Üç Aylar - Beraat Gecesi

Üç Aylar - Beraat Gecesi

Nasıl maddî hava fena ise, fena tesir ediyor; mânevî hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u selâse ve muharremede âlem-i İslâmın mânevî havası, umum ehl-i imanın âhiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı sâfileştiriyor, güzelleştiriyor, müthiş ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder.[1]

* * *

Bu gelen gece olan Leyle-i Beraat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin programı nev'inden olması cihetiyle, Leyle-i Kadr'in kudsiyetindedir. Her bir hasenenin Leyle-i Kadir'de otuz bin olduğu gibi, bu Leyle-i Beraat'ta her bir amel-i salihin ve her bir harf-i Kur'ân'ın sevabı yirmi bine çıkar. Sair vakitte on ise şuhûr-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyâli-i meşhurede on binler, yirmi bin veya otuz binlere çıkar. Bu geceler elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için, elden geldiği kadar Kur'ân'la ve istiğfar ve salâvatla meşgul olmak büyük bir kârdır.[2]

* * *

Elli senelik bir mânevî ibadet ömrünü ehl-i imana kazandırabilen Leyle-i Beraatınızı ruh u canımızla tebrik ederiz. Her biriniz, şirket-i mâneviye sırrıyla ve tesanüd-ü mânevî feyziyle, kırk bin lisanla tesbih eden bazı melekler gibi, her bir hâlis, muhlis Nur şakirtlerini kırk bin dille istiğfar ve ibadet etmiş gibi rahmet-i İlâhiyeden kanaat-i tamme ile ümit ediyoruz.[3]

* * *

Üç ayların başlangıcı, kamer birkaç gün önce zuhur etse de, rağbetlere açık inayetle tüllenen bir perşembe akşamı “merhaba” der ve bir mızrap gibi gönüllerimize iner. Ulu günlere ve daha bir ulu güne akort olmaya teşne duygularımızı ilk defa uyarıp coşturan “Regâib” bir ses ve enstrüman denemesi gibidir. Yirmi küsur gün sonra gelecek olan “Miraç” tam hazırlanmış ve gerilime geçmiş ruhlar için âdeta, semavî düşüncelerle, gök kapılarının gıcırtılarıyla ve uhrevîlik esintileriyle gelir. “Beraat” bu tembihlerle uyanmış ve tetikte bekleyen sinelere kurtuluş muştularıyla seslenir. “Kadir Gecesi” ise, bu kadirşinas insanları, tasavvurlar üstü ve ancak bin aylık bir cehd ile elde edilebilecek feyiz ve bereketle kucaklar, onları afv u mağfiret meltemleriyle sarar.[4]

* * *

Evet, varlığı gönül kulağıyla dinleyebilenler için mübarek gün ve geceler, âdeta ötelerin diliyle bir şeyler mırıldanan birer şair, birer bestekâr hâline gelir ve bizlere ne harikulâde şeyler fısıldar. Duyup hissettiğimiz esintiler, cismaniyetimizi kuşatan başka görüntü ve başka gürültüleri bir tarafa iterek, gönlümüzün derinliklerinden, ukbaya açılan hususî menfez ve koridorlarla bizi, öbür tarafın meçhul ve büyülü yamaçlarına ulaştırır ve temâşâ zevkiyle âdeta mest eder. Böyle bir mülâhazalar dünyasında sabahlar, Cennete ilk adım atışın mest ü mahmurluğu içinde; öğlenler, Sevgiliyi temâşâ ile günün yorgunluğunu atma hazzıyla; akşamlar, bir alaca karanlık içinde vuslata yürüme neşvesiyle; geceler, halvetin idrakler üstü güzellikleriyle tüllenir ve her biri ayrı bir tat, ayrı bir neşe ile gelir geçer gönül ufkumuzdan.

