Mü'min ciddiyet insanıdır

İnsan, kendi özünü, özündeki derinlikleri, varlığın hedef ve gayelerini ancak imanı sayesinde sezip kavrayabilir. Nereye ve neye yönlendirildiğini, vazife ve sorumluluklarını bilen bir mü'min, büyük bir ciddiyet içinde ve mesuliyet şuuruyla tevcih edildiği hedefe doğru yürür. İmanda kemal ufkuna uyanamamış ve mahiyetindeki acz u fakr duygusu uyarılamamış bir insan ise, önce bencilliğine yenik düşer, kibre girer; daha sonra çalım, caka ve başkalarını hafife alma türünden komplekslere kapılır; en sonunda da, şahsî hazlarından gayrı bir şey düşünemeyen bir gurur abidesi ve çeşit çeşit illetlerle malul bir özürlü halini alır.

Bu açıdan, bir kimseyi bazı kusurlu ya da eksik yanlarından dolayı küçümseyerek onunla alay etme, onun herhangi bir zayıf noktasını dile dolayarak eğlenme ve her şeyi hoşça vakit geçirmek için bir sebep gibi değerlendirerek hürmetsiz, dikkatsiz ve laubali davranma gibi kötü huylar da iman zaafından kaynaklanmaktadır. Her şeye gülmek, sürekli alay etmek ve laubali davranmak bizim ahlak anlayışımızda yoktur; bu tür illetler bize Batı'dan geçmiştir. Ciddiyetsiz davranma, hep kahkaha atma ve her fırsatta eğlenme Batı ahlakına ait argümanlardır. Maalesef, o toplumlarla münasebete geçtikten sonra onlardaki illetler birer birer bizim insanımıza da sirayet etmeye başlamıştır. Mesela, birkaç leblebiyi yuvarlasanız, onlardan biri diğerine değse, bir de bakarsınız ki bir kahkaha kopuvermiş. Aslında, gülmenin de bir mantığı olması lazım. Peki, leblebinin leblebiye değmesi güldürecek bir hadise midir? Tabii ki değil. Fakat, bu toplum içerisinde, öyle basit bir şey karşısında gülüp eğlenenleri görmek her zaman mümkündür. Biri çay doldururken, bir damla çay bardağın dışına dökülmüş olabilir. Bir damla çayın dökülmesinden dolayı hemen kahkahayı basmanın âlemi yoktur. Heyhat ki, işte bu kadar basit hadiselerle eğlenen garip insanlar çoktur bugünün dünyasında. Evet, bu laubaliliğin arkasında, ona esas teşkil edebilecek bir mantık söz konusu değildir; insanî bir düşünce tarzı yoktur o türlü davranışlarda. Fakat, neylersiniz ki, hiç olmayacak şeylere bile gülme ve laubalilik, Batı kültürünün temelindeki gaflet duygusundan kaynaklanmakta ve sârî bir hastalık gibi bizim insanımıza da bulaşmaktadır.

O kültürün insanları, içlerindeki ızdırabı duymamak ve kalblerindeki derin boşluğu muvakkaten de olsa doldurmak ya da unutmak için kendilerini uyutmak zorundadırlar. Dolayısıyla da, bazen alkol ve uyuşturucunun ağında, kimi zaman kumar ve eğlencenin peşinde, bir başka zaman da spor adına yapsalar bile spor sayılması mümkün olmayan gereksiz meşguliyetlerin arkasında ömür tüketir; böylece hayatı duymamaya ve içlerindeki ızdırabı bastırmaya çalışırlar. Ne zaman vicdanlarının sesini yeniden işitmeye başlasalar, bir kere daha kendilerini oyuna ve eğlenceye verir, her meseleyi bir laubalilik sebebi gibi algılar ve bir müddet daha oyalanırlar.

Gençlik ve güzel ahlak

Aslında, mehâsin-i ahlakın (ahlak ve huy güzelliğinin) arkasında güçlü bir iman bulunduğu gibi, mesâvî-i ahlakın (kötü huyların ve ahlaksızlığın) temelinde de imandaki eksiklik vardır. Dolayısıyla, insan iman esaslarına iyi inanır ve inancının gereğine göre amel ederse, bir yandan güzel ahlaka ulaşmış, diğer taraftan da çirkin huylardan uzak kalmış olacaktır.

