Sulh çizgisi veya meşrepçilik

Fethullah Gülen: Sulh çizgisi veya meşrepçilik

Mü’minler, kendi meşrep ve mesleklerine bağlılıklarını izhar ederlerken, “Benim mesleğim haktır, güzeldir, çok hoştur, hatta en güzeldir, en doğrudur, ama başka güzel, doğru ve hak meslekler de vardır.” demelidirler.

Hatta kendi yol ve yöntemlerini ifade sadedinde “En doğru ve en güzel bizimkidir” demelerinde de bir beis yoktur. Çünkü bu ifadelerde başkalarının bâtıl olduğuna dair bir hüküm söz konusu olmadığı gibi onların gittiği yolun aldatıcı olduğunu bildirmek de mevzubahis değildir. Bu ifadelerde, fazlaca güzelliği ve doğruluğu kendi mesleğine izafe etmek, diğerlerinin de hakkaniyetini ve güzelliğini kabul etmek söz konusudur. Hususiyle günümüzde meşreplerin ve mesleklerin birer mevzu ve gaye haline getirilmek istenmesine karşı, bu milletin inanan evlatları arasında, bir birlik tesis etme maksadına matuf her zaman hareket tarzımız bu olmalıdır. Bugün, inkâr-ı ulûhiyet düşüncesinde ne kadar insan varsa, bu insanların hepsiyle beraber şöyle böyle bir münasebet içinde bulunma yolu araştırmak gerekmektedir. Her mü’min diğer meşreplerin de hak ve güzel olduğunu, kendi mesleğinin ise daha doğru ve güzel olduğunu, bu yüzden de içinde bulunduğu düşünceyi seçtiğini ve bu mecrada hizmet verdiğini, ama diğerlerinin de batıl ve yanlış olmadığını bilmeli ve tavırlarını bu prensibe göre ayarlamalıdır. Yoksa inanan bir Müslüman’ın bağnazlık eseri olarak, sadece kendi mesleğinin hak ve güzel olduğunu iddia etmesi, başka tarafta bir güzellik ve hak olmadığını söylemesi, içtimai bünyede tedavi edilmesi çok zor yaralar açacağı gibi bu tavrın çok ciddi iftiraklara sebep olacağına da şüphe edilmemelidir.

Gıpta damarları tahrik edilmemeli

Bu meselenin iyi anlaşılması, bütün vatan evlatlarının bir araya gelmesi bakımından, hem bugün hem de gelecek adına çok büyük ehemmiyeti haizdir. Mü’minlerin hizmet düşünce ve kanaatleri adına, kendi taraflarına olduğu gibi daima karşı tarafa da hak vermeleri, hem kendilerinin ırgalanmaması ve meseleyi münakaşaya götürmeme adına hem de karşı tarafın hırslarını tahrik etmeme bakımından çok önemlidir. Hatta inananlar bunun ötesinde, birbirlerinin gıpta damarlarını ve hasetlerini tahrik etmeyerek çok akıllıca davranmalıdırlar. Mesela, ayrı bir düşüncede olmasına rağmen bu vatanı ve milleti seven ve bu uğurda farklı usul ve yollarla hizmet etmek isteyenlere karşı hep bir münasebet yolu ve yönü bulup münasebete geçmeli, bu insanlar katiyen dışlanmamalıdır. Zira böyle bir davranış içine girildiği takdirde mü’min, sadece kendi mesleğini sarsmakla kalmayacak, aynı zamanda karşısına aldığı insanları da günaha sevk etmiş olacaktır. Hâlbuki mü’min, dinine hizmet ederken hem günaha girmemek, hem de diğer din kardeşlerinin gıpta damarını ve hasedini tahrik edip onları günaha sokmamak durumundadır.

