Dua dua eller karıncalanmalı

Hak dostları evrâd u ezkâra (Kur'an ve dua okumaya, Allah'ı anmaya) çok önem verirler.Her gün bir miktar Kur'an okuma ve değişik dualarla Allah'a niyazda bulunmanın O'nunla irtibatımız açısından çok önemli olduğunu söylerler. "Her fert kendi gücü nispetinde bir şeyler belirlemeli ve onu her gün okumalıdır." derler. Üstad Hazretleri'nin Mecmûatü'l-Ahzâb'ı onbeş günde bir hatmettiğini bir yakınından birkaç defa dinledim. O kitap üç cilttir; demek ki, ciltlerden her birini beş günde bir okuyor. Onca kitap yazma; te'lîf, tashîh, arkadaşlarıyla görüşme, yaşadığı ağır şartlar; hapishaneler, takipler, tevkîfler, tarassutlar, tehcîrler.. bütün bunlara rağmen evrâd u ezkârında hiç kusur etmiyor.

Bazıları "Duada mübâlağa etmemeli, aşırı gitmemeli?" falan derler. Zannediyorum aşırı gitme meselesini Ubâde b. Sâmit'in kendi oğluna yaptığı vasiyetteki ifadelerini yanlış anlayarak ortaya atıyorlar. O, dua ederken mesela; bazılarımızın "Allah'ım! Şöyle bir cennet, yamacında şöyle bir köşk, köşkün yanından akan pırıl pırıl bir çay..." dediği gibi teferruata ait şeyler zikrediyor; ayrıntılara dalıyor. Bu sebeple Hz. Ubâde, "Oğlum, ben Resûlullah'tan (sallallâhu aleyhi ve sellem) duada ifrattan sakındıran sözler duydum." diyor. O ifratı (aşırılığı) meselenin keyfiyetiyle alâkalı detaylarla uğraşma şeklinde anlıyor. Yoksa, Cenâb-ı Hak "Ey iman edenler, Allah'ı çok anın, çok yâd edin." (Ahzab, 33/41) derken, bir insan sabahtan akşama kadar durmadan "Sübhanallâhi ve bihamdihî sübhânallahi'lazîm" dese yine duanın hakkını eda etmiş olamaz. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu duanın sabah akşam yüzer defa söylenmesini tavsiye ediyor. Ümmü Seleme validemiz de taşları veya fasulye tanelerini yanına koyuyor ve onlarla sayarak her gün yüz defa söylüyor.

Dualar paylaşılarak okunmalı

Birbirini tanıyan, bilen insanlar değişik gruplar halinde dua okuyabilirler. Mesela, Büyük Cevşen'i birkaç kişi paylaşıp okuyabilir. Paylaşıldıktan sonra artık her insanın kendisine ayrılan bölümü okuması onun için gerekli olur. Yani "Allah'ı anma, zikretme hususunda ben her gün şu kadar bir şey yapacağım." diyen insan üzerine bir sorumluluk almış olur ve bu sorumluluğu yerine getirmesi artık zarurîdir. İsteyenler Büyük Cevşen dediğimiz hizbi baştan sona kadar kendi başlarına da okuyabilirler. Fakat, bir hey'et halinde okuyunca, herkesin defter-i a'mâline o okumanın bütününden hâsıl olan sevap yazılır. Hakikî şahs-ı manevî teşekkül edince herkes bütünün okuduğu kadar okumuş olur.

Bu hususta özellikle Mecmûatü'l-Ahzâb'ın çok istifadeli olacağını düşünüyorum, çünkü o kitap, oldukça geniş ve pek çok velinin dualarından değişik bölümler ihtiva ediyor. Duaya iştiyaklı müminler aralarında taksim ederler. Öyle bir metod geliştirirler ki, herkes farklı zamanlarda farklı yerleri okur. Meselâ, bir ay boyunca şu bölümü okuyan insan, ikinci ay diğer arkadaşının yerine geçer. O üçüncü arkadaşın, o da dördüncü arkadaşın yerine.. Böylece herkes Mecmuatü'l-Ahzâb'ın her yerini okumuş olur. Gördüğü duaların orijinal, yepyeni olması insanda ayrı bir heyecan uyarır. Mesela, Şâh-ı Geylânî'nin insanın gönlünde ürperti hasıl eden duasını bile otuz gün üst üste okuyan biri zamanla onu ilk gün okuduğu gibi duyamayabilir. Fakat bu duayı ikinci ay biraz bekletir, başka dualar okur, ona karşı içinde hasıl olan ülfeti giderir ve bir müddet sonra tekrar o bölüme dönerse yine ilk defa okuyormuş gibi duyup hissedebilir.

