İman İle Küfür Arasında İnsan

"Birbirine en uzak şeyler nelerdir?" denilirse "Küfür ve iman" diyebilirsiniz; neticeleri itibarıyla böyledir. Fakat hayat içinde yaşadığınız şeyler itibarıyla; hisleriniz, hevesleriniz veya vicdanınız, şuurunuz ve lâtife-i Rabbâniyeniz açısından bakınca birbirine en yakın şeyler de küfür ve imandır. Aralarında incecik bir perde vardır.

Onun için perdenin öte tarafına yuvarlanıp düşenlerin dedikodusunu edip, "Nasıl oldu da düştüler?" falan deme yerine "Allah bizi düşürmesin" diye Cenâb-ı Hakk'a teveccüh edip yalvarmak lâzımdır. Devamlı surette, "Rabbenâ lâ tüziğ kulûbenâ ba'de iz hedeytenâ. Allah'ım hidayet buyurduktan sonra kalblerimizi kaydırma." (Âl-i İmran, 3/8) demek gerekir.

Bütün kardeşlerimiz için de aynı duayı yapmalıyız. Çünkü hiç umulmadık kimseler kaybedebilir. Vahye kâtiplik yapan insan vardır ki, kaybetmiştir. İster tahribatın kolay olmasına, ister şeytanî meselelerin insana daha cazip, daha hoş gelmesine, isterseniz de her zaman tetikte yaşayamamaya veriniz, hiç beklenmedik anda kayabilir ve kaybedebilirsiniz.

Bundan dolayı, insan kendine hiç güvenmemeli, ona tutunmalı ve bu şekilde ayakta durmaya çalışmalı. Kendini çok küçük görmeli. Her gece bin rekat namaz kılsa, başını yerden kaldırmasa da kulluğunu yapamadığı inancında olmalı. Senenin her gününü ibadetle dopdolu yaşayan bir kul "Rabb'ime şu kadar ibadet ettim, şu meselede şöyle bir mazhariyete erdim" şeklinde bir düşünceyi aklının köşesinden geçirse, kendisini bir paye ve makam sahibi zannetse, onun bu mülâhazayla tükettiği o anlar, hayatının en karanlık dilimleri olur.

Oysa dikkatli bir kul, "Ben bir köleyim. Kölenin hiç sermayesi olmaz, o ne kazanırsa kazansın kâr efendiye aittir" şuurunda olmalı, ibadet ve hizmetleri karşılığında bir mükâfat ve bedel beklememelidir. Kaldı ki Yirmi Dördüncü Söz'de ifade edildiği gibi; "Ubudiyyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, netice-i nimet-i sâbıkadır. Evet biz, mükâfatımızı almışız. Ona göre hizmetle ve ubudiyyetle muvazzafız." Öyleyse mesele, makam elde etmek, bir pâyeyle bilinmek değildir; verilmiş bir pâyenin hakkını eda etmek, nimetlere şükürle mukabelede bulunmaktır.

Beni Benimle Bırakma!

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) sabah akşam "Allahümme eûzü bike mine'l-küfri" diye dua ediyor. Bunu, Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) talim (öğretme) makamında söylediği bir dua olarak değerlendirmek lâzımdır. Zira, peygamberler hem mâsum hem de masûndurlar; günaha kapalıdırlar ve aynı zamanda Cenâb-ı Hak onları günaha karşı korur. Onlar, başkalarını kurtarmak için gönderilen kimselerdir; kendilerini kurtarmak için gönderilmemişlerdir. Ancak Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), o engin kulluk şuuru ve tevazuuyla kendi nefsinden de endişe duyup sû-i akıbetten korkabilir ve kovulacağından endişe edebilir. Fakat biz terbiyemizin gereği bu türlü mülâhazaları talime havale etmeli; bize herkesin akıbetinden endişe etmesi gerektiğini öğretiyor, şeklinde anlamalıyız. Ama o kendisini her zaman rahmet-i ilâhiyeye muhtaç görmektedir. Onunla sarılıp sarmalanmazsa, onunla tutulup bir noktaya konmazsa, o da cennete ulaşamayacağı kanaatini taşımaktadır.

