Cebr-i Lütfî ve Buudları
Sık sık "cebr-i lütfî" tabirini kullanıyorsunuz. Cebr-i lütfî ne demektir ve cebr-i lütfînin buudları nelerdir?
Cebr-i lütfî, insan irade ve ihtiyarı söz konusu olmadan Rabbisinin ona ihsan buyurduğu lütuflar adına kullanılan bir tabirdir. Bu bağlamda insanın sahip olduğu her şey, cebr-i lütfî platformunda değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir de. Ademden vücud sahasına çıkmak, hayvan, bitki vs. olmayıp insan olmak, Müslüman bir ülkede dünyaya gelmek, sağlam bir fizikî yapıda yaratılmak... Yani A'dan Z'ye saymakla bitmeyecek bu nimetlerin hepsine cebr-i lütfî denebilir.
Cebr-i lütfînin buudlarına gelince, önce iman üzerinde durmak icap eder. Evet, iman insanlara Allah'ın bir lütfudur. Bu açıdan biz imana cebr-i lütfî nazarıyla bakıyor ve ona göre değerlendiriyoruz. Zira bazen kilisenin gölgesinde "Lâ ilâhe illallah" diyenleri gördüğümüz gibi, caminin gölgesinde "70 yaşına kadar ateist olarak yaşadım, bundan sonra iman ettim diyemem" veya "İleri yaşlarda bunayıp iman adına bir şeyler söylersem, sakın ona itibar etmeyin" diyenlere de rastlıyoruz. Bu ise bize, imanın bir cebr-i lütfî ve apaçık bir ilâhî inayet olduğunu göstermektedir.
Aslında bizler, umumî mânâda, cebr-i lütfîyi Müslümanlık adına, başta iman olmak üzere hemen her sahada yaşamaktayız. Bakınız etrafınıza, sokaklarda avare gezen nice akıllı insanlar var. Ama dünkü inhirafları, meseleye yanlış bakış ve değerlendirişleri, onları çok şeylerden mahrum ettiği gibi, bugün de onlar, yılların vebali o yanlışlıkların meydana getirdiği kamburdan dolayı bir türlü doğrulup, doğruyu göremiyorlar.. görmeleri kolay da değil.
Evet, yıllarca yanlış düşüncelerin, yanlış zihniyetlerin arkasında dolaşmış, Marks, Lenin, Engels, Mao deyip durmuş kişilerin birdenbire Müslümanlığı kabul etmeleri elbette kolay değil. Hele bu insanlar lider konumunda kimseler ise bunların, bunca zikzaktan sonra arkalarındaki kitlelere; "Bunca zamandır hayatımızı hep yanılgı içinde geçirmiş ve sizleri yanlış şeylere yönlendirmişiz!" demeleri oldukça zordur. İşte bizden çok daha akıllı olan insanların iman noktasında doğru yolu bulamayıp şaşkınlık ve dalgınlık içinde sağda solda dolaşmalarına mukabil, bizim imanla tanışmamız; tanışıp onunla bütünleşmemiz, elbette ki cebr-i lütfî içinde mütalâa edilmelidir. Bizi bu ulvî tepelerde dolaştıran Rabbimiz'e canlar kurban!
Cebr-i lütfînin bir başka buudu, Allah'ın adını gönüllere duyurma gibi ulvî ve yüksek bir mefkûreyi çağımızın önemli bir mütefekkirinin görüşlerinden istifade ederek birleştirici, uzlaştırıcı bir çizgi ve çerçevede yapmamızdır. Evet, o, düşünce dünyamıza teklif ettiği esaslarla "...cılık, ...culuk" denerek yapılan ayrımları gündemimizden kaldırmış.. hizmet eden kim olursa olsun ve hangi seviyede bulunursa bulunsun, hepsini kabul etmemiz, ayakta alkışlamamız ve kat'iyen tenkit etmememiz hususunda bizleri uyarmış ve sık sık tahşidatta bulunmuştur. Süleyman Efendi, Sami Efendi, Es'ad Efendi, Mehmed Efendi, Mahmud Raşid Efendi, Hacı Hulusi ve daha niceleri… evet, dünyanın değişik yerlerinde Müslümanlık hesabına, İslâmî duygu ve İslâmî düşünceyi örgüleyen bu büyük insanların ortaya koydukları güzellikler ve başarılar karşısında sevinip onları alkışlamamız gerektiğini defaatle hatırlatmış ve defaatle vurgulamıştır.