Duam dualarına karışsın Allah'ım!

Bazen şu husus kafama takılıyor: İşin esası bir kenara çekilip kimseye demeden dua okumaktır. Fakat burada "Ben de böyle bir kenarda dua okuyabilirim, kimseye ihtiyacım yok." gibi bir gizli bencillik var mıdır, bilemiyorum. Eğer varsa bu çok tehlikelidir. Bir başkası da "Ben kendim bir kenara çekilip dua okuyabilirim; ama arkadaşların dualarının arasında olursa benim dualarımın da kabule daha yakın olacağını umarım." düşüncesinde olabilir. Böyle bir yaklaşımla duanın hiç olmazsa bir parçası, yarısı veya çeyreğini arkadaşlarıyla beraber okur.

Bazen meselâ aynı camide namaz kılan insanlar birbirlerine "Gelin selef-i salihînden rivayet edilen şu duaları okuyalım. Meselâ, bir gece kalkalım, iki-üç saat sürse de 19 defa Fetih Sûresi'ni okuyalım." diyebilirler. Ama herkes içinden gelerek katılmalıdır böyle bir dua şirketine. Fırlamalı, kalkmalı yerinden.. bir hâcet namazı kılmalı, Büyük Cevşen'i, Evrâd-ı Kudsiye'yi, Sekîne'yi... okumalı.. arkadaşlarıyla beraber onbeş yirmi dakika okuyorsa, sonra da kimsenin görmeyeceği, aklına herhangi bir mülâhazanın gelmeyeceği bir yere gitmeli, bir yarım saat de orada okumalı.

Evet, yalnız başına okurken "Bak arkadaşlardan kaçtım, kendi kendime kimse görmeden yapıyorum, daha ihlaslıca oluyor." duygusuna kapılma veya "insanlar duysun, görsün" diye başkalarına sesini duyurma; ikisinde de şeytana kapı aralama olabilir. Üstad Hazretleri, sesli okuyup insanlara duyurmayı İmam-ı Gazali'ye dayandırarak istihsan ediyor: "Ben önceleri sesli okuyordum; ama işin içine riya girer mi diye de endişe ediyordum. Sonra gördüm ki, İmam-ı Gazali 'Başkalarını uyarma ve teşvik etmeye matûf olunca mahzursuzdur.' diyor." Fakat, bütün bunlarla birlikte kalbimiz Üstad'ın kalbi de değil. Cennetten içeriye gireceğimiz ana kadar bizim kalbimize her şey girebilir. Kırdaki, bayırdaki deliklerde yılan, çıyan arayacağına elindeki fenerini kalbine çevirmesi gereken bizlerin her hâlükârda çok dikkatli olması lazımdır.

  • Hak dostları evrâd u ezkâra çok önem verirler. Her gün bir miktar Kur'an okuma ve değişik dualarla Allah'a niyazda bulunmanın O'nunla irtibatımız açısından çok önemli olduğunu söylerler.
  • Cenâb-ı Hakk'ın bizlere olan nimetlerini düşününce, bir insan sabahtan akşama kadar durmadan "Sübhanallâhi ve bihamdihî sübhânallahi'lazîm" dese yine duanın hakkını eda etmiş olamaz.
  • Mecmûatü'l-Ahzâb gibi dua kitaplarını, duaya iştiyaklı müminler aralarında taksim ederek okumalıdır. Öyle bir metot geliştirilmeli ki, herkes farklı zamanlarda farklı yerleri okusun.

Salât ü selam getirmek

Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) mübarek nâm-ı celîli anılınca salavat getirmeyi bazıları vacip kabul ederler.

