63/4).

Bazen de o, bir orada bir burada bulunma telâşıyla sürekli kararsız davranır, tereddütlerle dolar-boşalır, her şeyi ve herkesi farklı görür, farklı yorumlar, hiçbir şeye ve hiçbir kimseye karşı güven duymaz. Bu gibi durumlarda eğer güçlü ise, hasım kabul ettiği cepheyi hem kendinin, hem sistemin, hem bütün insanlığın düşmanı gibi gösterir.. gösterir ve değişik vehimlerle, ihtimallerle zihninde mahkum ettiği bu mevhum cephe insanlarını hemen bitirmek veya bitirtmek ister: çığırtkanlık yapar, iftiraya tezvire başvurur, moda tabiriyle yargısız infazlarda bulunur ve ne yapıp yapıp onların hakkından gelmeye çalışır. Hele bir de medyatik gücü varsa, o ipe-sapa gelmeyen vehim ve kuruntularıyla haftalarca, hatta aylarca kamuoyunu meşgul eder, hem öyle bir eder ki, yığınlar artık başka şey düşünemez hâle gelirler. Eğer güçsüz ve bunları yapabilecek durumda değilse, vehimlerinin bağrında besleyip büyüttüğü o düşman kampı karşısında, riyâdan tabasbusa, tabasbustan da aldatmaya her türlü melânete başvurur, her zaman ikiyüzlü davranır -birkaç yüzlü de denebilir-. Ve kafasında kurduğu vehmî cepheler arasında sürekli gel-gitler yaşar, herkese ayrı bir yüz gösterir ve tipik bir yüzsüzlük örneği sergiler. İlâhî Beyan'da onun bu zikzakları ve yüzüp gezmeleri ise şöyle seslendirilmiştir: "Bu hâlleriyle onlar, mü'minler ve münkirler arasında mütemâdî gel-gitler yaşarlar; ne sonrakilerle tam bütünleşebilirler ne de öncekilerle. Her kimi de Allah şaşırtmışsa, artık sen ona çare bulamazsın." (Nisa, 4/142).

Özetle

  • İnanmadığı halde inanıyor görünmek, her zaman duruma göre hareket edip sürekli ikiyüzlü davranmak demek olan nifak; ferdî, içtimaî bir riyakârlık ve bir ruh hastalığıdır.
  • Konuşurken yalan söyler; bugün söz verdiği bir konuda, ertesi gün sözünden döner; itimat ve güveninize hıyanetle karşılık verir ve en haince düşmanlık duygularını dostane tavırlar içinde icra eder.
  • Hasım kabul ettiği cepheyi hem kendinin, hem sistemin, hem bütün insanlığın düşmanı gibi gösterir ve değişik vehimlerle zihninde mahkûm ettiği bu insanları hemen bitirmek veya bitirtmek ister.

Çarpık Kriterler, Yanıltan Hisler..

Münafığa göre, tek doğru insan kendi, tek doğru düşünce de onun düşüncesidir. Evet ona göre, doğrunun biricik mikyası onun çarpık kriterleri, müşevveş şuuru, endazesiz idraki ve her zaman yanıltan hisleridir. O, ruhundaki maraz ve mizacındaki inhiraftan ötürü, âfâkî ve enfüsî her hâdiseyi, sisli-buğulu, tozlu ve dumanlı görür. Bazen de o, irâdî olarak kendini keyiflere, neş'elere, eğlencelere ve oyunlara salar ve âdeta bütün insanî derinliklere karşı hep kapalı kalmak ister; ister de, dalıverir cismanî zevk ve safâya, şehvete, hevâya ve en derin uykulara.. sonra da kaçar, aklının getirip önüne serdiği realitelerden, mantıkî istidlâl ve istinbatlardan. Vehimlerle oturur kalkar.. sırf kuruntularını yaşar.. ve bu öldüren kâbustan uzaklaşmayı da asla düşünmez/düşünemez.