Küfrün sebepleri çok sinsi olduğundan, ibadetiyle göklerde uçan bir insan dahi küfre düşebilir. Öyle biri dahi çok endişe duymalı; inişlerde çıkışlarda, yaya yürüyüşlerde hep Cenâb-ı Hakk'tan sıyanet aramalı. Bu konuda bize talim buyrulan duaları dilinden düşürmemelidir. Bu dualardan bir tanesi şudur: "Ya Hayy, ya Kayyum, birahmetike esteğîs, eslih lî şe'nî külleh, velâ tekilnî ilâ nefsî tarfete ayn."

Hayy ve Kayyum, Âye-tü'l-Kürsî'de lâfz-ı celâlden sonra zikredilen iki mübarek isimdir. Onun için bu iki isim, bazılarınca İsm-i A'zam olarak zikredilmiş; dualarda "Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddûs" sırasıyla söylenmiştir.

"Birahmetike esteğîzu", "Senin rahmetine sığınıyor, sana dehalet ediyorum" demektir. Baştaki "Be" harfini ister istiğâse (yardım dileme), ister istiâne (yardım isteme), isterseniz de musâhabe (yakınlık ve söyleşme) mânâsına hamledin; bu, "Beni rahmetinin arkadaşlığından uzak etme, yardımından mahrum bırakma, rahmetinle gelecek yardımdan nasipsiz kılma. Sana sığınıyor, senin merhametini diliyorum. Ve aynı zamanda bir maiyyet istiyorum" anlamına gelir. "Eslih lî şe'nî küllehu" "Her hâlimi ıslah buyur, düzelt" demektir. Bu sözde bir tevazu; bir mahviyet; meseleyi bir çökmüşlüğe, çatlamışlığa, bir kırılmışlığa hamletme ve buna inanma vardır.

Sonra "Ve lâ tekilnî ilâ nefsî tarfete ayn. 'Göz açıp kapama ölçüsünde bile olsa beni nefsimle baş başa bırakma.'" sözü gelmektedir. Bazıları buna "Ve lâ ekalle min zâlik. 'Göz kapamadan daha az bir süre için bile beni benimle baş başa bırakma.'" ifadesini eklemiş; bazıları da "ve lâ ilâ ehadin min ibâdike. 'Nefsimle baş başa bırakmadığın gibi, başka bir kimseyle de baş başa bırakma.'" ilavesiyle dua etmişlerdir.

Demek ki insan bazen yürüdüğü düz bir zeminde bile hiç farkına varmadan ayağı bir yere takılıp kapaklanabilir. Düşmenin hiç farkına varılmaz. Şimdiye kadar devrilmez gibi görünen nice çınarlar yıkılıp gitmiştir. En güçlü insanlar dahi devrilmişlerdir. Allah (celle celâluhû) bizleri muhafaza buyursun.

  • Neticeleri itibarıyla birbirlerine en uzak; aralarında sadece incecik bir perde bulunması dolayısıyla da birbirlerine en yakın şey, iman ve küfürdür.
  • İnsan bazen yürüdüğü düz bir zeminde bile hiç farkına varmadan ayağı bir yere takılıp kapaklanabilir ve -Allah muhafaza- iman dairesinden çıkabilir.
  • Cenab-ı Hakk'ın bizi iman dairesi içerisinde muhafaza etmesi için, -amellerimize güvenmemenin yanında- daima O'na dua dua yalvarmalıyız.

İnançta Derinleşmek

Mü'minler olarak çok iyi inanmak, inandığımız şeyleri içte duymak ve hissetmek, bunları başkalarına duyurmak, kendimizi saydam bir varlık gibi yapıp, nereden bakılırsa bakılsın hep Cenâb-ı Hakk'ı göstermek zorundayız.

Bir başka tabirle memur olduğumuz şeyleri harfiyen yerine getirirken kendimizi tamamen ona adamamız ve onda fâni olmamız gerekmektedir. Nasıl ki bazı ruh insanları Uhud'u, Hz. Hamza'yı anlatırken o çetin savaşı kendisi yaşar ve Hamza olur; aynen bunun gibi, Cenâb-ı Hak'tan bahsederken yine ondan akıp gelen engin dalgalar ile gönlümüzü buluşturabilmeliyiz ki inandırıcı olabilelim.

