Allah Resûlü'ne saygı ve bozulan dengeler

Cenab-ı Hakk'ın ihsan buyurduğu değerleri bırakıp bunların yerine dışarıdan başka değerler ithal etme, dengeyi bozma demektir.

Dengenin bu şekilde bozulması insanı da toplumu da başka dengesizliklere ve hatalara sürükler. Aslında İslam, Efendimiz'den (sallallahü aleyhi vesellem) önceki peygamberlerle takdim edilen değerleri yeniden insanlığa hatırlatmak, bozulan o dengeyi yerine oturtmak, bir başka tabirle İlahî ahengi yeni baştan tesis etmek için gelmiştir.

Evet, başkaları gibi bizim dünyamız da değer kaybına uğramıştır. Mesela ifrat ve tefritler arenasında Efendimiz de dahil peygamberleri bizim gibi bir sıradan insanlar seviyesine indirme -yüz bin defa haşa-, ya da kendi dönemlerinde sadece o dönemlere mahsus olmak üzere tarihsel bir misyon eda edip çekip gittiklerini iddia etme gibi düşünceler bir değer kaybıdır. Peygamber ve peygamberlik anlayışına da saygısızlıktır.

Saygısızlık önce küçük daireden başladı ve büyüğüne doğru dalga dalga yayıldı. Önce Sahabe-i Kiramla başladılar işe ve sürekli eleştirdiler onları. O günlerde "Onlar da bizim gibi insandır." diyerek eleştirmeye başladıkları an içim cız etti benim. Şöyle dedim etrafımdakilere: "Bu mesele sahabe ile başladı ama sahabe ile bitmeyecek. Böyle sorumsuzca, hiçbir temele dayanmaksızın sahabeyi eleştiren kişiler çok yakında Peygamber'i de sorgulayacak ve gün gelecek Kur'an'ı hatta Allah'ı sorgulamaya kadar varacak." Bu tahminlerimde yanılmayı ne kadar arzu ederdim. Fakat bunların hepsi oldu. İnsanlığın İftihar Tablosu'na (hâşâ) "postacı" denildi. Yani tıpkı bir postacı gibi mesajı Allah'tan insanlara ulaştırdı ve işi bitti. "Kur'an'da gramer hataları var" denildi. Gayretullaha dokunur bu sözler diye çok korkmuştum o zamanlar. Başkaları (hâşâ) "Allah cüz'iyatı bilmez" gibi Zat-ı Bâri hakkında yakışıksız düşünceler öne sürenler bile oldu. Hâsılı sahabe ile başlayan tenkit süreci ulûhiyet hakikatinin sorgulanmasına kadar geldi dayandı.

Şimdi aklî, mantıkî delillerle gerek Efendimiz'in (sallallahü aleyhi vesellem) gerekse diğer enbiya-i izamın konumunu zihnimizde ve hayatımızda bir kere daha belirlemek ve yerlerini tahkim etmek zorundayız. Zira bu mevzuda yaşanan düşünce ve inanç kaymaları hep bu tahkimsizlikten kaynaklanmaktadır.

Sen olmasaydın, şu âlemleri yaratmazdım

Evet, Efendimiz büyük bir peygamberdir. Ruh-i Seyyidi'l-Enam'dır. Tasavvufî ifadesiyle "Taayyün-i evvel"in kahramanıdır. "Sen olmasaydın, şu âlemleri yaratmazdım." kudsî hadisinin mazharıdır o. Hadis, hadis kriterleri açısından sahih olmasa bile mana itibarıyla doğru; doğru çünkü O Muarrif olmasaydı, bu âlemlerden de, bu kitaptan da hiç kimse bir şey anlamayacaktı. O halde bu hadisin manası şu demektir: "Ey Resûlüm! Bu kitapların okunması da, manalarının şerhi de Senin sayende oldu. Öyleyse Sen elindeki Kur'an'la her şeyin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhısın." Eskilerin ifadesiyle "ille-i gaiye"sin.

Öyleyse Allah Resûlü (sallallahü aleyhi vesellem) hâşâ sıradan bir postacı, bir müvezzi değildir. O yerde durup göklerle irtibat kuran, bizim hiçbir zaman münasebet kuramayacağımız âlemlerle münasebet kuran, burada otururken Allah'ın konuşmasını duyan bir insandır, farklı hususiyetleri, farklı donanımları olan. Zaten o farklı donanımları olmasa Allah'tan emir alamaz. O donanımları olmasa yatağından kalkıp göklerde dolaşamaz, mirac yapamaz.