Evet, İslâm herkese bağrını açan ilâhî bir sistemdir. Herkesi meşrebi, mezakı, mezhebi, his, duygu vs. özellikleri ile kabullenen bir sistem. Onu, sertleştiren, sert gösteren bizleriz. Dar bir çerçeve içine sıkıştıran, büzen, küçülten ve başkalarına hayat hakkı tanımayan bir din olarak algılanmasına sebep olan bizleriz. İşte bu katı anlayış ve bu dar düşünceden kaynaklanan davranışlarımız, öteden beri İslâm'ın bütün enginliği ile anlaşılmasına engel teşkil etmiş ve başkalarını çeşitli endişelere sevk etmiştir.
Yakın tarihimiz bunun farklı örnekleriyle doludur. Ve bize karşı duyulan endişelerin büyük bir bölümü de bu düşünceden kaynaklanmaktadır. Bu itibarla da, bir bardak suda fırtınaların koparıldığı, dahilî ve haricî düşmanların birleşip inananları yokluğa, hiçliğe mahkûm etmek istedikleri bir dönemde yeniden böyle bir şeye sebebiyet vermeye hiç mi hiç hakkımız yok. Onun için Bediüzzaman'ın bu düşüncesinin pratiğe aktarılmasına her zamankinden daha çok muhtacız.
Aynı çerçeve içinde mütalâa edilebilecek cebr-i lütfînin bir diğer buudu ise, Hasanî ruh ve düşüncenin temsilidir. Evet, yakın bir gelecekte bir kısım çıkar ve menfaatlerin paylaşılması aşamasında, Hasanî ruh ve anlayışı temsil eden hasbî, diğergam ve fedakâr bir kısım ruhların müstağni davranmasıyla pek çok fitne önlenebilecektir. Başkalarının kapışmak için mücadeleye gireceği öyle bir ortamda onlar, bunların hepsini ellerinin tersiyle itecek ve "Bize lâzım değil!" diyerek ömürlerinin geri kalanını bir mağarada geçirmesini bileceklerdir.
İşte bu inanç, bu düşünce, toplumumuz adına ilâhî bir lütuf, bir meziyettir. Evet, kavga çıkartmak isteyenler, ellerini havaya kaldırdıklarında muhatap bulamayacaklardır. Zira adanmış ruhların kesin kararı şudur ki, Müslümanlarla sebebi ne olursa olsun kavga edilmez, onlar her zaman "Zamanımızda haklı dahi olsa kavga çıkaran haksızdır." düsturu içinde hareket ederler.
Cebr-i lütfînin en önemli buuduna gelince, Rabbimiz'in ihsan ettiği bunca lütuf ve ihsanlarda irademizin bahis mevzuu olmaması gerçeğidir. Aslında en önemli meselelerde bile irade, şart-ı âdidir. Fakat bu lütuflarda, irademizin var olduğunu söylemek bir hayli zordur.
Bir kere, kâinat içindeki mahlûkatın en üstünü sayılan insan olarak yaratılmışız. Bununla kalmayıp insan-ı kâmil mertebesine çıkabilecek bir zeminde meydana getirilmişiz. Mazhar olduğumuz ilâhî lütuflar itibarıyla, İmam Rabbanî, Abdülkadir-i Geylânî, Şah-ı Nakşibend olmaya namzet bir yerdeyiz. Yani bizi bu ufuklara taşıyacak altyapı, temel dinamiklerin hepsi hazır.. ve bunların hepsi, irademiz haricinde bizlere yapılan birer ihsan ve birer lütuf olduğunda şüphe yok.
Öyleyse insan, bunları rastgele yolda bulmuş gibi değil de, biri tarafından verilmiş kıymetli birer emanetmiş gibi kabul etmeli; sonra da bu lütufların devam ve temadisi için elden gelen her şeyi yapmalı. Her mazhar fert, kendi idrak ve şuuru ile bunların etrafını çevirmeli, karantinaya almalı ve kat'iyen bu nimetleri elden kaçırmamaya bakmalıdır. Vilâyete giden yolun ilk basamağı bile olsa, bu size gösterilmişse; İslâmî ilimlere açılan kapı size aralanmışsa; eğitim ve öğretim adına birilerine bir şeyler anlatma imkânı size verilmişse.. evet, bunların hepsinin kadr ü kıymeti bilinmeli, Allah'ın bunca nimetine karşı şükürle mukabelede bulunulmalıdır.
- tarihinde hazırlandı.