Salavâtı ömürde bir kere söylemenin mutlak vacip olduğunda ihtilaf yoktur, fakat bazıları Efendimiz'in adı her anıldığında "sallallâhu aleyhi ve sellem" demeyi vacip sayarlar. Bundan dolayı da "tahiyyât"tan sonra "Allahümme salli-Allahümme bârik" okumaya da "vacip" derler. Çünkü tahiyyâtta "Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abdühu ve rasûluh" ifadesi vardır. Orada Efendimiz'in nâm-ı celîli geçtiğine göre arkadan salât u selam okunmalıdır. Fahr-i Kainat Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) varlığı, varlığımızın gayesini öğrenmemize vesile olmuştur. O, varlığın çehresini aydınlatan bir nur kaynağı, kainatın ille-i gayesidir. Kainat fabrikasının temel ürünü, en kıymetli meyvesi Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem'dir. O'nun varlığı, bir yönüyle kainatın mebdeidir; taayyün-ü evvel bir çekirdek gibi O'nunla başlamıştır. Sonra bi'setiyle, vazife ve misyonuyla O, kainat ağacının meyvesi olarak da sonda gelmiştir. İsterseniz Nizamî gibi konuşarak şöyle diyelim; kainat şiiri O'nun adına bestelenmiştir. Hükmü bir kafiye gibi o şiirin sonunda gelmiştir. Öyleyse her şey O'na bağlanmaktadır. Bu zaviyeden bakınca Efendimiz'e çok şey borçluyuz. Bundan dolayı, O'nun adı anıldığı her zaman salavât getirmeyi vacip sayanlar olmuştur. Fakat hiç kimse Cenab-ı Hakk'ın nâm-ı celîli anılınca, "Allah" denilince her defasında "celle celâlühû" gibi bir ta'zim ifadesi söylemeye "vacip" dememiştir. Neden? Çünkü, Allah Teâlâ'nın nimetlerinin altından kalkılamaz. O'nun her an üzerimize yağdırdığı nimetlerine o nimetler enginliğinde şükürle mukabele edilemez. Mesela, bir düşünce silsilesi far zedelim, altmış dakikalık bir saati düşünelim. Bunu evvela dakikalara ayıralım. Sonra saniyelere, sonra saliselere... sonra da âşirelere ayıralım. Âşirelerin içinde de Cenab-ı Hakk'ın lütuflarına, nimetlerine mazharız. Eğer hiç durmadan O'nun üzerimizdeki varlık, hayat, latife-i Rabbâniye, his, şuur, irade... gibi nimetlerini düşünsek ve bunların hepsine mukabelede bulunmak istesek; hiç durmadan, "elhamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillah.." desek yine de yetiştiremeyiz. Çünkü bu "elhamdülillah"ı biz âşirenin içine sokamayız. Oysaki biz o âşire içinde de varız. Ne ile varız? Allah'ın bizi perverde ettiği nimetleriyle; O'nun bizi insanca donatması ve imana hazırlamasıyla, şuurumuzu açmasıyla varız.

Haftanın duası

Ey yokluğu varlığıyla süsleyen âlemlerin Rabbi Allah'ımız!Sana nihayetsiz hamd ve şükür; habibin ve son elçin Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e, aile fertlerine ve yol arkadaşlarına da varlığın zerreleri sayısınca salât ü selam ediyoruz. Ey kudreti sonsuz olduğu gibi rahmeti de sonsuz olan biricik Rabb'imiz! Biz âciz bendelerini, ihsanda bulunduğun lütufları geri almak suretiyle ikaba maruz bırakma.. bizi de o nimetlere karşı kör ve nankör durumuna düşmekten sıyanet buyur. Amin...

Sözün özü

Ben bütün hesapları bir kenara bırakarak, başkalarının arkalarından koştuğu şeyleri ayağının ucuyla bir kenara itecek, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun beyanı içinde dininden, diyanetinden dolayı kendilerine deli denilecek 5-10 insan istiyorum.Kendini hiç düşünmeyen, makam, mansıp, şan, şeref, şöhret, para, evlâdüıyal demeyen 5-10 insan. N'olur Allah'ım! Senin hazinelerin geniştir. İsteyene istediğini ver; bana da bu ölçüde 5-10 insan. N'olur Allah'ım..

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.