Güzel ahlaklı nesiller yetiştirmek ve gençleri mesâvi-i ahlaktan uzak tutmak için önce dinimizin başkalarını hafife alma, çirkin lakaplar takma, insanlarla alay etme, her fırsatta gülüp durma ve sürekli laubali davranma gibi kötü huylara bakışı iyi bilinmeli, hayata hayat kılınmalı ve sonra da bunlar diğer insanlara usulünce anlatılmalıdır. El, dil ve gönülle müdahale şeklindeki emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker şartlara göre ve üslubuna uygun olarak yerine getirilmelidir. Özellikle gençlerimizi, lâkaydîlikten ve yılışıklıktan kurtarıp nefisperestlik ve şahsî haz düşüncesinden uzaklaştırarak birer gaye insanı haline getirmek ve onlardaki gülme ve eğlenme isteğini biraz olsun çile ve ızdırap duygusuyla dengelemek için onlara her şeyden önce öz değerlerimiz ve kendi kültürümüzün esasları öğretilmelidir.

Vay haline!...

Evet, İslam, bazılarını güldürmek veya eğlendirmek kastıyla söylense de diğer insanları rencide eden bütün söz ve hareketleri kul hakkını çiğnemek olarak kabul etmiştir. Söz, tavır, davranış, işaret ya da yazı ile insanların kusur ve noksanlarını dile dolayıp onları küçük düşürmeyi haram kılmıştır. Başkalarının onur ve haysiyetine dokunan her türlü alay, gıybet, yalan ve iftira gibi sözleri men ettiği gibi, muhatabı tahkir etmek maksadıyla yapılan fiilî ve sözlü şakaları da yasaklamıştır. Kur'an-ı Kerim, peygamberlerle, iman esaslarıyla ve mü'minlerle alay eden kimselerden de bahsetmiş; onların münafık olduklarını bildirmiş, kötü akıbetlerini nazara vermiş ve inançla alay edilemeyeceğini vurgulamıştır. Ayrıca, mal-mülk sahibi olmayı her şey sayarak, imkânlarının bolluğundan dolayı gurura ve kibre kapılan, sonra da kendini iyice büyük görmeye başlayarak diğer insanlara tepeden bakıp onları alaya alan kimseleri ve onları bekleyen ateşin dehşetini tasvir etmiştir: "Vay haline her hümeze ve lümeze'nin" (Hümeze, 104/1) buyurmuştur; yani, insanları arkadan çekiştiren, başkalarını tahkir etmeyi âdet haline getiren, kiminin gıybetini ederek kimini de yüzüne karşı aşağılayarak insanları küçük düşüren ve kaş göz hareketleri yaparak onlarla eğlenenleri kınamış; "Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen kimselerin vay haline!" dedikten sonra onların dûçar olacağı cehennem azabını anlatmıştır.

  • Hiç olmayacak şeylere bile gülme ve laubalilik, Batı kültürünün temelindeki gaflet duygusundan kaynaklanmakta ve bulaşıcı bir hastalık gibi bizim insanımıza da bulaşmaktadır.
  • İnsan, iman esaslarına iyi inanır ve inancının gereğine göre amel edebilirse, bir yandan güzel ahlaka ulaşmış, diğer taraftan da çirkin huylardan uzak kalmış olacaktır.
  • İslam, bazılarını güldürmek veya eğlendirmek kastıyla söylense de diğer insanları rencide eden bütün söz ve hareketleri kul hakkını çiğnemek olarak kabul etmiştir.

Meclislerimizde O beklenmeli!..

Meclislerinizi hep sohbet-i Canan meclisi haline getirmelisiniz. Sizi Allah'a yaklaştırmayan, Peygamber Efendimiz'le (sallallahu aleyhi ve sellem) münasebetinizi tetiklemeyen ve O'nu yeniden bütün canlılığıyla içinizdeymiş gibi duymanıza vesile olmayan konulardan yılandan, çıyandan kaçıyor gibi uzak durmalısınız.