Binaenaleyh mü’minlerin, birbirlerini hasede sevk edici davranışlardan uzak durmaları, ‘Müslüman kardeşliği’ açısından çok ehemmiyetli bir husustur. Hatta her mü’min, iftiraka sebep olabilecek böyle bir meselenin lafını bile etmemeli, davranışlarını güzel ayarlamalı, başkalarına hakk-ı hayat tanımalı ve onları muhterem bilmelidir. Bugün itibariyle hem menfi hem de müspet manada bu işin sözünü eden pek çok kimse vardır. Fakat bu insanlar kendilerine muhalif olanlara zerre kadar hakk-ı hayat tanımamakta, onları ezip geçmekte adeta zincirlere vurmakta ve onlara esir muamelesi yapmaktadırlar. Eğer bu insanların ellerine kanun vaz’ etme imkânı geçse kanunları bile onlara hakk-ı hayat tanımayacak şekilde vaz’ ederler. Binaenaleyh, bu insanların içinde “hepimiz kardeşiz, hepimiz aynı saftayız” diyenler hilaf-ı vaki beyanda bulunmakta ve diğer insanları aldatan böyle bir düşünceyi seslendirmektedirler. Zira insan böyle bir düşünceye gerçekten inanıyorsa bunu davranışlarıyla ispat eder.

Ümmetin vahdeti adına saygı

Ne kadar Allah’a müteveccih gönül ve secde eden alın ve yine ne kadar O’nu anan hissiyat ve söyleyen dil varsa, inanan gönüller onların her birerlerine karşı belli bir ölçüde saygılı olmalıdırlar. Bu insanların şöyle-böyle bir yere koydukları muhterem zatlara “Efendi Hazretleri” diyebilmelidirler. Ve bunu söylerken de gayet içten ve samimi söylemelidirler. Bu arada, “Sen niçin, ta’zimle andığın böyle bir zatın halka-i tedrisinde değilsin?” diyenlere de, “Ben, içinde bulunduğum yolu daha akıllıca görüyorum. En azından bana öyle geliyor. Bu konuda yanılmış olabilirim ama gittiğim yola muhalif ve ona zıt olan kuvvetli bir delil bulacağım ana kadar safımı korumayı makul görüyorum, daha güzel ve mantıkî buluyorum. Tabii ki siz de öyle görüyorsunuzdur. Hatta öyle görmeniz lazım ki gittiğiniz yoldan istifade edip füyûzât alabilesiniz. Aksi takdirde Allah’tan gelen tecellilere mazhar olamazsınız.” demelidirler. İşte, meseleyi akıllıca ele almanın ifadesi de budur.

İslâm’ı duyma ve duyurma

Müslümanlığı yeni duyan bir ferdin, her şeyden önce Cenab-ı Hakk’ın ulûhiyetine ve rubûbiyetine dair bir talim ve terbiyeye ihtiyacı vardır. O dakikaya kadar çok muhtaç olduğu halde bir türlü bulamadığı, bilemediği ve inanamadığı Allah’ı, yine O’nun tarifi içinde bildirmeye çalışılmalıdır. Zira insanın, her türlü anlayışı bir kenara bırakarak, Allah’ın Kendisine inanılmasını istediği gibi inanma anlayışına ulaşması fevkalade önemlidir. Bunun için de Ulûhiyet hakikatini anlatan kimselerin, kelâm ilmine ait ne kadar eser yazılmışsa bunları inceden inceye tetkik etmeleri gerekir. Daha sonra bu mevzuda bize müjde ile gelen ve büyük haberler getiren Muhbir-i Sadık Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm’ın çok iyi bilinmesi elzemdir. Zira bu, bizim ruh âlemimizin ve kalb dünyamızın gıdasıdır.

İşte, inancını en iyi şekilde besleyen insanın daha sonra da bunları, ‘Elif-Be’yi anlatma rahatlığı içinde, o muhtaç gönüllere ulaştırması hayati bir önem taşımaktadır. Asrımızda Müslümanlar olarak kendi meselelerimizi cihana öyle rahatlıkla anlatabilecek hale gelme mecburiyetindeyiz. Ama ne acıdır ki, biz kendi meselelerimize karşı bütün bütün yabancıyız. Öyle ki, adeta gazetelerde yazılıp çizilen ve günün meselesi olarak piyasaya sürülen aktüel meselelerden başka bir şey bilmiyoruz.