Kaldı ki bizim, mesajı getiren bu Zat'a bu şekildeki bakışımız aynı zamanda o mesaja karşı da saygının ifadesidir. Dolayısıyla O'na saygısızlık mesaja karşı da saygısızlık duymaya sebep olur. Onun için O'na karşı saygının korunması lazım. Zaman eskidikçe mesajın nazarlarımızda taze olması, taze olarak hissedilmesi, sürekli o mesaja müracaat etme, delice bağlanma tutkusu işte hep buna bağlıdır.

Peygamberlerin bizim gibi sıradan olmadıklarını herkes kendi kabiliyetlerine göre soluklamalı. Küçük bir ses, küçük bir nefes de olsa dile getirmeli düşüncelerini. Peygamberleri o yüce halleriyle konumlarıyla kabul etmeli, gönüllerimizdeki tahtlarına oturtmalıdır. Zira sundukları mesajdan tam istifade etme onların kadr u kıymetlerini bilmeye bağlıdır.

Özetleyecek olursak: Mesajla mesajı getiren zat arasında çok önemli bir münasebet vardır. Peygamberlerin değerleri korunduğu nispette mesajlardan istifade oranı artar. Bu meselenin bir yanı. Diğer yanı ise: Allah, kendi Kelamından, Peygamber'inin ruhaniyetinden ve öbür âlemde şefaatinden istifadeyi onlara karşı duyulması gerekli olan saygıya bağlamıştır. Eğer böyleyse -ki benim bunda hiç şüphem yok- bu saygıyı göstermeyen, koruyamayanlar dünyevî ve uhrevî hayatları adına neler kaybettiklerinin farkındalar mı acaba?

Başka bir tabirle, sizler Kur'an-ı Kerim'den ve Efendiler Efendisi'nden teveccühünüz ölçüsünde istifade edebilirsiniz. Yani "Kulum beni nasıl zannediyorsa ben ona öyle muamele yaparım." mantukunca siz Kur'an'a ne kadar teveccüh ederseniz, o da size kapılarını o kadar açar. Peygamber'e saygınız ne kadarsa o kadar açar kollarını size. Yürüdüğü yola, vardığı ufka doğru ancak o kadar yaklaşabilirsiniz.

Herkes aklının ve iradesinin hakkını versin. Allah bir akıl vermiş, öyleyse i'mal-i fikirde bulunsun, beyin sancısı yaşasın. Eski sözlere yeni sözler karıştırarak yeni bulamaçlar yapsın, insanlığa yeni şeyler sunsun. Eskileri eski, renk atmış ve partallaşmış görüyorsa yeni şeyler yapmasını bilsin. Kur'an-ı Kerim'in yeniliğini, Efendimiz'in gönüllerde hiç eskimediğini, bizim için daima bir "cânân" olduğunu hem kendilerine anlatsınlar, hem de cihana. Bu mevzudaki mülahazalarını sürekli yenilesinler; yenilesinler ki hem kendilerini kurtarsınlar hem de başkalarını.

  • İslam, Efendimiz'den önceki peygamberlerle takdim edilen değerleri yeniden insanlığa hatırlatmak, bozulan o dengeyi yerine oturtmak ve ilahî ahengi yeni baştan tesis etmek için gelmiştir.
  • Gerek Efendimiz'in gerekse diğer enbiya-i izamın konumunu aklî, mantıkî delillerle zihnimizde ve hayatımızda bir kere daha belirlemek ve yerlerini tahkim etmek zorundayız.
  • Kur'an'a ne kadar teveccüh edersek, o da bize kapılarını o kadar açar. Peygamber'e saygımız ne kadarsa bize o kadar açar kollarını ve yürüdüğü yola ancak o kadar yaklaşabiliriz.

Efendimiz, ism-i a'zam'ın mazharıdır

Hz. Üstad'ın yaklaşımıyla kâinata bir ağaç nazarıyla bakılırsa, Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) o ağacın çekirdeğidir; eğer bir kitap misaliyle bakılırsa, o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir.