Müslümanlık sadece ilim değildir, o hayattır. Yaşana yaşana fertle ve toplumla bütünleşir. Zaten inancını bu ölçüde yaşayarak tabiatlarının derinliği haline getirebilenler bu seviyeye ulaşır, ulûhiyet hakikatine yeni pencerelerle açılma fırsatı bulurlar.

Evet, imanın nazarî buuddan amelî buuda yükseltilmesi hem dünya hem de ukba hayatımız adına çok önemlidir. Bunu başarabildiğimiz takdirde iman bizim hayatımızın her karesine girmiş demektir, eğer ameller yerine getirilirken bu inanç derinliği hissedilmezse hem inanç yönünden hem de amelî yönden nifak başlar ve gün gelir insan -Allah korusun- münafık olur.

Öte yandan, bunu duyup tatmakla iş bitmiyor; hiç durmadan mücadeleye devam gerekir. Zira bu makam veya hal, insanı gurur, kibir ve ucba sürükleyebilir ki bu inananları yeniden nazarî iman seviyesine düşürür. Mukarrebîne bakın; onların âdeta her zaman ulûhiyet tecellilerine doğrudan muhatap olduğunu görürsünüz; görürsünüz ama onlarda ucbdan, kibirden, gururdan eser yoktur. "Biz hiçbir şey yapamadık" derler, yürekleri ağızlarına gelir ve sürekli bu hal üzere yaşarlar.

İnanması gerektiği ölçüde inanmamış/inanamamış olanlara, amelî zafiyet içinde bocalayanlara, tabir-i diğerle düşe kalka yürüyenlere gelince; belli ölçüde nefsanîliğin ve şeytanîliğin inhiraflarından kurtulmuş olsalar da iman benliklerine tam anlamıyla sinmemiştir bunların. İğreti bir elbise gibidir iman üzerlerinde. İmanını amelle benliğine sindiremeyenler, hiç kimseye hiçbir şey veremezler. Bu durumdan kurtulmak için insan maddî beslenmesine dikkat ettiği gibi mânevî beslenmesine de dikkat etmelidir. Kendini hiç boşluğa salmamalı, hayatında hiçbir gedik bırakmamalıdır.

Allah bizi insan eyleye. İnsan söylediğinin iki mislini kendi yapmalı ki, kalbi bir bam teli gibi ses versin. Ritmi bozmamalı ki, söylediği her kelime, kelime-i tayyibe olsun. Aklı, mantığı, muhakemesi, şuuru, kalbi, lâtife-i Rabbâniyesi sürekli canlı olmalı ki, bu yükü götürebilsin. Yoksa insan ömür boyu çabalar da bir arpa boyu yol alamaz.

Haftanın Duası

Ey isteyenlere cevap veren ve dua dua yalvaranların dualarını kabul buyuran Yüceler Yücesi Rab! Sen her şeye gücü yeten, her istediğini gerçekleştiren ve yakarışlara mukabelede bulunmak şanına çok yakışan yegane Zat'sın; ne olur, bizim dualarımıza da icabet eyle ve gelebilecek bütün tehlikelerden ve Sen'in azabına uğramaktan; aynı zamanda bunların hasıl edeceği korku, gam ve kederden de sıyanet buyur!

Sözün Özü

Âciz, fakir, muhtaç ve kendine yetmediğinin şuurunda olan kulun, tazarru, tezellül ve alçak gönüllülük içinde, "Rahmeti Sonsuz"a yönelip, hâlini ona arz ederek istediklerini ondan istemesinin ayrı bir unvanı sayılan dua, kulun Rabb'ine karşı iman, güven, itimat ve tevhid telâkkisinin bir gereğidir. Bu mülâhazalar çerçevesinde Allah'a yönelen kul, sımsıkı havf u reca duygularına kilitlenir; başkalarının nazarlarından uzak, gönülden, sadece Rabb'ine yalvarır ve gizliden gizliye ona dua eder.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.