Bazı insanlar arasında Allah’ı inkâr etme meselesi öyle kök salmış ki, bunun farkında olmayan yakın-uzak çevre, dini adına tamamen yaya durumunda… Evet, biz kendi meselelerimize karşı çok yabancı bulunuyoruz. Her dindar vatandaş, kendi meselelerini başkasına intikal ettirecek kadar bu mevzuda bilgi sahibi olma mecburiyetindedir. Her Müslüman’ın, karşısına çıkacak her şahsı en azından ilzam etmesi, başkalarının akidesinin sarsıntıya maruz kaldığı anda onlara destek ve payanda olması elzemdir. Evet, Müslümanlığı yeni tadan, tanıyan ve neşvesine eren kimseye denilecek şey, her şeyden önce inanması gereken meseleleri başkalarına rahatlıkla intikal ettirebilecek seviyeyi kazanma olmalıdır.

Müslümanlığı amelî olarak yaşama, kalpte iman nurunun belirmesi, daha ziyade inandıklarını yaşamaya bağlıdır. Zât’ına uygun olarak Allah’ın bilinmesi insanın ameline bağlıdır. Gerçekten Allah’a iman meselesi, insanın kalbinde ancak amel sayesinde belirir. O’nun irfanına ancak amel sayesinde erebilir. Yoksa öbür türlü malûmatla o ulvi hakikate ve ufka ulaşılamaz. İnsan, kalbiyle ve ameliyle öyle noktaya ulaşır ki, orada en büyük kitapları dahi arkaya atma mecburiyeti duyar. Bir noktada tam irfana erebilmek, kitabın kîl ü kâlini bırakmaya bağlıdır. Bu da, gönlün duyuşu, latîfelerin genişlemesi, insanın fikren ve hayalen belli bir ufka ulaşıp mest ve sermest olması demektir. Amel, çok mühimdir. Bu ehemmiyetinden dolayı Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Allah sizin suret ve cisimlerinize bakmaz, kalplerinize ve amellerinize bakıyor.” buyuruyor.

Haftanın duası

Bütün iyilik ve hayırlar ancak Kendisinden beklenen ve bunları vermeye sadece Kendisi muktedir olan Yüce Rabb’imize hamd ve minnet, Enbiyalar Serveri Efendiler Efendisi’ne, ehline ve ashabına salât ü selam ediyor, her zaman dokunduğumuz kapının tokmağına şimdi bir kez daha dokunuyoruz: Rabb’imiz! Dünyanın dört bir bucağında iman ve Kur’an meşalesini tutuşturup canlı tutmaya çalışan kadın-erkek bütün kardeşlerimize, arkadaşlarımıza ve dostlarımıza salât ü selâm eyle ve bereketinle lütufta bulun. Amin…

Sözün özü

Gruplaşma hissi, insanın fıtratında vardır ve bu his var olduğu sürece de hükmünü icra edecektir. Asıl mesele, bu duyguyu zararsız hale getirmek, hatta faydalı kılmaktır. Cehalet, görgüsüzlük, bağnazlık gibi içtimâî hastalıklar bu hissi kendi yörüngelerinde tuttukları müddetçe, her an kanlı bıçaklı kavga hazır demektir. Aksine, ilim ve irfanın, hoşgörü ve müsamahanın yaygınlaştığı nispette de, anlaşma ve uzlaşma pozisyonları doğar ve grupların ittifak edeceği bir “sulh çizgisi” belirir.

Not: Bu metinler, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, 1970’li yıllarda cami cemaatinin sorularına verdiği cevaplardan derlenmiştir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.