Sıra sana da gelecek

İmanı kuvvetlendiren, güzel ahlâka teşvik eden, kalbde Allah sevgisini ve rikkati artıran, gönlü yumuşatan ve gözün yaşarmasına vesile olan, öldükten sonra dirilme, insanın Cenâb-ı Hak'la münasebeti ve zühd mülahazasıyla ilgili konulara "rekâik" denir.

Selef-i salihîn efendilerimiz rekâikle meşgul olmayı hayatlarının bir parçası haline getirmiş; Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem), Ashâb-ı kirâmın ve Tâbiîn'in ibâdet, zühd, tevekkül, tevazu ve kanâate dâir söz ve tavsiyelerine yer vermişlerdir. İnsanın ölüm meleğiyle karşılaştığı andaki durumu, can verme sırasındaki hali, defnedilmesi, kabir azabı, berzah hayatı, mahşer, hesap, mizan, sırat, Cennet ve Cehennem gibi safhalar üzerinde uzun uzun durmuşlardır. Bununla beraber, rekâik arasında en fazla râbıta-i mevt konusuna değinmiş ve ahiret için azık edinmenin lüzumuna dikkat çekmişlerdir.

Terk et dünyanın süsünü!

Râbıta; iki şey arasındaki bağ, bağlılık, irtibat, alâka ve münâsebet manalarına gelmektedir. Mevt ise ölüm demektir. Öyleyse, "râbıta-i mevt" tabiri, ölümü sürekli hatırda tutmayı, bir ayağı öbür âleme atmışçasına ötelerle irtibat halinde bulunmayı, bu dünyanın bir misafirhane olduğunu düşünerek ebedî saadeti kazanma gayretiyle yaşamayı ve tûl-i emelden kurtularak büyük bir alâka ile ahiretin yamaçlarına yönelmeyi ifade etmektedir.

Kur'an-ı Kerim hemen her münasebetle ölümü ve ölüm ötesini hatırlatmakta; "Her nefis ölümü tadıcıdır." (Âl-i İmrân, 3/185); "Senden önce hiçbir insana dünyada ebedî hayat nasip etmedik. Sanki sen ölsen, onlar ebedî mi kalacaklar! Hayır, her nefis bilerek veya bilmeyerek ölümü tadıp-durmaktadır. Biz, sizi bazen şerle, bazen de hayırla imtihan ederiz. Sonunda Bizim huzurumuza getirilirsiniz." (Enbiyâ, 21/34); "Yeryüzünde bulunan her varlık fânîdir." (Rahmân, 55/26) "Hiç şüphe yok ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra da büyük duruşmanın olacağı kıyamet gününde Rabb'inizin huzurunda birbirinizle dâvalaşacaksınız." (Zümer Sûresi, 39/30) gibi ayet-i kerimelerle dünyanın geçiciliğini, büyük bir mahkemenin insanları beklediğini ve ahiret hayatının ebedî oluşunu vurgulamaktadır.

Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) da "Ölümü ve öldükten sonra kemiklerin ve cesedin çürümesini hatırlayın. Ahiret hayatını isteyen, dünya hayatının süsünü terk eder." buyurmuş; "Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok anın." diyerek râbıta-i mevt tavsiyesinde bulunmuştur.

Hak dostları, Cenâb-ı Hakk'a vasıl olmak ve dünyanın mânevî tehlikelerinden kurtularak ebedî saadeti temin etmek için, bir taraftan çilelerle ve riyazetlerle nefs-i emmârenin öldürülmesine çalışmışlar; diğer taraftan da, bu dünyada fâni birer misafir olduklarını düşünerek ahiret azığı edinmeye gayret göstermişlerdir. Her zaman insanlara ölüm hakikatini hatırlatmış ve sürekli râbıta-i mevt dersi vermişlerdir.