İman ve Kur'an hizmetine bir yararı var mı konuştuklarınızın? Sözlerinize mevzu yaptığınız husus, dini anlatmanız adına bir fayda vaad ediyor mu? Bir yerde yeni bir hayır müessesesi oluşturmamız için fikir veriyor mu? Bir ocak daha tüttürme heyecanınızı artırıyor mu? Şayet, bu sorular karşısında cevabınız "evet" ise, her cümlenizde bin bereket var ve Allah'ın rahmeti sizinle beraber demektir. Fakat, öyle değilse, size asıl gayenizi hatırlatmayan duygu, düşünce ve sözlerden fersah fersah uzaklaşmalısınız.. ve bunu bir disiplin haline getirmelisiniz. Özellikle de arkadaşlarınız arasında sözü-sazı dinlenen biriyseniz, malayani şeylerin yapılmasına ve konuşulmasına karşı ciddi tavır koymalısınız. Mesela, bulunduğunuz mecliste birisi "Falan arkadaşın aklı bu meselelere fazla ermiyor." dese, eğer aklınız başınızdaysa, ya orayı terk etmeli ya da üslubunca o gıybeti sona erdirmelisiniz. Çünkü, bir mü'minin ayıplandığı bir mecliste artık Allah'ın teveccühü yoktur.

Bu açıdan, bizim atmosferimizde insanları ayıplamanın, en basit şeyleri alay mevzuu yapmanın, ehl-i gaflet gibi laubaliliğe girmenin ve ehl-i dünyayı hatırlatırcasına gülüp eğlenmenin yeri yoktur. Bir araya gelişimizi hep ciddi ruznamelere bağlamamız bizim şiarımız olmalıdır. Evet, mütemadi birer disiplin insanı olarak yaşamalıyız; gelip gitmelerimiz, oturup kalkmalarımız, sohbet mevzularımız, meselelere yaklaşımımız, üslûbumuz ve ses tonumuz itibarıyla bir endâzeden çıkmış gibi imrendirici davranmalıyız. Müzakerelerimizi mutlaka sohbet-i Canan'a bağlamalı, konuşacağımız meseleleri önceden belirlemeli, okuyacağımız metinleri seçmeli, beraber çözeceğimiz problemleri tayin etmeli ve bir araya geldiğimizde mutlaka hayırlı bir iş için gelmeliyiz.. ve oradan ayrılırken de bir müşkili çözmüş olarak ya da yeni bir projeyi tamamlayarak ayrılmalıyız. Cenab-ı Hakk'ın o güne kadar yaptırdıklarını şükür hisleriyle dopdolu olarak yâd etmeli; onları ancak tahdis-i nimet çerçevesinde anmalı; anarken de asla meseleyi kendi başarılarımıza bağlamamalı ve böylece Allah'ın o ana kadar yaptırdığı şeylerle daha sonraki lütuflarına davetiye çıkararak daha başka neler yapabileceğimizi planlamalıyız.

Haftanın duası

Kerem ve cömertliğine hudut olmayan Yüce Allah'ımız! Sen'den, kullarının kalblerini bizim Sana iman ve teslimiyetten nebeân eden duygu ve düşüncemize yönlendirmeni.. biz zayıf ve muhtaç kullarını muhafaza ve himayen altına almanı.. Hayy ve Muhyî ism-i celîllerinden gelen nurlarla ölmeye yüz tutmuş gönüllerimize hayat üflemeni.. nezd-i ulûhiyetinden ekstra bir armağan olarak göndereceğin ilm-i ledün ile bilip duyma, duyup tanıma ve marifet ufkumuzu genişletmeni diliyoruz.

Sözün özü

Allah (celle celâluhu), bütün cazibedar güzellikleriyle dünyayı bize vermiş ve onunla bizi imtihan etmektedir. Bize düşen, onun iyi yanlarını almak ve atılması gereken yanlarını atmaktır. Cenâb-ı Hakk'ın isimlerinin bir meşhergâhı olması yönüyle dünya güzeldir. Diğer bir yönüyle ahiretin mezrasıdır. İnsan, ötelerde bir şeyler biçmek istiyorsa, bu tarlaya bol bol tohum ekmeli ve bakımını çok iyi yapmalıdır. Bir diğer yönüyle de dünya, şeytanî ve nefsî hislerin tatmin yeridir ve terki gerekir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.