Hele, Regâib, Miraç, Beraat kandilleri gibi gece âleminin taçları ve zamanın Allah’a en yakın zirveleri ya da O’na açılmanın rıhtımları, limanları, rampaları sayılan o mübarek gün ve gecelerde, gönüller ayrı bir duyarlılıkla parıldar; ruh sonsuza doğru bir başka türlü kanat çırpar; her şey verâların ezelî şiirine dem tutar; her yanı tam bir uhrevîlik büyüsü kaplar; her sineyi, dillerin ifadeden âciz kaldığı bir naz ve niyaz zemzemesi sarar.[5]

* * *

Sohbet-i Cânân: İman ve düşünce dünyasını inşa etme cehdi

Mirasçının birinci vasfı, kâmil imandır. Kur’ân; insanın yaratılış gayesini marifet ufku, muhabbet ruhu, aşk u şevk buudu ve ruhanî hazlar televvünleriyle “iman-ı billah” olarak tespit eder. İnsan, yerinde kendi özünden varlığın derinliklerine yollar vurarak, yerinde varlıktan değişik kesitler alıp özünde değerlendirerek iman ve düşünce dünyasını inşa etmekle sorumlu tutulmuştur. Bu, aynı zamanda onun ruhunda meknî bulunan insanlık gerçeğinin ortaya çıkması demektir. Evet, insan, ancak imanın aydınlığında, özünü, özündeki derinlikleri, varlığın hedef ve gayelerini sezip kâinat ve hâdiselerin iç yüzüne, eşyanın perde arkasına muttali olabilir; muttali olup varlığı kendi buutlarıyla kavrayabilir. (…)

Bu ölçüler içinde bir iman seyyahı, çok önemli bir güç kaynağı keşfetmiş sayılır. Evet, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” ile remzedilen ötelere ait bu cephane ve hazine öylesine önemli bir kuvvet kaynağıdır ki, bu kuvvet kaynağı ve bu ışığı elde eden insanın artık başka güç kaynağına ihtiyaç hissetmesi söz konusu değildir. O, hep O’nu görür, O’nu bilir; O’nun maiyyetine koşar, hayatını O’na yönelik yaşar; mârifet ve itimadının derinliği ölçüsünde bütün dünyevî güçlere meydan okuyabilir ve her şeyin üstesinden gelebileceği ümidiyle en olumsuz durumlarda bile şevkle yaşar bedbinlik ve karamsarlığa düşmez.[6]

* * *

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ Bu âyet-i uzmanın sırrıyla, insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Hâlık-ı Kâinat'ı tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve farîza-i zimmeti, marifetullah ve iman-ı billahtır ve iz'an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.

Evet, fıtraten daimî bir hayat ve ebedî yaşamak isteyen ve hadsiz emelleri ve nihayetsiz elemleri bulunan bîçare insana, elbette o hayat-ı ebediyenin üss-ül esası ve anahtarı olan iman-ı billah ve marifetullah ve vesilelerinden başka olan şeyler ve kemalâtlar, o insana nisbeten aşağıdır. Belki, çoğunun kıymetleri yoktur.[7]

* * *

Sonra o mütefekkir yolcu her sahifeyi okudukça saadet anahtarı olan imanı kuvvetlenip ve manevî terakkiyatın miftahı olan marifeti ziyadeleşip ve bütün kemalâtın esası ve madeni olan iman-ı billah hakikati bir derece daha inkişaf edip manevî çok zevkleri ve lezzetleri verdikçe onun merakını şiddetle tahrik ettiğinden; sema, cevv ve arzın mükemmel ve kat'î derslerini dinlediği halde هَلْ مِنْ مَزِيدٍ deyip dururken, denizlerin ve büyük nehirlerin cezbekârane cûş u huruşla zikirlerini ve hazin ve leziz seslerini işitir. Lisan-ı hal ve lisan-ı kàl ile "Bize de bak, bizi de oku" derler. O da bakar, görür ki:..[8]

