Kargaşa dönemleri ve safvetin korunması
Yeryüzünde inanan insanlar inançlarına uygun hareket etse bütün dünyaya yeniden yön verebilirler. Evet, ben, inanan her insanın inancın gereklerini yerine getirmesi ve inancı ölçüsünde bir duruşta bulunması durumunda dünyada çok şeylerin değişeceğine inanıyorum. Eğer şu anda bu değişiklik olmuyorsa, bunun sebebi iman alanında yaşanan boşluktur, saffetin kaybedilmesidir. Saffetin kaybedilmesinde en önemli unsur ise iç ihtilaftır. Bu açıdan günümüzde iç ihtilaf ve buna sebebiyet verebilecek dış kaynaklı plan ve programlara karşı uyanık olmak zorundayız.
İslam tarihine bu gözle baktığımızda Hazreti Ebu Bekir dönemindeki irtidat hadiselerinin, Hazreti Ömer döneminde tohumu ekilen kargaşaların, Hazreti Osman ve Hazreti Ali’nin şehadetiyle son bulan karışıklıkların hepsinin planlı şeyler olduğunu görürüz. Evet, o dönemin insanlarının beşeri hissiyatları akıllarının, daha doğrusu Kur’anî aklın, Kur’anî mantığın çok önündedir. Özellikle Hariciler “Başka inanç ve düşünceler ya bizim dediğimiz gibi olur ya da olmaya hakları yoktur, yıkılmaya, yok edilmeye mahkûmdur.” zihniyetine sahiptir. İşte bu zihniyetin itikadî ve siyasî etkisi bazı alanlarda günümüze kadar devam eden birçok karışıklığın sebebi olmuştur.
Bence biz tarihi hadiseleri kendi tarihsellikleri içinde bırakıp kendimize dönelim, kendi dönemimiz içinde üzerimize düşeni yapalım. Nedir üzerimize düşen şeyler: en genel manada rehavete düşmeme, zevk u sefaya dalmama, yaşatma zevkiyle yaşamadan vazgeçme. Mesela en basitinden alışkanlıklarımızı bir gözden geçiriversek. Alışkanlıklar insanı esir alır ve hayatî zarureti olmayan şeylere hayatî ve zaruri damgasını vurdurur. İnsan genelde alışkanlık sebebiyle gayri zaruri şeylere önce zaruret damgası vurur, ardından onun esiri olur. Gördüğüm kadarıyla alışkanlıklar ciddi enerji kaybına yol açıyor, asli vazife dediğimiz hususlarda gevşeklikler devreye giriyor. Onun için insan alışkanlıklarını gözden geçirmeli, Kur’an ve Sünnet çizgisinde onları yeni baştan düzenlemelidir.
- İnanan her insanın inancının gereklerini yerine getirmesi durumunda dünyada çok şeyler değişecektir.
- Tarihi hadiseleri kendi tarihsellikleri içinde bırakıp kendi dönemimiz içinde üzerimize düşeni yapmalıyız.
- İnsan, alışkanlıklarını gözden geçirmeli, Kur’an ve Sünnet çizgisinde onları yeni baştan düzenlemelidir.
Bizim yaşamaktaki gayemiz başkaları için yaşama olmalıdır, zira yaşamanın manası aslında budur. Evet, bu düşünce ve inanca sahip insan kendini, yuvasını, makamı-mansıbı tâli derecede düşünür. Böyle inanan ve hayatını buna göre dizayn edenin önünü ise kimse alamaz. “Yürü, top senin çevkan senin!” derler ona. Laboratuvarda ise, her şey mahz-ı marifet olur akar o insanın kafasına. Ticaret erbabı ise sular seller gibi dökülür bütün imkânlar önüne.