Bir çekirdekten kocaman bir kâinat meydana getirmek Cenab-ı Hakk'ın kudretine ağır gelmez. Ve zaten hep öyle yapıyor; çok küçük tohumlardan pek büyük meyveler yaratıyor. Onun yarattığı ilk çekirdek Efendimiz'dir.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) pek çok cihetle diğer peygamberlerden daha faziletlidir. Mesela; Resûl-i Ekrem vazifesini yapıp gitmiştir; ama dini ve getirdiği mesajı devam etmektedir. "Bir işe sebep olan onu yapan gibidir." sırrınca Ümmet-i Muhammed'in sevaplarının bir misli Efendimiz'in (sallallahu aleyhi vesellem) defteri hasenâtına kaydolmaktadır. Biz her ezandan sonra dahi O'na dua ediyoruz; "Rabb'im! Hz. Muhammed'i kendisine vaat ettiğin Makam-ı Mahmud'a ulaştır." diyoruz. Her gün değişik vesilelerle pek çok defa O'na dua ediyoruz. İçinde yaşadığımız çağdaki bütün fitnelere rağmen hâlâ şu bir buçuk milyar Müslüman dünyasının en az bir milyarı doğru ibadet ediyor, doğru ezan okuyor, doğru kâmet yapıyor ve her zaman Allah Resûlü'ne (sallallahu aleyhi vesellem) biatlarını yeniliyor, O'na dua ediyor.

Kur'an-ı Kerim, Cenâb-ı Hakk'ın isimlerinden her ismin a'zam mertebesinden geliyor. Efendimiz de İsm-i A'zam'ın mazharıdır. Mutlaka kendi mâyesinde onun bulunması, donanımının ona göre olması lazım. Evrensel bir peygamber, âlemşümul bir peygamber.. Bu şu demektir: İnsanlık ağacına ait bütün hususiyetler çekirdek halinde O'nda vardır. Hangi peygamber olursa olsun, hangi manayı, hangi gerçeği, hangi hakikati, hangi ismin tecellisini temsil ederse etsin, bunların bir numunesi, şöyle böyle bir esintisi Efendimiz'de (sallallahu aleyhi vesellem) mutlaka vardır. Dolayısıyla; diğer peygamberlerin birinde bir isim a'zam derecede tecellî etmiştir, öbüründe öbür isim a'zam derecede tecellî etmiştir. Fakat Hz. Muhammed'de (sallallahu aleyhi vesellem) her ismin tecellîsi vardır ve O'na nâzil olan Kur'an, O'nun donanımına göre her ismin a'zam derecesinde tecellî etmiştir. Bununla beraber, diğer peygamberlerin O'nun yanında kıymetleri yokmuş gibi düşünülmesi şeklindeki haddinden fazla tenzîle Efendimiz'in (sallallahu aleyhi vesellem) kendisi de razı olmamıştır. Diğer peygamberler de, peygamber olmayanların asla ulaşamayacağı mertebededirler. Fakat onlar bazı hususlarla anılıyor olsalar bile mutlak fazilet Kâinatın İftihar Tablosu'na aittir. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) fazilet bakımından en öndedir.

Haftanın duası

Sen her şeyi yaratan yegâne Hâlıksın, benim sahibim ve yaratıcım da Sensin. Bütün mahlûkatını rahmetinin tecellileriyle payidar eylediğin gibi bana da merhamet buyur. Ey engin rahmet sahibi ve yegâne merhametli Rabb'im!.. Sen her şeyi ihata eden ilminle benim hata ve günahlarımı bilirsin; ne ki, aynı zamanda Sen rahmeti bütün varlığı kuşatan Rahman ü Rahîm'sin. Bağışla günahlarımı, affet hatalarımı, kabul buyur tevbemi ve yakarışlarımı...

Sözün özü

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) hakkında Cenâb-ı Hakk'a yapılan bir duadır. İnsanlığın İftihar Tablosu da, 'Yanında adım anıldığı hâlde bana salât u selâmda bulunmayanın burnu yerde sürtülsün.' ifadeleriyle bu konuda bizzat kendisi tahşidatta bulunmuştur. Salât u selâm getirirken, bir taraftan O'nu yâd etmek, beri taraftan da, büyükler gibi, her zaman değişik ifadelerle hislerimizi ifade etmek ve böylece O Zât'ı içimizde daima taze tutmak ise, O'na karşı bir vefa borcudur.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.