Münafık nazarında, insanı yükselten gerçek değerlerin ve insanoğlunun Hak nezdindeki konumunun hiç mi hiç önemi yoktur. Onun için varsa da yoksa da zevk u safâ ve her çeşidiyle cismanî arzular: O, yaşamak için yaşar.. en değerli sermayesi olan ömrünü nefsanî isteklerinin ağında tüketir.. hayatını yolda bulmuş bir metâ gibi kullanır.. ölümü ve ötesini kat'iyen düşünmez.. ebedîlik vehmiyle sürekli değişik arzular arkasında koşar.. zevklerinin bulanmasından, bulandırılmasından fevkalâde rahatsızlık duyar.. ve hep keyiften keyfe, neş'eden neş'eye sıçrar durur; sıçrar durur da, bir gün realitelerle, tûl-i emellerini besleyen vehimlerinin delinebileceği endişesiyle tir tir titrer.

Münafık, kendi gibi düşünmeyenleri aptal ve beyinsiz kabul eder ve elinden geldiğince onlardan uzak durmaya çalışır. Meşrû-gayrimeşrû her vesileyi değerlendirir; çalar-çırpar.. haram-helâl demeden yer-içer; sonra da yan gelir kulağı üzerine yatar; yatar da cismaniyeti adına olsun, bunca nimetlerle kendini tanıttırmak isteyen Zât'ı bir kerecik olsun hatırlamaz; O'nu tanımayı, anmayı ve O'na teşekkür etmeyi asla düşünmez ya da düşünemez.. münafık, varlık-eşya-Yaratıcı konularında tutarsız bir yol takip ettiği gibi, insanlarla münasebetinde de fevkalâde bencil, hodgâm ve nefisperesttir: menfaat ve çıkarlarına dokunabilecekleri vehmiyle bazen, aynı kulvarda koşan herkesi, hatta en yakınlarını bile düşman kabul eder.. ve hemen onlara karşı savaş vaziyetine geçer; "harp hiledir" mülâhazasıyla entrikalar çevirir.. komplodan komploya koşar.. rakip ve düşman ilân ettiği kimseleri aldatmaya çalışır.. yalan, iftira, tezvir gibi gayri insanî her yola başvurur.. ve başa çıkamayacağını anlayınca da, hemen taktik değiştirir ve onlardan biriymiş gibi görünmeye çalışır.. İnkârcılar arasına dönünce de, açıktan açığa küfrünü ilân ederek, onlardan daha ileri bir tavır sergiler.. Hâsılı o, her ortamda farklı bir görüntü ve farklı bir düşünceyle renkten renge girer ve kılık değiştirir durur. Onun bu davranışlarıyla alâkalı Kur'ânî tespit de şöyledir:

"Bunlar, mü'minlerle karşılaştıklarında, 'Biz de iman eden kimseleriz' şeklinde konuşurlar. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında da, 'Emin olun, biz sizinle beraberiz; onlarla sadece alay ediyorduk' derler." (Bakara, 2/14).

Haftanın Duası

Yâ Erhame'r-râhimîn ve Yâ Ekrame'l-ekramîn! Bizim, anne-babalarımızın, onların anne-babalarının, bize önderlik ve kılavuzluk yapan büyüklerimizin, bir harf bile olsa kendilerinden istifade ettiğimiz muallimlerimizin, hocalarımızın, sevdiklerimizin, sevenlerimizin, içinde neş'et ettiğimiz beldedeki insanların, milletimiz fertlerinin, arkadaşlarımızın, dostlarımızın, kardeşlerimizin.. bize karşı hep civanmertçe davrananların.. her zaman bizi dualarında yâd edenlerin.. üzerimizde hakkı bulunan kimselerin.. kıymetli nasihatleriyle bize bekâ desenli sâlihatın yollarını gösterenlerin... ve bütün ümmet-i Muhammed'in günahlarını bağışla!

Sözün Özü

Şayet neş'et ettiğiniz yerde kalıp kendinizi o çeperle sınırlandırmışsanız, Hızır'dan ders alsanız bile belli bir darlığın mahkûmusunuz demektir. Aksine her taraftan haberdar olabiliyor, her yeri âdeta avucunuzun içi gibi biliyorsanız, işte ancak o zaman dünyanın geleceği adına ümit vaad ettiğinizden, diriliş nefhettiğinizden bahsedilebilir. Yoksa rahatlıkla denilebilir ki, Amerika'da, Avrupa'da neş'et etseniz de belli bir darlığın mahkûmu hâline gelirsiniz; Böyle darlık mahkûmu birisinin ise dünya adına, dünyanın geleceği adına söyleyeceği fazla bir söz olamaz.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.