Aksi halde, insan kendi ruhundan uzaklaşır, içte kadavralaşmaya girer. Tahakküm etmeye başlar etrafına. Her şeyi bir istibdat, bir dayatma vesilesi olarak kullanır. Aklî ve mantıkî temeli olmayan maceralara girer ve etrafındakileri de sürükler o maceraya. Belki gün gelir azgın bir güce kavuşur; kavuşur ama gün gelir o azgın güç onu da yer bitirir.
Tecdid Şart
Üstad “Eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal!” buyurmuş. Evet, eski döneme ait şeyleri aynıyla ihya etmek mümkün değil. Onun için Üstad’ın dediği gibi bir yenilenme, bir tecdid şart. Nitekim bunu sadece O dile getirmemiş. M. Akif’ten, Sezai Bey’e kadar pek çokları ömür boyu hep diriliş deyip durmuşlar. Fakat kime nasip kime kısmet.
Evet, sistemi geriye işletip tashih edemezsiniz. Yenilenme yapacaksınız ama başlangıçta sıkı durmanız lazım. Meselenin rahat ve rehavet düşkünlüğüne hiç tahammülü yok. Bakın tarihe, kocaman Devlet-i Aliye’yi tenperverlik yıkmıştır, rahat tutkusu, çalım-çaka yıkmıştır. Belli bir devreden sonra orduların önünde kimse yoktur, büyük komutanlar cephede yoktur. Sanki onlar ölse gitse dünya yıkılacak. Kadavralaşma dönemimize ait utandıran fotoğraflar bunlar. Hâlbuki Alparslan’dan Selahattin’e, Murad Hüdâvendigâr’dan Yavuz’a kadar herkes cephededir, askerlerinin önünde, ölüm kuşağında düşmanla karşı karşıyadır.
Bence kadavralaşmamak için işi sıkı tutmak, beslenme kaynaklarını şuurluca okumak, beyin fırtınası yapmak, müzakere etmek şart. Meşru olsa da gereksiz alışkanlıkları azletmek, kapıdan kovmak ayrı bir şart. Bir ölçüde kendi hayatını daraltmak demektir bu, ama yaşatmak için başka çare yok. Öncekiler de hep böyle davranmış. Kitaplarımızda da böyle okuyoruz: Mesela, Sav köyünde bin kalem eserleri yazıyor, teksir ediyordu. Elleri saban, pulluk, yaba, orak tutan bu insanlar boş zamanlarında ellerine kâğıt-kalem alıyor, önlerine koydukları şablona bakıp bakıp yazıyorlar. Ne acayip bir azim, bir kararlılık, bir heyecan, bir aşk bu. Katışıksız, dupduru bir saffet bu. Sahabe ile karşılaştırılınca belki yarı saffet dönemi. Yarı saffet ama anilmerkez hareketin hızının kesilmediği, Bediüzzüman’ın suya attığı taşın halkalarının dalga dalga yayıldığı dönem. Zor şartların yaşandığı bir dönem.. evlerin kapılarının önünde sürekli polislerin gezdiği, bu yetmiyormuş gibi karşı caddelerden evlerin kiralanıp ajanların yerleştirildiği, haftada bir baskınlarla herkesin derdest edilip götürüldüğü bir dönem.
Hâsılı; Allah bize liyakat ihsan eylesin. İç kargaşalardan korusun. Alışkanlıklarına esir olanlar gibi değil de saffet dönemi insanları gibi bir hayat yaşamayı nasip eylesin.