Nice gül yüzlü sultan yatar burada

Diğer taraftan, kabristanı ziyaret etmek ve oraya bir ibret mahalli olarak bakmak râbıta-i mevt düşüncesi açısından bizim için faydalı olabilir. Ne var ki, günümüzde hayat tutkusu ve günlük meşgaleler insanları öylesine kuşatmıştır ki, mezarlardan ibret alan kimselere rastlamak pek zordur. Şahsen, kabristana çok gittim, sayısını bilemeyeceğim kadar cenaze teşyiine iştirak ettim; fakat maalesef, kabirde sergüzeşt-i hayatını düşünerek, yarınki hesaplarıyla hayatının seyri arasında bir irtibat kurarak, bugünden yarına bakarak, orada bayılasıya ağlayan bir insan gördüğümü hatırlamıyorum. Bundan dolayı, hayatın kadr u kıymetinin bilinmesi, bu dünyanın ölümlü olduğunun vicdanda duyulması ve insanların kabre doğru yol aldıklarının daha açık görülmesi açısından hastanelerin daha tesirli olduğunu düşünüyorum. Kanaatimce, herkes zaman zaman bir hastaneye gitmeli, hasta ziyaretinde bulunmalı, imkânı varsa onlara yardım etmeli; bu arada elinde idrar torbasıyla dolaşanların ya da arada bir dolaşma imkanı da bulamayarak hep bir makineye bağlı kalan insanların haline ibret nazarıyla bakmalı; inleyen insanları dinlemeli, onların inlemelerinde ve ahiret endişelerinde ölümü duymaya çalışmalı.. ve bu sayede kendi içinde de o râbıta-i mevt mülahazasını geliştirmeli.

Evet, râbıta-i mevt mevzuu Rekâikte birinci fasıldır; fakat onun ötesi de vardır. Ölümle beraber hatırlanan ve onunla beraber inanılması gerekli olan esaslar mevcuttur. Bediüzzaman Hazretleri'nin ifadesiyle, ehl-i iman için ölüm, rahmet kapısıdır, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir; öteki âleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbap ve akrabaya kavuşmak için bir vesile ve ebedî saadete girmeye bir vasıtadır. O, ehl-i dalâlet için ise zulümat-ı ebediye kuyusudur. Bundan dolayı, ölüm ve ötesi bütün enginliğiyle anlatılmalı, ölümden sonra başlayan hayatın ebedi saadete dönüşmesi için -fırsat varken- her mesele getirilip ölüme dayandırılmalı ve insanlar ona hazırlıklı hale getirilmeli; hatta ahiret semereleri nazara verilerek herkesin gönlünde ötelere karşı bir iştiyak ve vuslat arzusu hâsıl edilmeli. Sohbetler hep bu türlü mülahazalar etrafında cereyan etmeli ve herkes "Ölümlüyüz; biz de öleceğiz; bu akşam son akşamımız, bu gece son gecemiz olabilir." mülahazalarıyla nefes alıp vermeli.

  • Selef-i salihîn, rekâikle meşgul olmayı hayatlarının bir parçası haline getirmiş; büyüklerin, ibâdet, zühd, tevekkül, tevazu ve kanaate dair söz ve tavsiyelerine yer vermişlerdir.
  • "Râbıta-i mevt" tabiri, ölümü sürekli hatırda tutmayı, bir ayağını öbür âleme atmışçasına ötelerle irtibat halinde bulunmayı ve ahiretin yamaçlarına yönelmeyi ifade eder.
  • Ehl-i iman için ölüm, rahmet kapısıdır, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir; ahiretteki ahbap ve akrabaya kavuşmaya vesiledir. Ehl-i dalâlet için ise zulümat-ı ebediye kuyusudur.