* * *

Sonra kemalât-ı insaniyenin en mühimmi ve en büyüğü, belki bilcümle kemalât-ı insaniyenin menbaı ve esası, iman-ı billahtan ve marifetullahtan neş'et eden muhabbetullah olduğunu bilen o dünya seyyahı, bütün kuvvetiyle ve letaifiyle, imanın kuvvetinde ve marifetin inkişafında daha ziyade terakki etmesini istemek fikriyle başını kaldırdı ve semavata baktı. Kendi aklına dedi ki…[9]

* * *

Şu Otuz Üç Pencereli olan Otuz Üçüncü Mektup, imanı olmayanı, inşallah imana getirir. İmanı zayıf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir. İmanı geniş olana, bütün kemâlât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan mârifetullahta terakkiyat verir, daha nuranî, daha parlak manzaraları açar. İşte bunun için, "Bir pencere bana kâfi geldi, yeter" diyemezsin. Çünkü senin aklına kanaat geldi, hissesini aldı ise, kalbin de hissesini ister, ruhun da hissesini ister. Hatta hayal de o nurdan hissesini isteyecek. Binaenaleyh, her bir Pencerenin ayrı ayrı faydaları vardır.[10]

* * *

"Ey insan! Şu kâinattan maksad-ı âlâ, tezahür-ü Rububiyete karşı, ubudiyet-i külliye-i insaniyedir. Ve insanın gaye-i aksâsı, o ubudiyete ulûm ve kemâlâtla yetişmektir."[11]

* * *

Sohbet-i Cananın “iman-ı billah” ve “marifetullah” buudları itibarıyla tekrar tekrar im’ân-ı nazarla okunacak bazı metinler:

Risale-i Nur Külliyatı’ndan

  • 16. Söz, 1. 2. 3. Şua
  • 17. Söz
  • 22. Söz
  • 24. Söz
  • 32. Söz
  • 33. Söz
  • 18. Mektup
  • 20. Mektup
  • 24. Mektup
  • 3. Lem’a
  • 29. Lem’a
  • 30. Lem’a
  • 2. Şua
  • 3. Şua, Münacat Risalesi
  • 4. Şua, Hasbiye Risalesi
  • 7. Şua, Ayet’ül-kübra
  • 11. Şua, Meyve Risalesi 6. Mesele
  • 15. Şua, 1. Makam, 1. Kısım; 2. Makam

Başyazılar’dan

Kırık Mızrap’tan

[1] Bediüzzaman Said Nursi, KASTAMONU LÂHİKASI, 40. Mektup
[2] Bediüzzaman Said Nursi, ŞUÂLAR, On Dördüncü Şuâ
[3] Bediüzzaman Said Nursi, ŞUÂLAR, On Dördüncü Şuâ
[4] M. Fethullah Gülen, Kutlu Zaman Dilim Üç Aylar, YEŞEREN DÜŞÜNCELER, s. 57
[5] M. Fethullah Gülen, Zamanı Bir Başka Duyuş, YEŞEREN DÜŞÜNCELER, s. 173-174
[6] M. Fethullah Gülen, Ruhumuzun Heykelini İkame Ederken, RUHUMUZUN HEYKELİNİ DİKERKEN, s. 39-40
[7] Bediüzzaman Said Nursi, ŞUALAR, 7. Şua, Mukaddime
[8] Bediüzzaman Said Nursi, ŞUALAR, 7. Şua
[9] Bediüzzaman Said Nursi, ŞUALAR, 7. Şua
[10] Bediüzzaman Said Nursi, SÖZLER, 33. Söz’ün Sonundaki İhtar
[11] Bediüzzaman Said Nursi, SÖZLER, 20. Söz, 2. Makam, Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehem

Not: Bu dosya, 12 Haziran 2014 tarihinde Mehtap TV’de “Çizgimizi Hecelerken” programında müzakere edildi.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.