Sahabe Şuuru
Osman Gazi Hazretleri ruhunu çadırda teslim etmişti. Vefatı sırasında Söğüt’e yerleşeli kırk seneden fazla olmuştu; ama onun hâlâ evi yoktu. Bilecik’te oğlu Orhan Gazi’nin emri altında Bursa’yı fethe uğraşırken uzaktan Bursa’nın ışıklarını görüyor ve “Beni oraya defnedin.” diyordu. Etraftaki tekfurlardan elde ettiği mal mülkle tâ o zaman Topkapı Sarayı’nı kurabilirdi; ama o çadırında vefat ediyordu. Zira o derin bir saffet, samimiyet ve adanmışlık ruhunun adamıydı. Bu fotoğrafı alır, sahabenin yanına koyarsanız aradaki farkı çok seçemez, tefrik edemezsiniz. Osman Gazi Hazretleri’ni Hz. Halid’le yan yana getirseniz (sahabenin mutlak fazileti mahfuz) seçmekte zorlanırsınız; “Acaba bu mu, yoksa öbürü mü Halid dersiniz?” Bildiğiniz gibi; Hz. Halid vefat ederken geride hiçbir şey bırakmamıştı. Sa’d b. Zeyd diyor ki: “Hz. Halid, herkesin övdüğü bir kumandan olarak yaşadı, İslâm’ın bir yitiği olarak gitti.. gitti ve geride sadece atını ve kılıcını bıraktı.”
Hz. Halid, iki imparatorluğu yerle bir etmişti; ama kendisine ait hiç mal-mülk edinmemişti. Bu, mal-mülk olmamalı demek değildir.. gönlünü dünyaya kaptırmama, mala mülke, makama mansıba bağlanmama.. bağlanılması lazım gelene bağlanma demektir. İnsanın ancak tek bir yere bağlanmaya gücü yeter. Âdemoğlu, iki şeye aynı ölçüde, aynı kuvvette gönül veremez.
İşte onlar, İ’layı kelimetullahtan başka hiçbir şey düşünmüyorlardı. İstiyorlardı ki; herkes Allah’ı (cc) tanısın. İnsanlar, Hz. Muhammed’le (sas) tanışsın. Gece gündüz “Bu kocaman dünyaya nasıl Müslümanlığı anlatırız?” diyorlardı. Bir gün dünyanın büyüklüğüne bakıyor, anlatılanları dinliyor ve “Demek ki, bu dünyaya Müslümanlığı anlatmak bir insanın ömrüne sığmayacak kadar zormuş.” diyorlardı. Sadece şu söze bile baksanız, maksat ve gayelerinin ne olduğunu, ne ile dertlendiklerini görürsünüz.
Hedef gösterme mi anlarsınız müjde mi; ama Allah Rasûlü (sas) “Benim adım güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır.” buyurmuştu. Onlar, bunu bir vazife olarak anlamışlar ve hep bu vazifeyi eda etme gayretiyle yaşamışlardı. Aziz milletimizin mazisi bu kutlu vazifeyi yapmanın izzetiyle doludur. Herkesin ölüm hastalıklarına tutulduğu yerde bu millet “Biz ümit olmalıyız.” deyip ayakta kalmasını bilmiş ve bu şuurla yaşamıştır.
Sözün özü
Mevlânâ, "Dünya, Allah'tan gafil olmaktır; yoksa gümüş, kumaş, evlad u iyal sahibi olmak değildir. Dini ihya yolunda kullanılabilecek mal ve servet övülmüş ve; "Helal mal, salih kimse için ne hoştur." buyurularak meşru kazanç şâyân-ı takdir bulunmuştur. Su, geminin içine girerse onu batırır, altında kalırsa onu yüzdürür. Sen de, mal muhabbetini kalbine doldurmazsan, seyr u sülûk denizinde rahatlıkla yürüyebilirsin." der ki, hakikî dervişlik işte budur.
Haftanın duası
Ya Erhamerrâhimîn ve ya Ekramelekramîn! Bilerek ya da bilmeyerek içine düştüğümüz günahlardan dolayı bizi azaba maruz bırakma, ikâba uğratma.. insî ve cinnî şeytanların gelip gelip inananların tepesine binmelerine, tebelleş olmalarına da müsaade etme.. enbiyâ-i izâmı ve rusül-ü kirâmı koruyup kurtardığın gibi bizleri de din ve diyanet düşmanlarının şerlerinden, tuzaklarından, hilelerinden kurtar ve her zaman sıyanet buyur!
- tarihinde hazırlandı.