Bediüzzaman'a göre râbıta-i mevt

Bediüzzaman Hazretleri, ihlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebinin, râbıta-i mevt olduğunu belirtmiş; onu "ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmak" şeklinde tarif etmiş; riyâdan nefret ettiren ve ihlâsı kazandıran râbıta-ı mevt vesilesiyle Eski Said'in Yeni Said'e inkılap ettiğini söyleyerek başta Haşir Risalesi ve İhtiyarlar Risalesi olmak üzere eserlerinde o râbıtayı ve ölümün ehl-i iman hakkındaki nuranî, hayattar ve güzel hakikatini nazara vermiştir. Ayrıca, "Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelimeyle dört kelâm öğrendim." diyerek başladığı Katre Risalesi'nde şerh ettiği kelamlardan biri de "El-mevtü Hakkun-Ölüm haktır" gerçeği olmuştur.

Râbıta-ı mevti kendine yoldaş ettiğini söyleyen Bediüzzaman Hazretleri, onu kısmen de olsa bir kısım sofilerden faklı anlamış ve farklı uygulamıştır. Ona göre, bu râbıta, farazî ve hayalî bir surette, âkıbeti düşünerek geleceği şimdiki zamana taşıma şeklinde yapılmamalı; belki ölüm hakikati iyi kavranarak içinde bulunulan andan fikren gelecek zamana yürümek suretinde olmalıdır. Çünkü sofilerin uygulamasında, "Gelecekte vukuu muhakkak olan hadiselere olmuş gibi bakılır." esprisi vardır. Dolayısıyla, onlar bir gün mutlaka öleceklerini düşünüp ilerideki o ölümü olmadan önce olmuş gibi tahayyül ederek şu ana taşımaktadırlar. Ne var ki, insan bir gün öleceğine inansa bile, nefis o ölüm gününü kendisine çok uzak görebilir. İnsan, hayalen geleceği şimdiki zamana taşıyıp kendi ölümünü düşünse de, nefis daha ilk fırsatta "Kim bilir daha kaç sene yaşayacağım?" diyerek gaflete düşebilir. Hastalar Risalesi'nde de dendiği gibi, gençlik ve sıhhat gaflet verir, dünyayı hoş gösterir ve âhireti unutturur.

Bediüzzaman Hazretleri'nin râbıta-i mevt anlayışında, "hakikat noktasında şimdiki zamandan, gelecek zamana fikren gitmek" esastır. Ona göre insan, hayale ve farazî düşüncelere hiç lüzum kalmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. O nazarla kendi şahsının ölümünü gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse dünyanın ölümünü de müşahede eder. "Her nefis ölümü tadıcıdır." (Âl-i İmrân, 3/185) mealindeki ayet münasebetiyle bu hakikate değinen Hazreti Bediüzzaman, "Nev-i insanî bir nefistir, dirilmek üzere ölecek. Küre-i Arz dahi bir nefistir, bâki bir surete girmek için o da ölecek. Dünya (hayatı) dahi bir nefistir, âhiret suretine girmek için o da ölecek!" der.

Haftanın duası

Ya Rab! Vicdanlarımızı kusursuz, pâk ve her hususta noksansız bulunduğun mülahazasına bağlanmış ve Zat-ı zülcelaline isnad edilmesinden hoşnut olmayacağın sıfatlardan azade kalmış bir takdis düşüncesiyle mamur kıl.. ve iyilik mülahazasına kilitlenmiş mukarreb kullarına ihsanda bulunduğun gibi bize de topyekûn günah, hata, masiyet, batıl mülahaza ve hiçbir sağlam esasa dayanmayan kuruntulardan kurtulma yolları ihsan et!...

Sözün özü

Herkes, kendi davranışları, kendi sözleri, kendi tavırları ile kendi karakterini sergiler. Bu açıdan biz, dost-düşman herkese kendimiz gibi davranmak zorundayız. Meselâ çoğu zaman ben, bize küfreden insanlara bile, 'bey', 'efendi' tabirlerini kullanarak hitap etmişimdir. Bu, bizim üslûbumuzdur. Bizler üslûbumuzdan taviz vererek, bulunduğumuz konumdan aşağıya inemeyiz. Unutmayalım ki 'gelen konar, göçen gider' fakat biz üslûp ve duygularımızla kalır ve müessiriyetimizi de devam ettiririz.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.